BIST 9.550
DOLAR 34,54
EURO 36,01
ALTIN 3.005,46
HABER /  GÜNCEL

Duruşma sürerken 25 cellat istediler

92 yaşındaki gazeteci Bedii Faik Akın, Meclis Darbeleri Araştırma Komisyonu’na çarpıcı açıklamalarda bulundu.

Abone ol

Gazeteci-Yazar Bedii Faik Akın, Adnan Menderes ve arkadaşlarının yargılandığı Yassıada duruşmalarında sona gelindiği hafta Milli Birlik Komitesi (MBK)'nin, dönemin İstanbul Emniyet Müdürü'nden 25 cellat ve darağacı istediğini söyledi.

“Ben İnönü’nün idamların önlenmesi konusunda samimiyetle çalıştığını zannetmiyorum.” diyen Akın, MBK üyelerinin “En az 50-60 kişiyi asmaz isek ihtilalin meşruiyeti sarsılır.” diyerek idamların gerekliliği havasını yaydıklarını anlattı.

Meclis Darbeleri Araştırma Komisyonu’nun çalışmaları sayesinde Türkiye’nin yakın tarihinde derin izler bırakan 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül darbeleri ile 28 Şubat sürecine ilişkin bilinmeyen birçok konu gün yüzüne çıktı. Komisyon’un ifadesine başvurduğu 92 yaşındaki duayen Gazeteci Bedii Faik Akın, Cihan Haber Ajansı’na (Cihan) 27 Mayıs darbesine ilişkin çarpıcı açıklamalarda bulundu. Sahiplerinden olduğu Dünya gazetesinde Demokrat Parti (DP) iktidarına yönelttiği sert eleştirilerle tanınan Akın, “27 Mayıs’a gelen hadiseler, o zaman ki iktidarın baştan aşağı kusurudur. Ben 27 Mayıs’a destek verdim. Sonra çok hayal kırıklığı yaşadım.” dedi.

27 Mayıs darbesinin ardından halk arasında ‘gâvur askerler’ söylentisinin çıkması üzerine MBK üyelerinin camilerde mevlit okutmak istediğini anlatan Bedii Faik, müdahalesi üzerine aralarında Münir Nurettin Selçuk’un da olduğu dönemin ünlü ses musikisi sanatçılarını İstanbul Radyosu’nda biraya getirerek radyodan mevlit okuttuklarını ifade etti.

“27 Mayıs’ta en çok ordu zarar gördü; ordunun kimyası bozuldu” diyen Bedii Faik, darbe yıllarına ilişkin şahit olduğu olayları şöyle anlattı:

'İNÖNÜ’NÜN, İDAMLARIN ÖNLENMESİ KONUSUNDA SAMİMİYETLE ÇALIŞTIĞINI ZANNETMİYORUM’

“Ben, İnönü’nün idamların önlenmesi konusunda samimiyetle çalıştığını zannetmiyorum. Kimsenin samimiyetle önlemeye çalıştığını da zannetmem zaten. Yani Gürsel Paşa da sözde önlemeye çalışmıştır. İnönü’nün mektubu üzerine yapmaya çalıştığı geciktirme teşebbüsü, yerleri ve şahısları tamamen ters tutulmuş bir telefon çabasından ibarettir. İstanbul’u çok iyi bildiği halde 1. Ordu’ya telefon etmiştir. Oysa idamı önlemek istiyorsan başında olduğun Milli Birlik Komitesi’nin Dolmabahçe’deki İrtibat Bürosu’na telefon edeceksin. İrtibat Bürosu, ne örfi idareye (Sıkıyönetim) bağlıydı ne de orduya. Başında Kurmay Albay Namık Kemal Ersun vardı. Sonradan orgeneral oldu. Gürsel Paşa daha sonra 66. Zırhlı Tümen Komutanı Faruk Güventürk’e telefon etmiştir, ulaşamamıştır. Şimdi idamın önlenmesini isteyen bir cumhurbaşkanı nereye telefon edeceğini bilmezlik edebilir mi? Yassıada kararlarını Ankara’ya ordu değil irtibat bürosu götürmüştü.

