Dünyayı kucaklayan Erdoğan
Alman Bild gazetesine verdiği demeçte, uyum politikasından bahsederken şöyle şöylemiş Başbakan Erdoğan...
Alman Bild gazetesine verdiği demeçte, uyum politikasından
bahsederken şöyle şöylemiş Başbakan Erdoğan...
''Türk genci Türkiye'den bir kız severse, bu bir hata
olarak görülüyor. Çünkü; Alman hükümeti bu kadınların, önceden
Almanca öğrenmesini istiyor.
Söyleyin bana sevgi hangi dili konuşuyor?
Genç insanların sevgisi, bir düzenleme ile, sadece Almanca
uygulaması ile olamaz. Hayır ! Kim Almanca bilmeyi en önemli şart
olarak belirlerse, insan haklarını ihlal eder. AB yönetmeliklerinde
böyle şartlar yok. Böyle şeyler bizi üzer''....(demiş)
Avrupa' da doğmuş, gelişimini tamamlamış, eğitimini de, orada almış
gençler, yine Avrupa'da doğmuş/büyümüş gençlerle yaptıkları aile
birliklerinde, uyum sağlayabiliyorlar.
Birçok sebepleri var; iki kültür arasında harmanlanıyor bu
gençler...
Avrupa'da doğan çocuklar Türkçe'den çok, artık hangi Avrupa
ülkesinde yaşıyorlarsa oranın dilini konuşurlar.
İki kardeş aralarında konuşurken dahi Türkçe'yi kullanmazlar. Evde,
okulda, eğlencede, sokakta, çok nadir Türkçe konuşurlar.
Son iki jenerasyonun, dil bilmeme sorunu artık yok ama şu bir
gerçek ki, kendilerini, okulda hangi dil ile eğitim alıyorlarsa, o
dille daha iyi ifade edebiliyorlar. Diyelim, Almanya'da yaşıyor bu
genç; Almanca düşünüyor ve Almanca kendisini daha iyi ifade
edebiliyor. Buradan baktığımızda, ilk etapta dil sorunu var.
Almanca düşünen ve kendini bu dille ifade edebilen bir genç, diğer
taraftan, Türkçe düşünen ve bu dille ifade edebilen ithal
gelin/damat adayı...
Diğer taraftan, Türkiye'de yetişen gençler, daha kıvrak zekalı(!),
yarışmacı, hırslı, agresif,farklı, idealist, inatçı, duygusal iken,
Avrupa' da yetişenler, daha , yarıştan uzak, rahat, özgüveni
yüksek, üniversite telaşı olmayan gençlik(tir).
Dolayısıyla; Avrupa'da ve Türkiye'de yetişmiş gençler arasında çok
büyük farklar vardır. Avrupa'da yetişen gençler, ancak orada
yetişenlerle uyum sağlayabiliyorlar.
Diyelim ki; Başbakanımızın dediği gibi; Türk genci, Türkiye'den bir
kıza aşık oldu.
İşte tam burada sorunlar başlıyor. Alman hükümeti, aile birliğinde,
Almancayı şart koşuyor ve zorluklar çıkartıyor. Türkiye'den
Avrupa'ya gelen''ithal gelin/damat'' adayı da buraya geldiğinde
birçok zorluklarla karşılaşıyor.
Biz bu teorilerin ardından koşarak giderken...
Başbakan Erdoğan Bild gazetesine, beni de şaşırtan ama sonradan,
düşünmeye iten bir şey söylüyor;
''Söyleyin bana sevgi hangi dili konuşuyor'' ?
Diyor...
Ben inanıyorum ki; Başbakan Erdoğan bu çıkışlarıyla tarihe
geçecek.
Dünyada yasalar, kanunlar, şartlar, otorite, şu/bu işlerken ve
bunlar üzerine binalar atılırken, o sevgiden, insan haklarından,
bahsediyor ve en şaşırtıcısı etkilide oluyor!
Erdoğan Tempodrom'daki konuşmasında, ''dünya
küçüldü'' derken, bunda kendi etkisi olduğunun da
farkında...
