BIST 9.390
DOLAR 34,43
EURO 36,27
ALTIN 2.834,61
HABER /  GÜNCEL

Dumanlı medya yasalarını yazdı

Avrupa Birliği'ne üye olma sürecinde birçok alanda yapısal değişikliklerine gidildiğine dikkat çeken Ekrem Dumanlı, sözü medyaya getirerek uyum yasalarını yazdı.

Abone ol

Türkiye'nin AB sürecinde birçok alanda köklü reformlara imza attığını beliten Zaman Gazetesi yazarı Ekrem Dumanlı, sözü medyayaya getirerek, nı sıraladı. Dumanlı'ya göre medyanın da kendine çeki-düzen verme zamanı çoktan geldi:

Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun hafta içinde aldığı karar önümüzdeki yılları etkileyecek özellikler taşıyor. Hadisenin aslı bir hayli eskilere dayanıyor. Milli Gazete yazarı Selahattin Aydar hakkında 312. maddeden dava açılmıştı. 163. maddenin kaldırılmasıyla atılan demokrasi hamlesinin önüne 312. madde çıkarılırken Aydar, bu maddenin ilk kurbanları arasına girmişti. Daha sonraki yıllarda da ortada herhangi bir eylem olmasa bile, yazılanlar, konuşulanlar yoruma tabi tutuldu, pek çok insan ağır cezalarla karşı karşıya geldi.

Geçen hafta Milli Gazete yazarı ile ilgili süregiden davada Kurul, önemli bir karara vardı. Aydar’a reva görülen cezayı bozmuş oldu. Karar kesinleştikten sonra bundan sonraki davalarda emsal oluşturacak. Karar kadar karara vesile olan gerekçe de önemli; çünkü gerekçe, Türkiye’de hukukun kendi sınırlarına dönmesini, daha değişik bir tabirle siyasetle ilişkisini kesmesini işaretliyor.

Gerekçeli kararın başka davalara emsal olmaktan öte anlam taşıdığı kesin. Basının sadece karara ya da gerekçeye takılması yanlış olur. Önemli olan, zihniyet değişimidir. Suç ve ceza gibi iki temel kavrama bireyi merkeze alarak yaklaşmak önemli bir değişimin işaretidir. Bu yöneliş, Türkiye’nin global dengelerde alacağı rolü daha gerçekçi bir düzleme çekiyor…

Dikkate şayandır; Yargıtay her şeyden önce laikliğin rejim içindeki yerini tespit ediyor ve bu ilkenin hakkını teslim ediyor, laikliğin ‘vazgeçilmez temel değer’ olduğunun altını net bir kararlılıkla çiziyor. ‘Ancak’ bağlacının ötesine taşınan cümleler, AB sürecini hızlandıran hukuk felsefesini ortaya koyuyor. ‘Laikliğe aykırı söylemlerin cezai bir yaptırımla karşılanıp karşılanmayacağı keyfiyeti yasa koyucunun takdirindedir. Yasa koyucunun cezai yaptırıma bağlamadığı bir eylemin ülke koşulları nazara alınarak zorlamalı yorumlarla cezalandırılır sayılması kuvvetler ayrımı sistemini zedeler.’

AB, zihniyet değişimini şart koşuyor

Aslında hukuk dilinin diplomatik nezaket içeren kıvrak ifadeleri, mevzuun muhataplarına açık bir mesaj veriyor. Kuvvetler ayrılığı vurgusu, demokrasi felsefesinin en bariz ifadesi. ‘Zorlamalı yorumlarla yapılabilecek ceza’ uyarısı Türkiye üzerine yapışan imajın iadesi anlamına geliyor.

Yargıtay bir adım daha atıyor ve diyor ki; ‘Bundan böyle halkın ve o halkı oluşturan laik demokrasi sevdalılarının benimsemediği fikirler karşısında şiddet ve kavga içgüdüsüne kapılacağı görüşü terk edilmeli.’ Söylenenler, hukuk camiasını daha soğukkanlı olmaya, hukuki çerçevenin dışına çıkmamaya davet ediyor. Hatta bir ara ‘resmi ideoloji’ meselesine de temas ediliyor ve bunun arkasına sığınılarak yapılabilecek yanlışların halka karşı bir ‘dayatma’ya dönüştüğü ileri sürülüyor.

Konu bu kadar kuşatıcı bir mantıkla örgülenince hem basının, ‘kuvvetler ayırımı’ndaki yerini kontrol etmesi gerekiyor hem de hukuk sistemine yapılan eleştirilerin benzerini kendi alanında da araması.

Anlaşılan o ki, AB sürecinde atılan demokratik adımlar her alana yansıyor, yansıyacak. Bu yansıma sürdükçe Batı’dan ‘Kağıt üzerinde önemli reformlar yaptınız; ancak uygulamalarda herhangi bir ilerleme kaydedilemiyor’ şeklinde yapılan itirazlar azalacak.

