BIST 9.593
DOLAR 35,26
EURO 36,75
ALTIN 2.963,49
HABER /  GÜNCEL

Ekrem Dumanlı'dan sert çıkış

Padişah Vahdettin ile ilgili tartışmalar köşe savaşlarına dönüşürken, Zaman Gazetesi yazarı Ekrem Dumanlı Hürriyet gazetesine çattı. Dumanlı Hürriyet'ten tashih istedi.

Abone ol

Zaman Gazetesi yazarı Ekrem Dumanlı köşe yazısında Hürriyet'e yüklendi. Dumanlı, yapılması gerektiğini savunarak Büyük Gazete'ye Vahdettin ile ilgili açıklamaları çarpıttığını ileri sürdü.İşte Dumanlı'nın yazısı:

Yazı: Ekrem Dumanlı
Kaynak:   

Medyanın tarih ile imtihanı
Hemen baştan söylemem gerekiyor ki bu yazı, Vahdettin’in hain olup olmadığını ispat etmek için yazılmamıştır. Zaten 10 gündür süren tartışmanın tadı da kaçmıştır. Ancak günlerdir süren tartışma kadar, bu tartışmaya medyanın yaklaşımı da ilginç; o yüzden bir-iki küçük not düşmekte fayda var...

Hatırlanacağı gibi, eski başbakanlardan Bülent Ecevit’in ‘Vahdettin hain değildir’ açıklaması, büyük tartışmalara sebep olmuştu. Bazı kişiler, ne söylendiğine, niçin söylendiğine bakmadan Bülent Bey’e saldırmayı tercih etti. Hızını alamayan bazıları da eleştirinin dozunu artırarak işi hakarete kadar götürdü. Temel düşünce ‘Sen nasıl olur da böyle konuşursun’ efelenmesine dayanıyordu. Bununla da hızını alamayan eski tüfek bazı gazeteciler, röportajı yayınlayan gazeteye yüklenmeyi maharet saydı...

İtiraf etmeliyim ki, bazılarının öfkelerine anlam vermek zor. Bülent Bey profesyonel bir tarihçi olmadığına göre kendi kanaatini söylüyor demektir. Bu ülkenin siyasi tarihine damgasını vurmuş bir lider, kanaatini açıklarken gazetecilerden müsaade mi alacak? Ya da başka bir konu için röportaja gitmiş, ancak şaşırtıcı bir manşet haberle karşı karşıya kalmış bir gazete, kaleminden çamur damlayan birilerinden ruhsat alarak mı başlık atacak? Hadiseyi resmetmek için kullandığım ‘çamur’lu ifadelerden dolayı okurumuz karşısında hicap duyuyorum; ancak konu ile alakası olmayan üçüncü şahıslara her fırsatta hakaret etmeyi gazetecilik sanan birilerine bir şey söylemek tarih karşısında sorumluluk duymanın bir parçası olsa gerek.
Tarihî sorumluluk denilen ateşten gömlek, aydının tarihle yüzleşmesi demektir; önyargılarını topluma dayatması değil. Ecevit’in açtığı tartışmada kimin haklı kimin haksız olduğu başka bir mevzu; bu tartışma yapılırken ortaya konan duruş başka. Bir gazetecinin vasat bir tarih bilgisiyle ve maalesef yıllar öncesinden edindiği ezberle ‘Ecevit haklı’ ya da ‘haksız’ demesinin çok da bir anlamı yok. Aydın için duruş heybeti ve mesafesi önemli.

Vahdettin tartışmasında Ecevit’e ateş püsküren bazı yazarlara kendi gazetelerinde neşredilen görüşleri ithaf ediyorum. Tarihçilere kulak vermekte fayda var...

MURAT BARDAKÇI (18/07/2005-Hürriyet)

Vahdettin her şeyin bittiği bir anda, 4 Temmuz 1918’de tahta geçti, üç ay sonra, 30 Ekim’de Mondros Mütarekesi’ni imzalayıp teslim olduk. Yani, dünya savaşının ve yenilginin Vahdettin ile hiçbir alakası yoktur. Hakkındaki tek belgesel biyografiyi yazmış bir kişi olarak şunu söyleyebilirim: Osmanlı tarihinin en şanssız hükümdarıdır, her insan gibi o da bazı hatalar yapmıştır; ama memleketini seven bir kişidir ve ihanetle hiçbir alâkası yoktur.

PROF. METE TUNÇAY (18/07/2005-Hürriyet)

Ben öteden beri ‘Hain padişah Vahdettin’ sözünün, o dönemin şartları içinde söylenmiş haksız bir şey olduğunu düşündüm. Vahdettin siyasi anlamda yanlış hesap yapmış olabilir; ama bu Vahdettin’in veya Damat Ferit Paşa’nın hain olduğu anlamına gelmez. Bu, Cumhuriyet’in kuruluş dönemi koşulları öyle gerektirdiği için dolaşıma sokulan bir söyleyiştir. Bugün artık bu meselelere çok daha soğukkanlı bakabilecek ve şefkatle yaklaşabilecek durumdayız.