İdamların tasdik edileceği gün 1. Ordu Kumandanı Cemal Tural, Trakya’ya teftişe çıktı. Hemen uzaklaştı buradan. Örfi İdare (Sıkıyönetim) Kurmay Başkanı Emin Aytekin’di. Çok iyi yetişmiş entelektüel subaydı. ‘Biz bu üniformayı kirlettik’ diyerek istifa etmiştir. Kendisi anlatmıştı. O sırada İngiliz sefaretinden radyo kumandanı Albay Turhan Çağlar’a telefon gelmiş. ‘Ordu kumandanını nereden bulabiliriz?’ diye sormuşlar. Çağlar da ‘Bir sefaretin ordu kumandanı ile konuşmasının irtibatı ben olamam. Genelkurmay’a müracaat edeceksiniz.’ diye karşılık vermiş. ‘O zaman iş uzar’ demişler. ‘Uzamayacak iş nedir’ demiş, ‘Kraliçe’nin idamlar için mesajı var.’ demiş İngiliz Sefareti. ‘O zaman bir kraliçenin mesajı nereye verilirse oraya gönderin’ demiş Çağlar. ‘İşte onu bilemiyoruz’ demişler. Şimdi Gürsel Paşa, ‘O mesajı almadım’ der. İsmet Paşa zaten muhatap değil. 1. Ordu Kumandanı yok burada. Kime gidecek o mesaj? En sonunda radyo kumandanına gitti. O da aldı bunu Emin Aytekin’e verdi. O da aldı Trakya’ya gönderdi. Yani Kraliçe’nin mesajı bile normal yolunu bulmamıştır ki Kraliçe’nin ikinci mesajıdır o. Şimdi ben nereden samimiyet göreyim? Siz görebiliyor musunuz?”

'MBK ÜYELERİ ‘İHTİLALİN MEŞRUİYETİ İDAMLA MEPSUTEN MÜTENASİPTİR’ İNANCINDAYDI'

“İhtilalin meşruiyetinin ancak idamla mümkün olacağını Milli Birlik Komitesi’nin üyeleri İrtibat Bürosu’na defaatle konferans vererek söylediler. Bir tanesini ben duydum. Suphi Gürsoytrak geldi orada, bar bar bağırdı. ‘İhtilalin meşruiyeti idamla mepsuten mütenasiptir. En az 50-60 kişiyi asmaz isek ihtilalin meşruiyeti sarsılır’ dedi. Sürekli idam havasının gerekliliği yayıldı ortaya. Zaten bundan dolayıdır ki, Demokrat kitle, ‘Asamazlar, hele bir assınlar’ havasıyla başka bir ahmaklığa girdi. MBK’nın Yüksek Adalet Divanı üzerindeki baskısı, başında olmuştur; tayin ederken olmuştur. Nitekim Yüksek Adalet Divanı Başkanı Salim Başol’un bir çıkışı vardır; ‘Adnan bey, sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor’ demiştir. Bu o kuvvetin havasında olduklarını gösterir. Yassıada’da mahkeme kararları açıklamadan dört ya da beş gün evvel İstanbul’da şu olay yaşandı: Bir ihtimal idamın bir kişiye veya üç kişiye verileceği düşünülmüyordu. İdam 15, 20, 50 kişi neyse onlar asılacaklar zannediliyordu. İstanbul Emniyet Müdürü Nevzat Eralp, Örfi İdare Kurmay Başkanı Emin Aytekin’i arayarak, ‘Ben yirmi - yirmi beş kadar celladı nereden bulabilirim, bir hayli de darağacı yaptırmak lazımmış. Sordum, İstanbul’da bir tek cellat var.’ diyerek dert yanmış. ‘Böyle bir hazırlık yap’ demişler. ‘Cellat bul’. Çünkü son dakikada idam kararı verilir ve tasdik edilirse, bir hafta da cellat beklenirse iş uzar. Biran evvel çabuk olsun havasını düşünmüşler herhalde. Bana Emin Aytekin anlatmıştı. Kurmay Başkanı Emin beye soruyorlar, ‘Ona böyle böyle bir şey var’ diyor Emniyet Müdürü Nevzat bey. ‘Nerden çıktı. Şimdi geliyorum’ diyor Emin Aytekin. Oradan çıktı bana geldi. Anlattı bunu. Sapsarıydı ve hırs içindeydi. Emin bey, hemen giriyor Emniyet Müdürü’nün odasına. ‘Ver bu emri’ diyor. Müdür gösteriyor. Yazı Milli Birlik’ten geliyor. Emin Bey, ‘Bunu almamış olacaksın’ diyor. ‘Sorumlu benim’ diyor. ‘Katiyen hiçbir şey yapmayacaksın’ diyor. “