Önümüzdeki günlerde ifade özgürlüğünü kısıtlayıcı yasalarda yapılan değişiklikler kendini daha da hissettirecek. 17 Aralık zirvesi öncesinde nefes nefese çıkarılan Türk Ceza Kanunu, kısa bir süre sonra yürürlüğe giriyor. Türk hukuk sistemi, düşünce özgürlüğü gibi sınırları biraz müphem olan retorik bir çerçeveden ifade özgürlüğü gibi çok daha somut ve ölçülebilir bir alana kayıyor. Günümüzün demokrasi anlayışında düşünce özgürlüğü yetmiyor. Zaten düşünme eylemi, kısıtlanamayacak kadar değişik renk ve biçime sahip. Asıl önemli olan, bireyin ifade etme hürriyetine saygı duyulması. Bu hürriyeti belirleyen ölçüler, ‘doğru’ ya da ‘yanlış’ gibi kişiden kişiye değişen değerler üzerine kurulmuyor. Bir suç işlenip işlenmemesi, kişi ya da kurumların temel hak ve özgürlüğüne zarar verecek şiddet eyleminin yapılıp yapılmaması, suçun niteliğini belirliyor. Dolayısıyla, AB hedefine yaklaşıldıkça ifade özgürlüğü kendine yeni sınırlar tayin edecek. Yeni oluşacak şartlar doğrultusunda bir yazının, bir konferansın, bir demecin suç sayılması hiç de kolay değil…

Özgürlüklerden korkmaya gerek yok

Atılan her demokratik adımda yüreği ağzına gelenler var. Onlara kalsa bu ülkede özgürlükler adına en küçük bir hamle yapmaya gerek yok. Statükonun devamı onlar için tek çare. Yargıtay’ın aldığı son karar, ürpertici kudretini statükonun efsanelerinden alan marjinal çevreleri rahatsız ediyor olmalı. Gazetelerin genelinde Yargıtay kararı olumlu bulunurken bir şekilde hadiseyi ‘tartışmalı’ bir alana çekmenin kendi içinde bir mantığı var. Her hadise vesilesiyle yasakçı zihniyetin yanında saf tutanların kimlikleri içten içe verilen başka bir kavgayı da gün yüzüne çıkarıyor…

Medya yeni standartlar hazırlamak zorunda

Avrupa Birliği’ne uyum meselesi hep hukuk çerçevesinde kullanılan bir terim haline geldi. Herkes bu yeni durum karşısında kendine yeni bir pozisyon ayarlamaya çalışıyor. Mesela ilginçtir; ‘AB karşısında en büyük engel’ olarak gösterilen Türk Silahlı Kuvvetleri, AB konusunda da önemli reformlara imza attı. İş dünyası zaten dünden hazır; dünya rekabetine global bir bakışı olduğu ortada. Çok boyutlu kültür zenginliği, bu milletin edilgen bir rol üstlenmeyeceğini daha şimdiden ispat ediyor. Sanırım geriye Türk medyası kalıyor.

Birey yeni kazanımlar elde ederken bireye bakış da yeni vizyonlar kazanıyor. Bugün hukukta, yarın medyada; her şey bireyin en temel haklarına göre kendine yeni bir rol biçmek zorunda. Sivil toplum olmanın getirdiği sivil örgütlenme ve ifade özgürlüğünü sonuna kadar kullanma hakkının ışıltıları daha şimdiden kendini gösterirken hiçbir şey yokmuş gibi davranmak iradi bir gaflet hikayesidir.

Gayet net bir şekilde anlaşılması gerekiyor ki sivil toplum ahengi, sivil medyayı da kaçınılmaz hale getiriyor. Gazetecilik kariyerini, eline tutuşturulan istihbarat bilgilerine borçlu insanların bundan sonra daha çok araştırma yapması gerekiyor. Bireyi devletinin kollarına bile çaresiz bir şekilde teslim etmeyen özgürlükçü yapı, onu medyaya da mahkum etmemek zorunda...

Yargıtay’ın tarihî kararını, o malum kavgaların polemiğine teslim etmemek gerekiyor. Nitekim basının büyük bir kısmı kararı demokratikleşme yolunda atılan hukuki bir adım olarak gördü. Mazideki hesapları açarak, şımarık bir üslupla yanlışların intikamını alıyor gibi yapmak büyük hatadır. İdeolojik bir körlükle yasakçı safta yer almak da başka bir tarihi hatadır. Yargıtay bugün olmasa yarın bu noktaya gelecekti; çünkü dünya, fikirlerin devlet tarafından ‘doğru’, ‘yanlış’, ‘zararlı’, ‘faydalı’ diye tasnif edildiği dönemleri çoktan geride bıraktı. Hemen her meseleye kıvrak zekasıyla adapte olan ve dünyadaki teknik gelişmelerin genelde önünde giden medyamız neden zihniyet değişimi ufkunda da zirveleri zorlamasın ki! Kamuoyu, uyum yasalarını hep hukuki bir terim olarak duydu. Aslında medya için de uyum yasalarına ihtiyaç var. Medyadaki yasalar, güçlerini kanun kitaplarından değil meslek ilkelerinden, temel hak ve özgürlüklerinden alacaktır…

Yazı: Ekrem Dumanlı
Kaynak: