BIST 9.390
DOLAR 34,43
EURO 36,34
ALTIN 2.842,20
HABER /  DÜNYA

Dünyanın çivisi çıkıyor!

Dünya kapitalizmi, küreselleşme ile birlikte tam bir eksen kayması yaşıyor.

Abone ol

İki hafta önce Fransa'da iş yasası için başlayan gösteriler, genel grevle sonlanan toplumsal bir başkaldırıya dönüştü. Avrupa kendisine yeni bir yol arıyor. Esasında bu arayış yalnız Fransa'da değil, tüm Avrupa'da uzunca bir süredir var. Dünya kapitalizmi, küreselleşme ile birlikte tam bir eksen kayması yaşıyor.

Üretim, Batı'dan ücretlerin ve kaynakların daha ucuz olduğu Doğu'ya kayarken, Batı'nın sarsılmaz sanılan refahını da yerinden oynatıyor. Öte yandan küreselleşme, bölgesel eşitsizlikleri daha da artırıyor. Sermaye belli noktalarda belli ellerde giderek artan bir hızla toplanıyor. Artık İtalya'nın güneyi, İspanya'nın Bask'ı, İrlanda'nın kırları, Türkiye'nin doğusu eskisinden daha yoksul, daha işsiz. Metropoller bu yüzden yoğun göç alıyor. Paris'in banliyöleri Kuzey Afrikalı, Hintli, Çinli, Türk genç göçmenlerle dolu. Ama aynı şey Berlin'de de, New-York'da da, İstanbul'da da var. Artık ABD ve Avrupa dış ticaret açığı veriyor, yani daha az üretip daha çok tüketiyorlar. Tükettikleri de Doğu'dan geliyor. Onların tükettiklerini üreten Doğu, doğrudan sermaye girişleri ile büyüyor ama bu büyüme, çarpık gelir dağılımını daha da çarpıtmaktan başka bir işe yaramıyor.

Batı, 150 yıldan beri ilk defa dünya GSMH'inde yüzde 50'nin altına düştü. Kısaca dünyadaki eşitsizlik artıyor ama eski geleneksel gelişmiş uluslar - azgelişmiş uluslar ayrımı giderek tarihe karışma yolunda. Bunun yerine bölgesel eşitsizlik ve yoksullaşma geçiyor. Bu önemli bir değişim. Dünyanın çivisini yerinden çıkartacak kadar önemli bir değişim. Yani Paris'in banliyösündeki işsiz göçmen ne kadar endişeliyse, İstanbul ve MeksikoCity'deki işsiz de o kadar endişeli ve çaresiz. Hiç şüphesiz Batı'daki kişi başına düşen milli gelir ile Doğu arasında halen çok büyük fark var; altyapı ve diğer sosyal hizmetlerden yararlanma imkânları da şimdilik kıyaslanamaz ama ulusların eşitsizliğinden bölgelerin eşitsizliğine geçiş bir küresel eğilim ve artarak devam ediyor. Sermaye kendine ulusal pazarlar yerine kıtasal pazarlar yaratıyor ve bu kıtasal pazarların merkezlerinde birikiyor. Yani artık ulusal pazara ihtiyacı yok ve bu yüzden onun her köşesine gitmek gibi bir külfeti de olmuyor. Tabi devlet de oralara sosyal yatırımları yapmak gereğini güvenlik saiki dışında duymuyor. Örneğin Diyarbakır 1965 yılında GSMH'deki payı açısından 43. sıradaymış. Bugün Diyarbakır 81 il içinde 63. sırada. Diyarbakır 1965 yılında, milli gelirden yüzde 0.78 pay alırken, nüfusu 400.000 bin, 2000 yılı itibariyle Diyarbakır'ın milli gelirden aldığı pay yüzde 1.15, nüfus ise 1.362.708.. Bir ilginç rakam daha; Kırklareli 1965 yılında Diyarbakır'la aynı sırada, 2000 yılında Kırklareli 11. sırada, Diyarbakır ise 63. sırada. Günümüzden devam edelim; Diyarbakır nüfus açısından 10. ilimiz; yine Diyarbakır, okur yazar nüfusu açısından 75., on bin kişiye düşen hekim açısından 55., ilköğretim okullaşma oranı açısından 49. sırada. Diyarbakır bebeklerin en çok öldüğü 8. il. Bu rakamları çoğaltabiliriz, bu rakamlar tabi yalnız Diyarbakır'la bitmiyor. Tüm bölge illeri aynı durumda. Türkiye'de resmi işsizlik rakamı yüzde 11 ama bu oran Doğu Anadolu'da yüzde 25'lere kadar çıkıyor. Yani her dört kişiden biri işsiz. Hiç şüpheniz olmasın bu önümüzdeki günlerde daha da artacak. Bu anlamda Diyarbakır'da geçen hafta olup bitenlere, herkesin, bu rakamların çerçevesinde bakmasında yarar var. Diyarbakır'da 12 bin civarında sokak çocuğu olduğu söyleniyor. Bu çocuklar, sürekli göç alan ve hane başına 5 çocuğun düştüğü bir kentteler ve bu kent okullaşma oranı açısından 49. sırada. Gösterilerde o çocuklardan ikisi başından vurularak öldürüldü. İşte bu durum çivinin çıktığı andır. Siz ilkokula yollayamadığınız bir çocuğu, taş atıyor diye başından vurup öldürüyorsanız çiviniz çıkmıştır. İstanbul'da okur-yazar oranı yüzde 93.39, Diyarbakır'da yüzde 69,57. Elde edilen gelirde de İstanbul iki kat önde. Yani her açıdan aradaki fark iki kat. Bu farklılık ulusal bir bütünlüğü değil, bir ayrışmayı anlatıyor. Ama yukarıda vurguladığımız gibi bu ayrışma tüm dünyanın sorunu artık. Uluslar birbirine yaklaşırken, o ulusların gelişmiş bölgeleri ile gelişmemiş bölgeleri arasındaki fark artıyor. Yalnız Türkiye'de değil, tüm dünyada yeni bir döneme giriyoruz...

DÜNYA
FAİZ VE SİLAH
AMERİKA'da FED bekleneni yaptı ve faizleri 0.25 puan artırarak 4.75'e çıkardı. Kıtasal merkez bankaları likiditeyi çekmek konusunda kararlı gözüküyorlar. Bunun dışında Amerikan hazine kağıtlarının 10 yıl vadeli olanları da 4.80'i buldu. Petrol fiyatları yine yüksek; 66 dolar seviyesinde olan varil fiyatı önümüzdeki haftalarda 68 seviyesini test edecek. Bu rakamlar şu gerçeği bize söylüyor: Amerika, güçsüz ekonomisini ve doları, faiz ve petrolle ayakta tutmaya devam edecek. Bunun için de, başta Ortadoğu olmak üzere, gerilim ve savaş politikasını uzunca bir süre daha bırakmayacak. Japonya, Merkez Bankası'nın da desteğiyle eski günlerine dönmek üzere.

Nikkei geçen hafta rekor üstüne rekor kırdı. Öte yandan FED'in desteğini arkasına alan Nasdag da tüm hafta boyunca başarılı bir performans sergiledi. Dünya borsaları merkez bankaları ile birlikte hareket ediyor artık. Brezilya, Türkiye gibi piyasalardan para çıkışı oldukça temkinli.Yerel paralar geçen hafta bir parça değer kaybettiler ama bu piyasalarda yabancılar uzun vadeli pozisyon aldığı için sert çıkışlar olmuyor. Önümüzdeki günlerde de beklenmemeli. FED hâlâ enflasyondan korkuyor. Aslında bu korku doları eskisi gibi satamama korkusu. Bunun için de tüm dünyayı faizleri artırmakla tehdit ediyor. Amerika kendisini ayakta tutabilmek için zaten iki şeye başvuruyor; faiz ve silah...