‘GÂVUR SUBAYLAR SÖYLENTİSİ ÇIKINCA, ASKERLER RADYODAN MEVLİT YAYINI YAPTI’

“Turhan Çağlar’dan evvelki radyo kumandanı, kendisine 'Fişek Kenan' denen, sertliği ve asabiliğiyle tanınan bir zattı. O vilayete gelmiş, vilayette beni istemiş. Vali Refik Tulga Paşa'ya demiş ki; ‘Bedii Faik beyi radyoya götürelim. Ondan bazı şeyler öğrenmek isterim’. Refik Paşa da beni davet etti. Gittim. Bana bir mektup gösterdi. Mektup Erzurum’dan radyo kumandanının bacanağından geliyor. Bacanağı da diyor ki; ‘Size gâvur subaylar diyorlar, halkın arasında dinsizsiniz diye çok lakırdı geçiyor, buna bir çare bulun.’ O da ‘Ben de Milli Birlik Komitesi ile konuştum. Camilerde mevlit okutacağız’ dedi. İyi ama ‘Orada ya Menderes’e dua ederlerse, ya rahmet okurlarsa? Siz buna çok kızarsınız’ dedim. ‘Ne yapacağız?’ dedi. ‘Gayet basit’ dedim. ‘Stüdyoda son derece rafine bir mevlit yaparsınız. Bir liste yapacağımı söyledim. ‘Mesut Cemil beyi çağırırsınız’ dedim. O musikiyi çok iyi bilir. ‘Münir Nurettin’i çağırın’ dedim. ‘Necmi Rıza, Hafız Zeki Altın böyle yaparız’ dedim. Bir duayı da Behçet Kemal Çağlar ile ben yazdım. Münir Nurettin’i hemen çağırdılar. Zavallı korku içinde geldi. Münir Nurettin, ‘Bedii bey nedir bu başıma gelen?’ dedi. Mevlit okumak istemedi. Onun eskiden pek az yaptığı bir iş. Mesut Cemil’e teslim ettik. Ondan sonra harika bir mevlit oldu. Fevkalade de takdir gördü. Bana teşekküre geldiler. Önce camilerde üniformalı bulunmasın istediler. Herhangi bir reaksiyon olur falan gibi. Sonradan tersine yaptılar. Üniformalı gitsin diye.”

'DARBEYE DESTEK VERDİM AMA ÇOK HAYAL KIRIKLIĞI YAŞADIM’

“Ben 27 Mayıs’a destek verdim. Sonra çok hayal kırıklığı yaşadım. İlk kırılış resim satışından başlamıştır. Dolmabahçe’deki İrtibat Bürosu, ‘Düşükler’in Yassıada’daki resimleri açık artırma ile satışa tabi tutuluyor’ diye bir ilan yayınladı. Ordu Foto Film bürosu vardı. O çekiyordu fotoğrafları. Hiçbir gazete fotoğrafçısı sokulmuyor oraya. Bunu alıyorlar ve açık artırma ile satışa sürecekler. Bu bana çok fena dokundu. Bu son derece ahlaksız bir iş geldi bana. Ve ‘iğrenç’ diye yazmışımdır. Niye yaptılar bilmiyorum. O sırada istedikleri parayı istedikleri yerden alıyorlardı. İrtibat Bürosu çift maaşlıydı. Karayollarının ne kadar arabası varsa emirlerindeydi. İki kişi gittiler, çek defterlerini ceplerine koyarak. Bir tanesi Hürriyet’in zengin patronu Erol Simavi, diğeri de Yapı Kredi’nin sermayesine dayanan Hayat mecmuası sahibi Şevket Rado. En fazla 100 bin liraya çıkmışlardır. Ben o gün yazı yazdım. ‘Hiçbir resmi koymuyoruz. Bundan utanın’ dedim. Telefonda beni tehdit edenler oldu. Asker ağzı bellidir. Sesinin tonundan bile bellidir. Kim olduğunu bilemediğim insanların, ‘Sana da göstereceğiz, sana da sıra gelecek’ tehditlerine hiç aldırmadım. Ama akşamüstü bize bedava geldi o fotoğraflar. Bu son derece dokunmuştur bana. Bunu yaptığım zaman da hemen tehdide başlamaları nokta koydurdu. Üç gün sonra Cemal Gürsel paşa İstanbul’a geldi. İstanbul’da bir basın toplantısı yaptı. Ben de gittim toplantısına. Anlattıktan sonra, herkes bir şey soruyordu. Ben de parmağımı kaldırdım ve dedim ki, ‘Bugün yapılan Balmumcu hareketi vs. bunu nasıl bağdaştırıyorsunuz?’ Gürsel Paşa gayet mertçe dedi ki, ‘Bağdaştıramıyorum, bunu arkadaşlarla konuşacağım. Bunda herhalde başka bir tedbir meselesi var. Onu öğreneceğim.’ dedi. Teşekkür de etti. Ben de memnun kaldım. Orada subaylar duruyorlardı. Hepsi kafalarını salladılar.

Bir defa müthiş sola kaydıklarını gördüm. Bankalara el koydular. Gizli kasanıza el koydular. Çok şey çıkaracağız havasına girdiler. O tabi büyük bir faciaydı. O bütün iş âlemini yılgınlaştırdı. Şimdi bir memlekette iş âlemini bir iktidar yılgınlaştırdı mı, ekonomiyi katiyen tutamaz elinde. O hep başka sahalara kayar. Nitekim öyle oldu.”

'MBK ÜYESİ CADİLLAC’TA ÖLDÜ'

“Ankara Valisi İrfan Paşa vardı. Aynı zamanda Milli Birlik Komitesi üyesiydi. Bu paşa otomobil kazasında vefat etti. Kaza yapan otomobil de Cadillac’tı. Şimdi Demokrat Parti kötülenirken, hep Cadillac’ı söylemişlerdir. O zaman Cadillac devlet suiistimalinin, müsrifliğinin sembolüydü. Ben de, ‘İhtilalcisi Cadillac’ta ölen bir memleketiz biz’ diye yazdım. Çok sinirlendiler. Bir kısmı ‘Bizim devrimizde gazete kapatması olmaz’ demişler. O zaman ‘Bedii Faik’i misafir edelim’ diyenler olmuş. Uçak müsrifliği de var o dönemde. Abdi İpekçi’nin Ömer Sami Coşkun ile yazdığı bir kitabı vardır. O kitapta yazılıdır o. Orhan Erkanlı’ya diyorlar ki; ‘Türk Talebe Birliği’nden gelenler var, bunlar Ankara’ya uçakla dönmek istiyorlar.’ O da, ‘Öyle zırt pırt uçak olmaz, trenle dönsünler, olmazsa yol paralarını verin’ diyor. O sırada bir Milli Birlik Komitesi üyesi geliyor, İstanbul’a gideceğini söylüyor. Askeri uçak ona ayrılıyor. Kendi başına biniyor, gidiyor. Çocukları almıyor. Bir gün İstanbul Üniversitesi’ne bir mesele için uğramıştım. Profesör Hüseyin Nail Kubalı telefon ediyordu. ‘Beni askeri havaalanından alacaklar değil mi? O zaman uçağı oraya gönderin. Ben giderim.’ Diyordu. Ben, ‘hoca güle güle’ diye takıldım. Beş dakika sonra Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, telefon etti. Ankara’ya gitmek üzere askeri uçak istedi. Ayrı uçaklarla gidiyorlar. Beraber giderlerse olmaz. Birbirlerine zıttılar çünkü. O profesörler istedikleri anda askeri uçakla gidebiliyorlardı. İlk günlerde herkes idealisttir, herkes kahramandır, herkes dürüsttür. Ama günler geçtikten sonra birtakım şeylerin kokusu gelir. Ben Demokrat Parti zamanında gördüğüm her anormalliği orada da gördüm. Demokrat Parti ne yapıyorsa, askerler de aynısını yapıyorlardı.”

'DÜŞÜKLER YASSIADA’ DA FİLMİ YANLIŞTI'

“Düşükler Yassıada filmi gerçekten bir faciadır. Darbeden zannediyorum 5-6 ay sonra hazırlandı. Bu film ordu film merkezi tarafından yapılmıştır. Adamları giydirmişlerdir. Öyle gitmediler Yassıada’ya. Elbiseleri geldi, giydirdiler. Celal Bayar’ın intihara teşebbüsü o vaka ile olmuştur. Bu filmden bahsediliyordu. İşte Melek ve İpek Sinemalarında oynatılacağı söyleniyordu. Ben ‘Bir şeyi düşünmediniz mi?’ dedim. ‘Ne gibi?’ dediler. Halktan birisi, ‘Yaşasın Adnan Menderes’ diye bağırsa ne yapacaksınız?’ Tespit edemezsiniz, tevkif edemezsiniz. Çabucak kaldırdılar filmi. Sinemaya ben gitmedim, bazı arkadaşlarım gitmişler. Orada bütün duvar diplerinin asker ve polislerle dolu olduğunu söylediler.”

'ALİ FUAT BAŞGİL İSVİÇRE’YE KAÇMAK ZORUNDA KALDI'

“Bir Ali Fuat Başgil hadisesi vardır. İzah edilmesi mümkün değildir. 27 Mayıs’tan sonra Ali Fuat Başgil İsviçre’ye kaçmıştır. Cumhurbaşkanlığı seçimi var, aday oldu. Kazanacağı muhakkak. Kendi yaptıkları Anayasayı çiğneyerek Milli Birlik Komitesi’nden General Fahri Özdilek ve Sıtkı Ulay geldi tehdit etti. Adamı aldılar götürdüler istifa ettirdiler. Cumhurbaşkanının kendilerinden olacağını İsmet Paşa’ya, Osman Bölükbaşı’na ve Ekrem Alican’a, parti başkanları bunlar, imzalattılar. Protokol budur. Bunların hepsini şimdi anlıyorum. Devlet tecrübesi son derece mühim bir şeydir. Bugünkü iktidarın da tecrübeyi hiç hesaba katmayarak hareket etmesi son derece tehlikeli bir şey.”

'RADYO SPİKERLERİ MENDERES’İN NUTUKLARINI İYİ OKUYOR DİYE HAPSE ATILDILAR'

“Radyo spikerlerini iyi okuyor diye, Can vardı bir tane, onu hapse attılar. Adnan Menderes’in nutuklarını radyo gazetesinde veya haberlerde çok candan okuyorlar diye hapse atılanlar oldu. Radyo gazetesi spikeri Hikmet Münir’i hapse tıktılar. Ona çok itiraz etmişimdir. Mesela Bal Mahmut’u almışlardı içeriye. Celal Bayar’ın yakını diye aldılar. Bal Mahmut çıktığı zaman Kabataş’taki araba vapuru iskelesinde karşılaştım, bana orada, ‘Ben artık Bal Mahmut değil; mum Mahmut’um’ dedi. Balmumcu’dan çıktığı için.“

'27 MAYIS’TA EN ÇOK ORDU ZARAR GÖRDÜ'

“27 Mayıs’tan en çok ordu zarar görmüştür. Talat Aydemir gibi bir adam asılmıştır. İdamlar vardır. Fethi Gürcan mesela asılmıştır. 3 bin küsur subay emekli edilmiştir. İstikballeri söndü. İadeyi itibar için on yılda bir darbe yapmak zorunda kaldılar. Darbelerde en büyük zararı darbeciler görür. Karşısındakiler elbette zarar görmüşlerdir. İnsan israfı vardır. Ordunun kimyası bozuldu. Mesela bir akşam bir ahbabı ziyarete gitmiştik. Kapının zili çaldığı zaman evdeki çocuk masanın altına giriyormuş. Babası DP’den milletvekiliydi. 27 Mayıs gecesi evi basılmış. Hala düzelememiş çocuk. O gün çok fena olmuştuk. O günü hiç unutmam. Eşimin ağlayışını hiç unutmam.”

