Star yazarı Engin Ardıç, son yıllarda mantar gibi çoğalan gazetelerin köşe yazarlarına ayırdı bugünkü köşesini. Ardıç, özellikle bazı kadın yazarları şok edecek bir yazı yazd
Abone olArdıç'ın söze gerek bırakmayan yazısı şöyle... Haybeden hamaset Kolunu sallasan köşe yazarına değiyor. ‘Herkes oluyor ben de olayım’ diyenler de bu işe bir ucundan sıvanıyorlar... Sıvansınlar. Yazıları yazıya mazıya benzemiyor, yara kaşıyorlar. Kaşısınlar. Mala davara bir faydası yoksa da zararı da yoktur. Erkeğiyle nasıl seviştiğini anlatan delişmenlerin yanısıra ‘ciddi görünmeye çalışanları’ da bulunuyor tabii. İşte bunlardan, okuyucunun gönderdiği fıkraları derleyen, magazin anılarını aktaran, ‘fikir’ niyetine de Internet’te dolaştırılan yeniyetme makalelerini ‘kes yapıştır’ yöntemiyle köşesine sallayıp işi bitiren birisi, Çanakkale 43. alay 1. piyade taburu 1. bölük yemek listesini ‘ele geçirmiş’... Buna göre, bölüğün sahra mutfağının karavanasından bir gün yağlı buğday çorbası çıkmış ama üzüm hoşafı çıkmamış, bir gün hoşaf vermişler ama çorba verememişler, bir gün yarım tayın ekmek dağıtmışlar ama hoşafı şekersiz yapmışlar... 1917 yılının yaz ayları... Un ve ekmek kalmadığı için de temmuzdan başlayarak tayını adam başı 500 grama indirmişler. Cahil çocuk bunu yazmayı da cumhuriyet bayramına denk getirmiş ve ‘bu vatanın nasıl kazanıldığını bilmeyenlere, anlamayanlara ya da anlamak istemeyenlere’ diyerek hamaset yapıyor. 1917 yılında Çanakkale’de savaş mavaş yoktu. Tek kurşun atılmadı. Atatürk de orada değildi. Halep’te, esas olarak da İstanbul’da bulundu. Bir ara Almanya’ya gitti geldi. Çünkü böbreklerinden rahatsızdı. Çanakkale çarpışmaları çoktan bitmişti... Bir buçuk yıl oluyordu İngilizler çekileli!... Elbette bu, cephede olmasa bile askerin ne kadar zor durumda bulunduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz. Birinci Dünya Savaşı’nda subaylarımız maaş alamıyor, erat da Nazım Hikmet’in dediği gibi ‘beygir fışkısından arpa ayıklayıp’ kaynatıyor ve onu yiyordu. Aç ve sefildik. Yalnız ordu değil halk da perişandı. İstanbul’da, şimdi Rus kadını satılan Laleli yapılarının bulunduğu çorak yangın yerinde otuz kuruşa erkek çocuğu satıyorlardı! Ancak, hamaset yapacak gazeteci, bunun nedenlerini de yazmakla yükümlüdür. Hele bu hamaset, günün moda deyimiyle birtakım ‘ulusalcılık’ ayaklarıyla yürütülecekse ve ‘bu vataaan’ numarası çekilecekse, açıkçası milliyetçilik yapayım derken İttihatçılık yapılacaksa, orada durun bakalım... Asker karavanasından şikayetçi olan arkadaş, etimize budumuza bakmadan bizi koca bir dünya savaşına sokanları niçin sorgulamıyor ve eleştirmiyor? Antiemperyalist vatandaşlar, Türkiye’yi Alman sömürgesi yapan kadroya niçin sahip çıkıyorlar? Bu nasıl bir çelişkidir? Enver ‘Turancıydı’ da onun için mi toz konduramıyorsunuz? Koskoca Osmanlı ordusunun genelkurmay başkanı, hayır, Enver falan değil, Bronsart von Schellendorf adında bir Alman generaliydi! Niçin bunu hatırlamak istemiyorsunuz ya da unutmaya çalışıyorsunuz? Askeri de halkı da aç bırakanların bizzat İstanbul’da ‘vagon ticareti’ yapan bazı İttihatçı keneler olduğunu niçin yazmıyorlar? ‘İaşeci Topal İsmal Hakkı’ diye bir adamdan niçin sözetmiyorlar? İaşe Nazırı Kara Kemal’in ‘sermaye biriksin de milli burjuva yetişsin’ diye bütün bu rezilliklere göz yumduğunu niçin söylemiyorlar? Çünkü bilmiyorlar. Çünkü okumuyorlar, araştırmıyorlar. Çünkü bir boktan haberleri yok. Askere de halka da süpürge tohumundan ekmek yedirenler, İstanbul’da, Beyoğlu’nda, Tokatlıyan Oteli’nde tepişiyorlar, şarkı söylemek üzere turneye çıkmış ve ‘müttefik ülkedir’ diye buralara gelmiş ünlü Avusturya-Macaristan yıldızı Miloviç denilen tombul karının sigarasını binlik banknotlarla yakıyorlardı! Bin Osman Lirası... Yeni çıkacak YTL’ye benzemez. Benim babam o süpürge tohumu ekmeğiyle büyüdü. Kursağının hakkını vagon tacirleri yediler. Zırtapozluk edecek herkesten hesabını sorarım.