Medya üzerine kafa yoran kalemlerden biri olan Ekrem Dumanlı, Türk Medyası'nın geçmişten günümüze ortaya serdiği önyargılı yaklaşımları yakın plana aldı.
Abone olZaman Gazetesi Genel Yayın Müdürü Ekrem Dumanlı, medyanın kronikleşmiş sorunlarına neşter attı. başlıklı yazısında Dumanlı, medyanın geçmişten günümüze önyargılı yaklaşımlarını örnekledi:
Türkiye'nin önünde çetin bir imtihan var. AB süreci keskin virajlara girdikçe muhtemelen "ülke satılıyor", "din elden gidiyor", "vatan peşkeş çekiliyor" gibi insanı yüreğinden yakalayan feryatlar duyulacak. Söz konusu kutsî değerler olunca, duymazlıktan gelemezsiniz. Vicdanınız sızlar, "Ya doğruysa?" sorusunu yöneltirsiniz kendinize. İsabetli bir karara varmak için "Ya yanlışsa?" sorusunu da sormanız gerekiyor.
Vaktiyle bu ülkede insanın yüreğini ağzına getiren öyle tehlikelerden bahsedildi ki! "Komünizmin işgali" çok yakındı, "faşizmin ayak sesleri" duyuluyordu, "irtica hortluyordu", "laiklik elden gidiyordu", "masonluk bütün ülkeyi kontrol altına almıştı". Velhasıl bu millet, öcü destanlarıyla büyüdü hep...
İtiraf etmek gerekiyor ki hiçbir dönemde bu kadar geniş çaplı bilgi kirlenmesi yaşanmadı. Herkes, her şeyi konuşuyor, yazıyor. Yayılan dedikoduları önlemek mümkün değil. Ortaya atılan iddiaların, çoğu zaman ne kaynağı biliniyor ne tenkidi yapılabiliyor. Bazen cami avlusuna bırakılmış meçhul bilgiler üzerinden gazetecilik yapılıyor. Nasıl olsa internet var. Önce aslı-faslı bilinmeyen bir iddia sanal aleme atılıyor; ardından çapraz kontrollerden geçirilmemiş, kaynağı araştırılmamış, ismi geçen kişi, kurum ya da kuruluşun görüşüne başvurulmamış çürük bilgi ile yıpratma çalışması başlatılıyor.
‘Din elden gidiyor’ tartışması ve...
Suçu bütünüyle internet sitelerinin üzerine yıkma gibi bir niyetim yok. İnternet gazeteciliğini hakkıyla yapan, teknik sıkıntılarla mücadele eden, reklam pastasını genişletmeye çalışarak ayakta durmak isteyen, iyi niyetli gayretleri küçümsemek mümkün değil. Ancak, bilgi kirlenmesinin üssü haline gelmeye başlayan internet sitelerinin hem kendilerine hem sanal alemde dürüst gazetecilik yapmaya çalışanlara zarar verdiğini görmesi gerekiyor...
Hiçbir dönemde komplo teorileri bu kadar yaygın ve etkin ol(a)madı. Mesela, yolunuz Ankara'dan geçmeyegörsün. Ne kadar da çok gizemli senaryo var Başkent'te. İstanbul, ondan geri sayılmaz. Bizans entrikalarını çağrıştıran senaryoların heveslisi azımsanmayacak büyük bir yekun oluşturuyor. Kapalı kapılar arkasında bu kadar dolap çevrilince, basın da payına düşeni almış oluyor. Kâbus senaryolarının son sahnesi hep aynı: Yetişin! Ülke elden gidiyor!
Hafta içinde Rahşan Ecevit'in "AB'ye gireceğiz derken dinimiz elden gidiyor." demesi ilginç tartışmalara sebep oldu. Rahşan Hanım'ın sarf ettiği "elden gidiyor" ifadesi, güzelim Türkçemizde klasik bir cümle kalıbıdır. Bu kalıpta yer alan kelimeler zaman zaman değişir. Şartların önceliğine göre "dinimiz" kelimesinin yerini bazen "laiklik", bazen "Kıbrıs", bazen "vatan" sözcüğü alır. "Elden gidiyor" hükmü kışkırtıcı bir önermedir. Bu önermenin aciliyeti, kimi zaman büyük heyecan dalgalarına sebep olur...
Millî ve dinî heyecan, millet olmanın tabii bir sonucudur. Bu duyguyla vatan korunur, din muhafaza edilir, kültür yaşatılır, dile sahip çıkılır... Ancak, şu da açık bir gerçek ki, ülkenin geleceği ile ilgili meselelerde heyecan, tek başına önemli bir rol üstlenemez. Akıllı, şuurlu planlara ihtiyacı vardır milletlerin. Millî heyecan kadar, millî sağduyu da önemlidir. O sağduyu, vatanseverlik ile ırkçılık arasındaki ince farkı ortaya koyduğu gibi, sonu belirsiz maceralar ile mutedil planları birbirinden ayırır.
