Bedenlerinde bir şeyleri eksik olanlar dans edebilir mi? Bundan tat alır mı? Gösterisini başkaları da zevkle izler mi? Budapeşte'den Tarık Demirkan'ın, engellilerin dans gösterisi 'ParaDogma'dan izlenimleri.
Abone olÖn sıralarda tekerlekli sandalyeli insanlar oturuyor.
Çok sayıda zihinsel engelli de görüyorum.
Durumu ağır olan da, ve hatta hiçbir uzvunu kıpırdatamayan da var.
Biraz sonra başlayacak olan gösteriyi, kendileri gibi engellilerin dans performansını sabırsızlıkla bekliyorlar. Ancak salonda sadece onlar yok. Geride bir tribün gibi yükselen sıralarda tek bir boş koltuk görünmüyor.
Alternatif performansların ve modern sanatların sergilendiği Trafo gösteri merkezine girer girmez bugünün diğerlerinden farklı olduğunu hemen anlıyorum.
Performaslarıyla son zamanlarda adından sık sık bahsettiren ArtMan grubu, son eseri olan ParaDogma’yı sergileyecek.
Grup engellilerden ve profesyonel dansçılardan oluşuyor.
Fiziksel ya da zihinsel engeli olan pek çok üyesi var bu grubun. Ve bu insanlar da aynen, hiç bir engeli olmayan insanlar gibi dans edeceklerini, kendilerinin de dansın insan hayatına olan iyileştirici etkisini tadacaklarını haykırıyorlar.
Gerçekten bu olabilir mi?
Bedensel engeli olan, mesela zor yürüyen, hatta hiç yürüyemeyen biri dans edebilir mi?
Müzik ve hareketin uyumundan oluşan dansın tadına varabilir mi?
Ve acaba, onların da adına dans dediği, ama bildiğimiz danslardan farklı olan bu harmoni başkalarının da hoşuna gider mi?
İşte ArtMan grubunun ortaya attığı ağır sorular bunlar.
Performasın adı da bunu vurguluyor: ParaDogma.
Çünkü paradigma değişikliği, dogmalar için de geçerli.
Ve işte biraz sonra şimdiye dek tüm “doğru bildiklerinizi” unutacaksınız.
Çünkü kafanızdaki önyargıların ne kadar kırılgan olduğunu göreceksiniz, perde açıldığında, sizin de dünyanızda yeni bir pencere açılacak…
Ve perde açılıyor!
Ayrı bir sahne yok aslında! Performansı sergileyenler ve seyirciler neredeyse iç içe. Soluk alıp verişlerini hissediyor, tüm sesleri birebir duyuyorsunuz.
Sahneye, karanlığı bir ışık tüneli gibi aydınlatan projektörün ışığında genç bir kadın ve genç adam giriyor.
Adam tekerlekli sandalyede oturuyor.
Sahnenin ortasında, sahne ışığının tam altında duruyor, kırılgan vücudu her an düşecekmiş gibi sendeleyerek, tekerlekli sandalyeyi terk ediyor. Ve ayaklarını sürüyerek, kollarını istemsiz bir şekilde sallayarak kadına doğru ilerliyor. Her an düşmesinden korkarak, attığı her adımı nefesinizi tutarak seyrediyorsunuz.
Müzik ve ışık oyunlarıyla birlikte, onların ve biraz sonra bu performansa dâhil olan diğerlerinin katılımıyla tam bir şenlik başlıyor!
Engellerin yarattığı eksiklik, engelliye eşlik eden diğer kişilerin yardımıyla azalıyor. Ancak bu yardım sizde bir şekilde aktif bir katılım hissi yaratıyor. Çünkü burada yardım eden ve yardım edilen yok! Herkes bir şeyler alıyor, herkes bir şeyler veriyor.
Bazı bedenlerin eksik olduğunu çok fark etmiyorsunuz, daha doğrusu buna önem vermiyorsunuz. Burada vurgulanan bu eksiklikler değil çünkü.
Tanık olduğunuz muhteşem gösteri, müzikle sarmallaşan bedenler, zor da olsa hareket eden insanlar size, hayatın tüm eksiklik ve acılara rağmen kabul edilebilmesi için insan ruhunda var olması gereken ateşin, fiziksel ya da zihinsel engellerle bir ilişkisinin olmadığını anlatıyor.
Ve sonuçta ortaya çıkan eser size hayatta istenirse ulaşılabilecek harmoninin, bu muhteşem uyumun, en zor koşullarda bile elinizi uzatsanız yakalayabileceğiniz mesafede olduğunu gösteriyor.
Sahnede çello çalan genç bir adam ve harika sesiyle ona eşlik eden genç bir kadın da performansın bir parçası! Onlar da dansa katılıyorlar. Şarkıları söyleyen sanatçı da Budapeşte’de yaşayan Türk sanatçı Tulu İçözü.
Müzik, dans, hareketler ve mimiklerin oluşturduğu gösteri, şimdiye kadar bilincinize kazınmış olan önyargıları, ilkbahar güneşinin karları yok etmesi gibi eritiveriyor.
Işıklar yandığında ardı arkası kesilmeyen bir alkış tufanı kopuyor.
Profesyonel ve amatör oyuncuların sevinci görmeye değer.
Ancak ben seyircileri gözlemliyorum daha çok!
Gözlerinde, hayatta hiç karşılaşmadıkları bir mucizeye tanık olmanın inanılmaz parıltısı ve sımsıcak şükran duygularıyla karşılarındaki bu cesur insanlara bakıyorlar.
Kendi yüreklerinde de o anda aynı cesareti bulduklarından eminim.
Onlar da artık ilk bakışta sağlıklı görünen bedenlerinde aslında var olan irili ufaklı onca engeli saklamadan, aynen kendileri gibi yaşamanın yolunu bulacaklar!
Hayatta mutlu olmanın yolu bu çünkü.
ParaDogma performansında “sözde” engellilerin “sözde engelsizlere” anlattığı gerçek işte bu.
Yani, aslında nasılsan, aynen öyle yaşa. Kendini cesaretle üstlenerek.