BIST 9.627
DOLAR 35,20
EURO 36,64
ALTIN 2.958,60
HABER /  GÜNCEL

Dumanlı'dan, Ufuk Güldemir'e cevap

Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı, Ufuk Güldemir'in hakarete varan analizleri karşısında suskunluğunu bozdu ve okkalı bir cevap verdi.

Abone ol

Ekim’de yeni bir kavramla ilk defa bu kadar yakından yüz yüze geldik: Medya diplomasisi. Dakika dakika gelişmelerin izlendiğine, devlet adamlarının satranç oynar gibi hamleler yaptığına şahit olduk. Kapalı kapılar ardında yapılan gizli ve gizemli görüşmeler dönemi önemli bir oranda bitmişti artık. Kırmızı telefonlar eskisi kadar çalmıyordu. Günlerce süren görüşmelerin diplomatik trafiği eskisi kadar hissedilmiyordu...


3 Ekim 2005 bütün dünyaya ispat etti ki, uluslararası ilişkiler klasik teamüllerini bir kenara bıraktı ve yeni bir ilişki biçimi oluşturdu. Manzarayı hatırlayın lütfen: 17 Aralık’ta alınan karar gereği Türkiye ile müzakereler 3 Ekim’de ya başlayacak ya da ipler kopacak, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyeliği, akıbeti meçhul bir maceraya sürüklenecekti. Bir gün içinde neticenin alınması, yol haritasının ortaya çıkarılması gerekiyordu. Avusturya, Türkiye’nin tam üyeliğine karşı çıkıyor, imtiyazlı ortaklık teklif ediyordu. Büyük bir diplomatik krizin çıkacağı daha 2 Ekim akşamından belli olmuştu. Avusturya ikna edilemeyince AB Dönem Başkanı İngiltere Dışişleri Bakanı Jack Straw kameraların karşısına geçti, “hayal kırıklığı” içinde olduğunu söyledi. Bu açıklamanın hemen ardından (3 Ekim-saat 11.00) Hollanda dışişleri bakanı, “Uzlaşmaya varamazsak Avrupa için kötü bir güne şahit olacağız.” dedi. Lüksemburg dışişleri dakanı, “Avrupa bu işten büyük hasar görür.” diyerek Hollandalı meslektaşını teyit etti.

Medya üzerinden diplomatik ataklar

Ülkeler eskiden bu tür mesajları çok daha özel yollardan iletir, görüşlerinin basına sızmaması için ellerinden geleni yapardı. O yöntem tamamen kalkmadı şüphesiz; ancak karşı tarafı iknaya zorlamak için 5-10 dakikaya sıkıştırılan bütün ataklar artık medya aracılığıyla yapılıyor.

En çarpıcı sahneye dönelim: Saatler 12.05’i gösterirken Başbakan Erdoğan’ın Ankara’da basın toplantısı yapacağı duyuldu. Lüksemburg’daki kulislerden yankılandı bu haber. Ve AB’li bakanlar toplantıya ara vererek Tayyip Erdoğan’ın konuşmasını dinlemeye karar verdi. Düşünebiliyor musunuz; AB’nin dışişleri bakanları, Başbakan’ı canlı yayında izliyor! Ve Tayyip Bey bu gerçeği biliyor. O yüzden AB’ye en çarpıcı cümleler ile sesleniyor. Medeniyetler çatışmasından ve bu çatışmanın doğuracağı tehlikeden bahsediyor, Türkiye’nin üyeliğine karşı çıkanların AB’yi Hıristiyan kulübü haline getireceğini anlatıyor, Müslüman ve demokrat kimliğiyle Türkiye’nin Avrupa kültürüne renk getireceğini izah ediyor... Başbakan’ı dinleyen AB’li bakanlar 13.30’da yeniden toplanırken Türkiye’nin pozisyonunu gayet iyi biliyor ve uzlaşma sağlanamadığında kendilerini bekleyen zor günleri tahmin ediyordu.

Bütün bunlar olurken gerilim filmini andıran bir başka diplomatik heyecan yaşanıyordu. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün Lüksemburg’da olması ve 18.00’de yapılacak imza törenine katılması bekleniyordu. Saat 15.00’te basına törenin ertelendiği duyuruldu. Bu arada Müzakere Çerçeve Belgesi Türkiye’ye fakslanmıştı. Ankara kendisine ulaşan belge üzerinde çalışıyordu. 17.50’de Gül’ün Lüksemburg’a hareket edeceği duyulmuştu ki; 5 dakika sonra Başbakanlık Sözcüsü Akif Beki kameraların karşısına çıktı ve henüz anlaşma sağlanamadığını, Gül’ün uzlaşmanın sağlanacağı ana kadar hareket etmeyeceğini ilan etti. Dışişleri adına Namık Tan’ın yaptığı “Bize önerilenleri reddettik.” açıklaması da medya üzerinde yapılan diplomatik bir ataktı. Televizyonlar ve ajanslar üzerinden mesajlaşmalar devam ederken saatler 20.55’i gösteriyordu. Abdullah Gül “Mutabakat sağladık, havaalanına gidiyoruz.” dedi.

Medya diplomasisi Kongar’ı da çarptı

Abdullah Gül havaalanında son bir açıklama yaparken NTV’de hararetli bir tartışma yaşanıyordu. Mehmet Barlas’a yüklenmek için Emre Kongar “Müzakere Çerçeve Belgesi anamuhalefete gösterilmedi.” nevinden serzenişte bulunuyordu. Gül, adeta uçağın kapısından döndü ve son bir açıklama ile hem muhalefet lideri Deniz Baykal’a, hem Cumhurbaşkanı A. Necdet Sezer’e bilgi verdiklerini ifade etti.

Sonrası malum; Türkiye yeni bir sürece girdi. Müzakereler başlıyor ve Türkiye, AB yolunda ilerlemeye devam ediyor. Bu yolda ilerledikçe görülecek ki; medya üzerinden devam eden diplomatik hamleler çok kısa ve etkin bir yöntem olarak tercih edilecek. Kimi zaman da medya sadece mesaj ileten değil, mesaj üreten rolünü üstlenecek. Onun ortaya çıkaracağı bilgiler ve belgeler, AB sürecini topyekûn etkileyebilecek. İşte bu noktada medyanın sorumluluğu bir kat daha artmıştır. Araştırmak, soruşturmak, bilgiyi tastamam hale getirmek için çok daha büyük bir gayrete, çok daha donanımlı bir kadroya ihtiyaç olacak...

Mecburi bir cevap

Adamın biri, sanal dünyanın çöplüklerine tünemiş, oradan saldırdıkça saldırıyor ve bundan marazi bir zevk alıyor. Ben sessiz kaldıkça o, hırsla, hezeyanla daha bir yükleniyor. Yüklendikçe saçmalıyor, kendini küçük düşürüyor, egosunun müheykel kabalığı kendiliğinden ortaya çıkıyor... Peki ortada ne var ki; durduk yerde saldırıyor? Koca bir hiç! Yaklaşık iki yıl önce yapılmış bir röportajın intikamı ise mesele, ortada klinik bir vakıa olduğu kesin...

Onun adını bu sütunda zikretmem; zikretmeyeceğim. Çünkü bu gazetenin çıtası böyle bir şey yapmama izin vermiyor. Analiz adını verdiği deli saçması, gazeteye dil uzatmasaydı hadiseyi hukukî boyutunun dışına çıkarıp bu sütuna taşımazdım. Hemen her gün haberini arakladığı bir gazeteye adam “Habercilik mi yapıyorsunuz?” diye efelenmeye yeltenince hayretler içinde kalıyorsunuz. ‘Bari biner dolar toplayarak çıkardığın -sahi o paralara ne oldu- o pespaye gazete macerasını hatırla ve mahcup olacağın konulara girme’ diyemiyorsunuz. Ölçü yok ki insaf olsun!

“Benim tanımadığım adam gazeteci değildir” gibi bir kabalık, hangi mantıkla izah edilebilir ki! Sen kimsin ve kendinde nasıl bir güç vehmediyorsun ki; Taha Akyol’dan M. Ali Birand’a, Ferhat Boratav’dan Uğur Dündar’a kadar pek çok gazeteciyi gazeteci ol(a)mamakla suçlayabiliyorsun? Bu kadarcık muhatap alınmak bile ‘Oh nihayet sahneye çıktım esas oğlan rolünü kaptım’ diye adamı sevince gark ediyor olabilir; ama hatırlatmam gerekiyor: Bir baltaya sap olamadıysan, her yerden kapı dışı edildiysen hıncını birilerinden çıkarmak zorunda değilsin ki...

Bir insanın kültür-sanat muhabirliğinden başlayan, kültür sayfası sorumluluğuna, genel yayın koordinatörlüğüne ve genel yayın yönetmenliğine kadar uzanan gazetecilik serüvenini öğrenmek için büyük bir çabaya gerek yok. 10 yılı aşkın bir süre içindeki gazete jeneriklerine baksa bugüne kadar yaptığım bütün görevleri, bu meslek için aldığım eğitimi öğrenir. Demek art niyet, insanların gözünü kör ediyor. İnsaf ölçülerinin deve kinine feda edildiği yerde söz tükenir, her şey Allah’a havale edilir; ben de öyle yapıyorum. Zaten vatandaş kimin nasıl gazetecilik yaptığını görüyor, herkesin seviyesini biliyor...


Ufuksuz gazeteciliğin son günleri

3 Ekim’de başlayan müzakere süreci, Türkiye’yi büyük bir değişime; hatta dönüşüme zorlayacak. Standartlar değişecek en azından. Emeğin, mesleğin, kalitenin farkına varacak herkes. Pek çok işkolu bu durumdan etkilenecek, zamanla şaşkınlığın yerini tatlı bir heyecan, kaliteli bir rekabet anlayışı alacak. Müzakere sürecinin icbarıyla yaşanacak zihni dönüşüm, en çok medyayı etkileyecek. Kalite peşinde koşan ve dünya standartlarını yakalamak için çaba sarf edenlerle, oturduğu yerden herkese hakaret etmeyi gazetecilik sananlar birbirinden ayrılacak. Günde bin kere ayna karşısına geçip “Ayna ayna güzel ayna, söyle bana, benden daha iyi gazeteci var mı?” diyenleri, kendine âşık, kendine hayran, hatta kendine tapınan sözde gazetecileri zor günler bekliyor.

Bugün nasıl tâ Kanada’dan gelen bir grup yatırımcı “filan gazeteyi çok beğendik” diyorsa, yarın dünyanın her yerinden aynı takdir sesleri duyulacak. Bazıları için ise, “Bu ne biçim gazetecilik! Medya megaloman tiplere böylesine peşkeş çekilemez.” denecek. Dünyaya açıldığımızda göreceğiz medyanın kaç bucak olduğunu. Kimisi küçük bir semtin metruk bir atölyesine sıkışıp kalacak; kimisi dünya markası olmanın gururunu yaşayacak. Göreceksiniz, hem de çok yakında...