'DP TECRÜBESİZ OLARAK GELDİ'

“1946 seçimi hileli bir seçim olmuştu. Eğer o hile yapılmasaydı, Demokrat Parti o seçimde istediği neticeyi alabilseydi zaten iktidara geçebilecek kadar adayı yoktu. Ama bir muhalefet tecrübesi edinecekti. Bundan mahrum kaldı. 1950’de tamamen geldi ama tecrübesiz olarak geldi. Celal Bayar, Koraltan vs. vardı ama onlarınki de tek parti tecrübesiydi. Hepsi birden o tecrübesizler memlekete hâkim oldular. Evvela vaatlerini yapar gibi göründüler, ama sadece bir miting coşkusu içerisinde memleketi sürükleyip götürdüler. Birden bire tek olmak sevdasına düştüler. Ve o hale geldi ki, isterseniz şeriatı getirirsiniz, isterseniz ‘Odunu bile milletvekili yaparım’ havasına girdi. Tahkikat Komisyonu kendi ipini hazırlama komisyonu olarak görülebilir. Komisyona ben rahatsız olduğum halde tevkif edilerek 1 numaralı komisyona getirildim. O komisyona ‘idamlıklar’ adı verilmişti. Ben daha yazılmamış kafamda tasavvur ettiğim “Tekelonya Cumhuriyeti” isimli kitabımın reklamını, ilanını yaptım. O kitap yasak edildi. Hüseyin Cahit Yalçın tutuklandığında 90 yaşındaydı. Darbede AKİS dergisinin tesiri olmuş olabilir. Çünkü bu dergi İsmet Paşa’nın damadının. Bu dergide ne yapılırsa İsmet Paşa’ya bağlanıyormuş gibi algılanıyordu. O bakımdan ehemmiyeti olmuştur. Bizim aklımıza darbe o dönemde hiç gelmiyordu. En ateşli muhalif bizdik. Biz ordu müdahalesi diye bir şeyi tasavvur edemezdik. O dönemin solcu yazarlarının bazılarının hatıraları vardı. Hepsi cuntacılarla beraber olduklarını söylemişlerdir. Ama bir övünüşün içinde oldukları da muhakkaktır. ‘Ordu bizle beraber, ordu şudur, ordu budur’ havasına girmişlerdir. “

'LÜZUMSUZ SERTLİKLER YAPMIŞIM'

“Bugün darbeleri bilen insanlar olarak, darbelerin üzerinde konuşmak çok ayrı bir meseledir. Darbenin ne olduğunu bilmeyen, darbeyi hayal bile etmemiş, savaş görmemiş, herhangi bir ihtilaf görmemiş bir neslin o zamanki darbe anlayışını anlaması çok ayrı işler. Bir hareketi çok benimsersiniz, evvela çok coşku ile beraber olabilirsiniz ki bu ihtilal böyle olmuştur. 27 Mayıs’a gelen hadiseler, o zamanki iktidarın baştan aşağı kusurudur. Benim 300 küsur davam vardı. Onlardan en aşağı yüzde 10’undan mahkûm olsaydım ben ebediyen hapis yatardım. İhtilal olduğu zaman hepsi silindi bunların. Birden bire bütün davalar silindi. Ben Celal Bayar’a ‘Demokrat Parti’nin avukatlığını yapıyorsun’ dedim diye gizli celsede 6 aya mahkûm oldum. Darbeden sonra geldiğim zaman Celal Bayar’a ‘zalim’ deme hakkını verdiler bana. İstediğini söyle dediler. Düşünün siz, oradan buraya geçiyorsunuz. Öyle bir nehir ki bu, önümüzdeki seti kaldırmışlar, birden bire akıp gidiyor, gürlüyoruz. Bunun yatağına girmesi için zaman lazım. Sonra yatağımıza girdik. Yatağımızda akarken sonra arkamıza baktık. ‘Vay anasını amma yıkmışız, ne dağ, ne taş bırakmışız ’ dedik. Lüzumsuz sertlikler yapmışım. Lüzumsuz haksızlıklar yapmışım; ama bugün aynı şartlar olsa yine öyle olacağım bellidir. Bu insana bir hüzün de veriyor.”