Almanya' ya göçün 50. yıl kutlamaları dolayısıyla Almanya' ya giden
Erdoğan, sanki yan komşuya çaya gitmiş gibi bir rahatlıkla
konuşuyor.
Terörü şikayet ediyor. Yanımızda olun diyor. Hep beraber yenelim
diyor. Tek sorumlu PKK değildir diyor. Bu terör örgütüne
maddi/manevi yardım sağlayan herkes suçludur diyor, bir nevi hesap
soruyor. İnsan haklarından bahseden Avrupa'yı yerden yere
vuruyor.Duygusal konuşarak vicdanlara sesleniyor. Ve teröre karşı,
ortak bir mücadele platformu oluşturmaya çağırıyor.
Diğer taraftan, Avrupa'nın ciddi bir dar boğazdan geçtiği şu
günlerde,Türkiye ekonomisinin istikrarlı bir şekilde büyümesinin
altını çiziyor. Güçlüyüz mesajı veriyor.
Türkiye bugün tüm dünyada yoksulların, mazlumların umudu,
kimsesizlerin sesi/nefesi haline geldi diyerek, Avrupa' da yaşayan
Türklere'de seslenerek, arkanızda çok güçlü bir ülke var, endişeniz
olmasın, var gücümüzle, imkanlarımızla yanınızda olmaya çalışacağız
diyor. ( Oradaki eğitimli yeni jenerasyonun, Türkiye için gelecekte
büyük bir güç olduğunu biliyor)
Yine, Alman hükümetine seslenerek, entegrasyonun tek taraflı değil
çift taraflı olması gerektiğinin altını çiziyor. (Senelerdir
aşılamayan tartışma konusu)
Almanca öğrenmenin önemi kadar, Türkçe'ninde öğrenilmesinin
gerekliliğini vurguluyor.( Artık Türkçe'ninde önemli bir dil
olduğunu hatırlatıyor, Almanca'dan daha önemli demiyor, ana dil ne
kadar iyi olursa Almanca'ya daha vakıf olunacağını belirtiyor )
Avrupa'da ki gençlerin, asla asimile olmadan, kimliklerini
unutmadan, uyum sağlamalarının da altını çiziyor.
Almanları Türk vatandaşlığına davet ederek, ''biz de artık
büyük bir gücüz'' mesajı veriyor.
Federal Alman İç İşleri Bakanı Peter Friedrich, çifte vatandaşlığın
uyumun önünde engel teşkil edeceğini söylesede, Erdoğan; çifte
vatandaşlık konusunun üstüne gidilmesi gerektiğini savunuyor.
Başbakan Erdoğan, ''Siz asla yalnız değilsiniz''
diyerek, Dışişleri Bakanlığımız, büyükelçiliğimiz,
konsolosluklarımız, her zaman yanınızda olmaya devam edecek
diyor.
Ayrıca; ''nerede bir vatandaşımız, biz oradayız''
sloganıyla, Yurtdış Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığını
kurduğunu söylüyor.
Yine, Alman Bild gazetesinde Almanya cumhurbaşkan Christian
Wulff'un geçen yıl söylediği, ''İslam Almanya'ya
aittir'' ifadesi ile bir tartışma yarattığı sorusuna
''Almanya' da beş altı milyon Müslüman yaşıyor. Aynı
şekilde Türkiye'de yaşayan Hıristiyanlar ve Museviler de Türkiye '
ye aittir. Bu cümleyi medeniyetler ittifakı oluşturmaya
çalıştığımız dünyada önemli buluyorum'' diyerek, çok güzel
bir cevap veriyor.
Erdoğan'ın Tempodrom'daki konuşması ve Alman Bild gazetesine
verdiği demeçten alıntılarda gördüğünüz gibi, kendisi,
konuşmalarıyla, tavrıyla, verdiği cevaplarla,meydan okumasıyla,
duygusallığıyla, Almanya'yı bir nevi fethediyor.
O yeni dünyanın, şahsına münhasır bir lideri...
Son dönem dış politika ile ilişkilerine baktığımızda, ben
''dünya liderliğine'' oynayan bir başbakan
görüyorum.