Dünya nüfusu azaltılacaksa kimden başlamalı
Bizim ülkemizdeki orta sınıf da batı toplumları ile benzer şekilde ekolojik sorunlar ve besin dağılımındaki adaletsizlikler için altta kalanı suçluyor. Peki gerçekten öyle mi?
Bir önceki yazıda, yeni orta sınıfın dünya görüşünden bağımsız olarak dünya nüfusu artışı ve besin sıkıntısı konusunda kaygı duyduğunu dile getirmiştim. COVID-19 salgını kapsamında bu dakikaya kadar yaşananlara dair gözlemlediğim ve sosyal medyadan takip ettiğim kadarı ile bu yeni genç orta sınıf ile ileri yaşlarda ve düşük sosyoekonomik düzeydeki insanların virüs gibi acil konularda ve hijyen, gıda ve beslenme gibi uzun vadeli kaygılar ve önlem noktasında tamamen farklı refleksler taşıyor.
2050 yılını görecek kısmen daha yüksek refah seviyesine sahip bu neslin, artan dünya nüfusuna dair ve özellikle dünyanın bu kadar insanı besleyip beslemeyeceğine dair kaygıları var.
Bu bağlamdaki kaygıların ve tartışmaların büyük çoğunluğunun arkaik olduğuna dair bir yazı yazmıştım. Gelen yorumlar ve şahsi tartışmalar bunu pekiştirdi.
İnsanların dünya üzerinde korkunç düzeyde büyük bir ayak izi var ancak bu konudaki asıl sorunlar ıskalanarak sürekli olarak 1980lerden kalma bir takım ezberler ve gerçek olmayan sorunlar üzerinden çevre dengesi tartışılıyor. Orman tahribi ve erozyondan ziyade atmosferik karbon artışı ve iklim değişiklikleri daha acil gündem. Aynı şekilde dünya nüfusu ve besin ihtiyacı değil bu besini üretirken ve tüketiciye ulaştırırken kurduğumuz zincirdeki sorunlar daha önemli ekolojik sorunlar ki bunları büyük oranda önceki yazılarda dile getirmiştim.
Gelelim asıl soruya: Dünya kaç kişiyi besleyebilir?
Bu soru bir süre bilim insanları tarafından irdelendi ve her biri farklı rakamlara ulaştı. Dünyanın en fazla 2 milyar insanı besleyeceğini hesaplayan da oldu, bir trilyon insanı besleyebileceğini hesaplayan da. Ancak bu tartışmanın anlamsızlığı işi rakamlara dökülünce ortaya çıktı. Çünkü dünyada birim alanda üretilen besin her yıl artıyor. Giderek daha yoğun tarım pratikleri ile verimi arttırılmış tohumlar sayesinde daha az alanda daha çok besin üretiyoruz. Bugün itibari ile çiftçiler tüm dünya nüfusunun ihtiyacının 1.5 katı kadar besin üretiyor. Yani şu an 11 milyar insanı besleyecek kadar besin zaten üretiliyor dünyada.
En önemli sorunumuz sanıldığı gibi besin üretme sorunu değil. Dünyada herkese yetecek kadar besin var. Dünya nüfusunun pik yapacağı düşünülen 2050 yılına dair projeksiyonlar bile bu insanlara yetecek kadar besin üretileceğini ortaya koyuyor…
Ayrıca nüfus artış hızından daha hızlı bir şekilde de bitki ve hayvanların verim ve kaliteleri arttırılıyor. Besin üretme sorunu yok da besin üretirken doğanın ne kadar istismar edildiği büyük bir sorun olarak ortada duruyor…
Haliyle doğru soru, ‘dünyanın kaç kişi besleyebileceği’ değil, ‘kaç kişiye ekolojik olarak sürdürülebilir besin sağlayacağı’ olmalıydı. Besin üretirken/tüketirken çevreye verdiğimiz zarar konusunda bir dizi yazı yazmıştım. Ancak, yaşam stili ve tüketim alışkanlıklarımız yüzünden herkesin dünya üzerindeki ayak izinin büyüklüğü farklı.
Daha önceki yazılarda detaylandırdığım üzere besin çevre sorunlarını ham bir şekilde sadece dünya nüfusu üzerinden tartışmak yerine modern hayat tarzı ve tüketim alışkanlıkları üzerinden tartışmak ve bunu sayısal olarak ortaya koymak rasyonel bir başlangıç. Bunun için besin üretim istatistikleri değil karbondioksit emisyon değerleri daha anlamlı bir istatistik. Çünkü hem çevre kirletme hem de tüketim istatistiği sunuyor. Yüksek karbondioksit (CO2) emisyon değerleri daha çok tüketim ve çevreye daha fazla zarar vermek anlamına geliyor.
Dünyanın farklı coğrafyalarında aynı nüfusa sahip iki şehrin karbondioksit emisyon değerlerine bakıldığında aralarında uçurumlar olabilmektedir. İstisnası olmakla beraber fakir ülkelerde karbondioksit emisyon değerleri zengin ülkelere göre oldukça düşüktür. Hatta dünyanın bir çok bölgesindeki fakir topluluklarda insanlar neredeyse karbondioksit emisyon değerlerine hiçbir katkıda bulunmuyor. Buna karşın zengin ve gelişmiş toplumların karbondioksit emisyon değerleri yüksek seyrediyor ve zenginler dünya üzerinde oldukça büyük bir ayak izi bırakıyor.
Toparlayacak olursak, besin ve çevresel sorunların kaynağı gelişmekte olan ve nüfus artış hızı yüksek toplumlar değil nüfus azalması talep eden yeni orta sınıf ile gelişmiş toplumların yaşam stilleri ve tüketim alışkanlıkları.
Ekonomik olarak görece gelişmiş toplumlarındaki her bireyin sürdürülebilir bir ekolojik denge için ödevlerini yerine getirmesi gerekiyor. Bu ödevlerin başında ise sorumluluk almak ve sorunlarla yüzleşmek geliyor. Yapılması gerekenleri detaylıca daha önce buradan yazmıştım.
İnsanların bu yazılara verdiği tepkilerden anladığım kadarı ile bizim ülkemizdeki orta sınıf da batı toplumları ile benzer şekilde karbondioksit emisyon konusunda kendi payına düşen sorumluluğu yerine getirmek istemiyor. Bunun yerine ekolojik sorunlar ve besin dağılımındaki adaletsizlikler için altta kalanı suçluyor. Bu sebeple korona veya başka bir mekanizma ile dünya nüfusunun azalması gerektiğine inanıyor.
Neyse ki bu sorunu nüfusun azaltılması ile çözmek zorunda değiliz. Eğer öyle olsaydı nüfusu azaltmaya başlamak için ilk hedef bunu dile getiren görece zengin kesim olurdu.