YILMAZ ÇETİNER (21/07/2005-Milliyet)

Son Osmanlı Padişahı’nın, ülkesinden 82 yıl önce kaçışı (veya ayrılışı) hakkında adil bir karara varabilmek için bence o günlerin şartlarını hatırlamak, incelemek, hiç değilse iyi okumak gerekir. O günlerin ağır şartları içinde Atatürk de “Hain, sefil” demiş olabilir. Ama aynı kelimeleri bir düşünün, kimler kimler için söylemedi. Sultan Vahdettin bence vatan haini değil, yetenekleri olmayan, aciz, hasta bir padişahtı. Günün ağır şartları da üzerine binince Vahdettin yanlışlar yaptı, bocaladı...

PROF. İLBER ORTAYLI (19/07/2005-Milliyet)

...Bülent Ecevit’in Sultan II. Abdülhamit ve VI. Mehmed Vahdeddin üzerindeki yaftaları yeniden yargılayıp kaldırması yerinde bir davranıştır. Tarihçilerin yazıp söyledikleri, hele bizim gibi memleketlerde çok fazla etkili olmuyor. Ambargoları kaldıranlar, asıl sözü dinlenir siyasi liderler oluyorlar. Bu gerekli. Çünkü bir yerde doğruyu araştıran tarihçinin de güvencesi onların çizgisi oluyor... Vahdeddin ve Atatürk karşı karşıya gelmişlerdir. Ama dost oldukları zaman da vardır. Kim ne derse desin son padişah hazineyi soyup gitmedi. Gittiği yerlerde de Türkiye devleti aleyhinde faaliyette bulunmadı, söz söylemedi. Bu, sürgündeki hanedanın bir ananesi ve takdire değer tavrıdır. Bunları da bilmek gerekir.

PROF. MURAT BELGE (22/07/2005-Radikal-köşe yazısı)

...Medyadan izlediğime göre Demirel, Hürriyet’i aramış ve “Vahdettin’in hain olmadığını söylemek Türkiye’ye yararlı olur mu?” diye sormuş... ‘Vahdeddin’in hain olması bizim için yararlıdır’ diye bir cümle kurduğumda, çok kişi bunun aslında saçma bir önerme olduğunu anlayabilir. Vahdeddin’in hain olduğunu düşünenler bile, bunun böyle ifade edilmesinin biçimsiz olduğunu söyleyecektir. Ama Demirel’in cümlesi, ‘Onun hain olmadığını söylemek, Türkiye’ye ne fayda sağlayacak’ mealinde bir cümle, bundan başka bir anlama geliyor mu?..

PROF. REŞAT KAYNAR (18/07/2005-Hürriyet)

Padişah Vahdettin’in doğrudan doğruya memlekete zarar vermek için yaptığı bir hareket yok. Dolayısıyla, elimizde Vahdettin’in ihanetini gösterecek bir belge de yok.

PROF. MİM KEMAL ÖKE (18/07/2005-Hürriyet)

Vahdettin ne bazılarının iddia ettiği gibi hain, ne de onlara karşıt olan kesimlerin iddia ettiği gibi, Mustafa Kemal’e Anadolu’ya geçip Milli Mücadele’yi başlatması inisiyatifini kullanan perde arkasındaki gizli kahramandır. Doğrudur, Vahdettin, Mustafa Kemal’i Samsun’a gönderirken, Mustafa Kemal’in ne yapacağını gayet iyi biliyordu. Ve bu projeye de sadece onay vermekle kalmadı, para da verdi. Ancak, bunu saraya yakın çevrelerin telkin ve hatta tazyikiyle yaptı. Bir yerde bu işe zorlandı. Mustafa Kemal’in idam fermanını onaylaması ise tamamen İngiliz baskısının bir sonucudur.

YILMAZ ÖZTUNA (18/07/2005-Hürriyet)

Sultan Vahdettin’in hain olmadığını ben 40 senedir yazıyorum zaten. Kaldı ki, tarihçiler ‘hain’ kelimesini kullanmaz. Çünkü bu siyasi bir kelimedir. Kuruluş yıllarının ateşli dönemlerinde kullanılmış bir kelimedir bu ve öyle bir dönemde de mutlaka kullanılması gerekirdi. Bu Fransız İhtilali’nden sonra da böyle olmuştur, Rus Devrimi’nden sonra da böyle olmuştur.

Evet söylenenler genellikle böyle. Tarihçilerden Ecevit’i haksız bulan yok gibi. O zaman bu öfke neden? Ermeni meselesi gibi kritik konularda üst perdeden ‘Bırakın bunu tarihçiler tartışsın’ deniyor. İş başka bir kritik konuya gelince tarihçileri kaale almayan siyasi yorumlar yapılıyor. Tabii ki bu yorumlar da yapılacak; ancak meseleyi ideolojik bir kavgaya dönüştürmenin de anlamı yok.