TÜRKİYE EKONOMİSİ...
TÜRKÜM, İŞSİZİM, BÜYÜYORUM.. İLKÖNCE işsizlik rakamları geldi. Resmi işsizlik oranımız yüzde 11.2. Ancak bu rakam hem tarımda hem de kentlerde daha yüksek. Yalnız tarım da 2 milyon kişi işsiz kalmış. İşsizliğin hem sanayide hem de tarımda artan bir eğilime girdiğini söyleyebiliriz. İşsizliğin artacağını herkes bekliyordu ama 2005'in son çeyreğinde 10.2 büyüme kimse beklemiyordu. Kısaca Türkiye 2005 yılında 7.6 büyümüş oldu. 2004 deki 9.9 luk büyüme gibi olmadı ama yine de parmak ısırtacak bir gelişme. Bu arada kişi başına düşen gelir de 5.080 doları buldu. Bu rakamlar doğru mu; doğruysa neyi ifade ediyor?. Bir kere rakamlarda TÜİK'in bir revizyonu olsa da Türkiye'nin büyüme rakamları her sene şaşırtıcı ve yüksek geliyor. Ve bu büyüme istihdama daha sonra da genel refaha yansımıyor. Örneğin sanayideki büyüme rakamları verimlilik artışından kaynaklı. Geçen sene sanayideki büyümenin istihdama katkısı yok denecek kadar az. 2005 deki büyüme ulaştırma, inşaat gibi istihdam sağlamayan sektörlerden geçiyor. Kurun elverişli olması dolayısıyla artan ithalat hizmet ve yan sektörleri sıçrattı. Öte yandan ocak-şubat dış ticaret açığı 7.2 milyar dolar olarak gerçekleşti. Dış ticaretten gelen kanama sürüyor. Bu bir ölçüde nasıl büyüdüğümüzü de gösteriyor. Dış açığı nasıl finanse ediyorsak öyle büyüyoruz. Borçlanarak. Bir de bize nasıl böyle büyüdüğümüzü anlatan bir başka veriye bakalım; Forbes'un dünyanın halka açık önde gelen 2000 şirketi arasında 14 Türk şirketi de var. Bu 14 şirketten beşi banka, biri finans, üçü holding; yani Türkiye'nin en kârlı ve büyük şirketleri teknoloji ve sanayi alanında değil. Mal varlıkları, piyasa değeri ve kârlılık açısından Türkiye, dünya ile ancak finans alanında yarışıyor. Borsadaki en kârlı şirketler banka ve finans şirketleri. Bunun en büyük nedeni Türkiye'nin bu büyümeyi son on yıldır sıcak para ve sermaye hareketlerinden sağlaması.

BORSA.
YABANCI TEDİRGİNLİĞİ.. BORSA, iki ay önce bulduğu 45000 seviyelerinden çok uzak. Merkez Bankası belirsizliği, Diyarbakır olayları, Sosyal Güvenlik Yasası'nın gecikmesi ve IMF'nin dikkat sinyalleri vermesi borsanın geri saymasının içteki nedenleri. Dışta ise FED'in faiz konusunda ısrarlı ve kararlı tutumu ve diğer merkez bankalarının da bunu takip edeceğinin anlaşılması Türkiye, Brezilya gibi piyasaları olumsuz etkiliyor. Nitekim B0-VESPA'da İMKB kadar olmasa bile, iki haftadır toparlanamıyor. Bu haftayı 42.911 seviyesinden kapatan İMKB, önümüzdeki hafta yine 43000 de tutunmaya çalışacak. Öte yandan yabancı yatırım bankalarının iki üç hafta önceki "al tavsiyeleri bugün tut ve sat" şeklinde. Merkez Bankası tedirginliği yabancılarda bizim sandığımızdan daha fazla. Çünkü Merkez Bankası "bağımsızlığı" olmadan borsanın da doğru dürüst işleyemeyeceğini düşünüyorlar. Morgan Stanley, Deutsche

Bank, JB Morgan söz birliği etmişçesine yayınladıkları raporlarda aynı konuya vurgu yaparak önümüzdeki günlerde alım önermediler. Ancak yine de İMKB'nin yüzde 66'sı yabancıların elinde ve yabancı oranının aynı seviyede kalacağı, ama önümüzdeki bir ay içinde de girişin pek fazla olmayacağı söylenebilir. Yabancılar bekle gör politikasına devam edecekler.

PARA VE FAİZ..
MERKEZ ŞAŞKINLIĞI.. MERKEZ Bankası Başkam'nın belli olmaması en çok para ve faiz politikasını etkileyecek gibi. Faizler 14 seviyesini gördü, ancak oradan dönerek 13.95'lerde kaldı. Para Kurulu ise daha da kafaları karıştırdı. Tüm dünya faiz yükseltme ya-rışındayken faizlerin düşme ihtimali, yükselme ve sabit kalma ihtimalinden daha yüksek deyiverdi. Tamam hükümetin ve muhtemelen yeni Merkez Bankası Başkam'nın faiz düşürme konusunda ısrarı olacak; ama insan bunu yapıp yapamayacağını anlamak için başını kaldırıp etrafına bir bakar. Para Kurulu çok erken davranıyor. Bileşikler 14'ü görmüşken Merkez Bankası'nın faiz düşürme hevesi pahalıya mal olabilir. Dolar önümüzdeki hafta yine 1350 seviyesini test edecek. Altın 582'de. Avro değer kazanıyor. Petrol 66 seviyesinde, 68 kritik eşik. Bileşiklerde, Merkez Bankası, Diyarbakır gerginliklerine ve IMF'nin "bu işler olmuyor" fırçası eklenirse 14'ün de üstünü görebiliriz.

Birgün