Duygu bencilliği
Bugünlerde hayatı, duyguları, durumları ve bunlara karşı bizim duruşumuzu çok sorgular oldum. Her duygunun hakkını veriyor muyuz dersiniz?
Bugünlerde hayatı, duyguları, durumları ve bunlara karşı bizim
duruşumuzu çok sorgular oldum. Her duygunun hakkını veriyor muyuz
dersiniz?
Mesela, bir tiyatroya gidince hoşumuza gitmezse ilk yarıda
kaçıyoruz. Bir şarkıyı sonuna kadar dinlemeye tahammülümüz yok.
Neden? Çünkü iyi hissettirmeyen şeylerin bünyede oluşturduğu
duyguyu yaşamak istemiyoruz. Bu duyguyla yüzleşmeyi sevmiyoruz.
Peki artık eve dönmemiz gerekirken çok eğlendiğimiz için neden
konserin sonuna kadar kalıyoruz? İlk kez tanıştığımız biriyle
muhabbet iyi gidiyorsa neden tadında bırakmıyoruz? Geceyi onunla
planlıyoruz? Bu duygu bencilliği değil midir? Pozitif duygu
ayrımcılığı değil midir?
İşte bu iyi hissettirmeyen duygulardan kaçışımız aslında hayatımızı
olumsuz etkiliyor. Hep bir aldatılma, yalnız kalma, sevilmeme
dürtüsünü körüklüyor. Oysa her duyguya aynı şansı versek, gerçekten
“yaşıyor” olmaz mıyız?
Acı çekmekten korkmayın. Üzülmekten, sıkılmaktan korkmayın.
Korktukça, kaçtıkça sizi kovalar. Peşinizi hiç bırakmaz. Kaçtığınız
duyguları yaşasanız, size olan öğretilerine hayran kalırsınız.
Yüksek sesle kahkaha atıyorsanız, hüngür hüngür ağlayabiliyor da
olmanız lazım. Çünkü her şey insanlar için.
Umut da olmalı, umutsuzluk da.
Mutluluk da olmalı, mutsuzluk da.
Aşk da olmalı, nefret de.
Sevgi de olmalı, hüzün de.
Hepsi sonuna kadar. En gerçek haliyle.
Özgürlük budur. Yaşamak budur çünkü.