Mehmet Altan’ın yazısına dikkat! Yer sıkıntısından dolayı Mehmet Altan’ın yazısını aynen aktaramıyorum. Altan, 1995’te Sabah’ta yapılan iki röportajı hatırlatıyor. “Röportajın konukları ‘damarlarımı kesseniz Atatürk diye akar’ diyen Cemal Kutay ile gene ‘sıkı Atatürkçü’ İsmet Bozdağ...” Her iki Kemalist tarihçinin görüşü de ‘Vahdettin hain değil’ hükmüne dayanıyor. Bu hükümlerin karşısına Atatürk’ün Nutuk’unda yer alan cümleler çıkarılınca Kutay’ın izahını da Altan alıntılamış: ‘İlk yapılacak şey, Nutuk’un bir tarih olmadığını açıkça ortaya koymak. Yani Nutuk’a isnat ederek bir hadisenin tek başına Nutuk’un çerçevesi içinde izahı mümkün olmadığı kabul edilmelidir...’

Tarihe karşı önyargıyla yaklaşılınca hadiseler kördüğüm olur. Kimi suçlayacaksınız; Ecevit’e destek veren tarihçileri mi, bu görüşlerine yer veren Hürriyet’i mi, Milliyet’i mi, Sabah’ı mı?.. Ya da Kemalist olduklarından şüphe edilemeyen tarihçileri mi?

Eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, bu konuda da yapayalnız kaldı. Onun eski Başbakan Ecevit’i günah keçisi yapma gayreti de sonuç vermedi. Çünkü Bülent Bey’in Atatürkçülüğünden kimsenin kuşkusu olamaz. Ortada kalan, tarihi olaylara da külhanbeyce yaklaşan bazı marjinal yazarlar oldu... Bu da bir çeşit sınav olsa gerek; tarih huzurunda, tarihe karşı verilen çetin bir sınav...

Yanlışı düzeltmenin yolları belli

Hürriyet’in Vahdettin ile ilgili ilk haberinde şöyle deniyordu: “Bülent Ecevit’in ‘Vahdettin’in hain olmadığı’ şeklindeki demecini yayınlayan Zaman Gazetesi, aynı haberde bazı maddi hatalar yaptı. Gazetede Ecevit’in ‘Vahdettin ile akraba olduğu’ iddia ediliyordu; ancak Bülent Ecevit ile Vahdettin arasında hiçbir akrabalık bağı bulunmuyordu.”

Önce, Hürriyet’in tashihini tashih etmek gerekiyor. Çünkü “hiçbir akrabalık bağı bulunmuyordu” tespiti doğru değil. Ecevit’in “Uzaktan hısım oluruz.” dediği akrabalık bağı şöyle: Vahdettin’in son sadrazamı Tevfik Paşa’nın oğullarından İsmail Hakkı Okday, ilk evliliğini Padişah’ın kızı Ulviye Sultan’la yapar. İsmail Hakkı Okday, daha sonra Ecevit’in annesinin teyzesi Ferhande Hanım’la evleniyor. Ecevit’in “Uzaktan akraba oluruz.” ifadesinin dayanağı bu.

Aslında haberde bir hata var. O da Vahdettin’in kızının ismiyle ilgili. Son padişahın kızı bizde Naciye Sultan olarak çıkmış. Doğrusu Ulviye Sultan. Fakat Naciye Sultan ismini Ecevit’in kendisi veriyor. Mülakatı yapan, başarılı çalışmalarını sık sık okuduğunuz Ömer Şahin’in bant kayıtlarında bunlar mevcut. Gazetecilikte hata yapılır; yeter ki art niyetle yapılmasın, bu bir. Hata fark edildiğinde dürüstçe düzeltme yayınlansın, bu iki. Hatalar düzeltilsin ki tarihe yanlış bir not düşülmüş olmasın.

Bir hatayı da bugün düzeltiyorum: Bülent Ecevit, haberi gazetede okuduktan sonra Ömer Şahin’i arayıp teşekkür ediyor. Ardından diyor ki: “Çok beğendim, ancak bir hata vardı. O da şu: Libya’daki akrabalarımdan bana kalan miras 40 lira değil 10 bin liraydı.” Ömer Şahin, titiz bir gazetecidir, halihazırda da Meclis büro şefimizdir. Bant kayıtlarını incelediğinde görüyor ki Ecevit, 10 bin lira değil, 40 lira demiş. Bu da olabilir; yani röportajı verenin de o esnada bazı şeyleri yanlış hatırlaması ya da ifade etmesi de mümkün.

Bir gazete için doğru olan, her türlü hatayı tashih etmektir; başka bir gazetenin hatası sandığı şeyi brifinglerde doğruymuş gibi söylemek değil. Tarih karşısında gazetelerin sorumluluğu, kendi hatalarını tashihten geçer. Üstelik, düzeltmelerin açıktan açığa yapılması, gazetelerin değerini düşürmez; onlara duyulan güveni artırır...