Hadisenin başka bir nezaketi daha var: Asıl vazifesi bilgi sızdırarak kamuoyu oluşturmak olan bazı kuruluşlar, sağ gösterip sol vurarak şaşırtmalar yapabilir. Hadiseleri düz okumaya mahkûm kitleler, kendisine servis edilen bilgi sebebiyle tuzağa düşebilir. Birileri önlerine konan her duyumun üzerine atlasa bile, bu ülkeye sevdalanmış aydınların daha sorgulayıcı olması gerekiyor. Özellikle basın kuruluşlarında çalışanların daha sağduyulu, daha serinkanlı olmasında fayda var. Çünkü yalan-yanlış bilgilerle galeyana getirilmek istenen kitleler, etkisi uzun yıllar devam edecek hadiselere de neden olabilir. Tarihimizde bunun örnekleri sayılmayacak kadar çok...
Aşırı sol, sağı gaza mı getiriyor?
Gerçekten de medyanın sorumluluğu çok büyük. Kendini ‘grup' gazetesi sayıp her türlü aşırı yayını kendine mubah görenler yanılıyor. Meselenin bir de tarihî mesuliyeti var. İnsanları hain diye suçlamak, kendini kahraman yapmaya yetmez. Gazeteciliğin olmazsa olmaz rükünlerinden biri, bilginin kaynağına ulaşmak, o kaynağı açıktan açığa neşretmek olmalı. Ancak bu sayede hem bilginin doğruluğu kontrol edilebilir hem de muhtemel bir yanlışın sorumlusu belli olur.
Türkiye'de aslı-faslı bilinmeyen o kadar çok bilgi dolaşıyor ki! Ve asılsız haberler ile kamuoyu oluşturmak isteyenler o kadar cesur hale geldi ki! Aslında "Bak şu konuşana" dense bile yanlışlar bazılarının paçalarından damlayacak. Öyle değil mi? Adam hayatında bir kerecik olsun millî bir duruş sergileyememiş; hatta hep bu milletin dilinde, kültüründe gözü olmuş, dinî bir hassasiyetine hiç mi hiç rastlanmamış; şimdi kalkıyor en milliyetçi (pardon en ulusalcı), en dindar, en maneviyatçı adam rollerine soyunuyor. Tamam, herkes değişir, herkes yeni bir vizyon, yeni bir ufuk seçebilir kendine; ancak binlerce defa vatanseverlik testinden fiilen geçmiş insanları bile karalayacak bir konuma da ulaşmamalı...
Şimdilerde dezenformasyon dalgası en masum insanları bile meçhul bir sahile doğru sürüklüyor. Ve maalesef bunu bazen iyi niyetli; ancak fazla heyecanlı kişiler yapıyor. Heyecanın dozu arttıkça marjinalleşme; marjinalleşmenin getirdiği yalnızlık arttıkça zıt düşüncelerin zoraki nikâhına şahit oluyoruz. Bu noktada oluşan ittifakların kime ne yarar sağlayacağını iyi hesap etmek gerekiyor.
Ülke ajandasını masanızın üstüne koyun. Göreceksiniz ki Avrupa Birliği, Kıbrıs, misyonerlik, Kürt sorunu, Kuzey Irak'taki gelişmeler gibi sıcak gündem maddeleri Türkiye'yi bekliyor. Türkiye'de hiçbir zaman sağ, aşırı soldan bu kadar etkilenmedi. Buna bazı dinî motifler taşıyan topluluklar da dahil. Sağdaki geniş kitle her ne kadar bunlara yüz vermese de yaptıkları propagandanın merkezine vatan, millet, din gibi unsurları koydukları için kimi zaman etkili olabiliyor; en azından istifhama sebep olabiliyor. Aslında dinî ve millî temalar kullanılarak oluşturulmaya çalışan sinsi strateji çürük temeller üzerine kurulu. Hadiseye uzaktan bakan bile oluşumda sabıkalı derginin hâkim unsur haline gelip, bazı mutedil grupları bile aşırı bir çizgiye çektiğini görebiliyor. Selanik asıllı Şefik Hüsnü'yü kurucu ilan edip derginin tepesine yazan; aynı zamanda insanları dönmelikle suçlayan bir derginin ulusalcı yayınları, bu ülkeye gerçekten gönül verenler nezdinde inandırıcı bulunamaz. Bir zamanlar "azınlık hakları" üzerine özellikle de "Kürt halkı" üzerine "bağımsızlık" türküsü tutturmuş insanların, vatanın bölünmezliğini varlık sebebi sayan kitleler üzerinde müessir olması düşünülemez. Çünkü insana tarih huzurunda sorarlar: Ne oldu da Müslümanlığa sera-süreyya farkıyla uzak olanlar, dinî söylemin gölgesine sığındı, ne oldu da Kıbrıs konusunda neşrettikleri onlarca makaleyi unuttular da hepsi birden Denktaşçı kesildi? Ve en önemlisi ne oldu da kariyerlerini milliyetçi avına borçlu bu zevat, şimdi "milliyetçi" kitlelerin akıl hocası olmaya heveslendi?!.
Önümüzdeki günlerde sıcak gündem maddeleri bizi vatan, millet, din, dil, kültür gibi konuların merkeze oturacağı tartışmalara taşıyacak. Çok dikkat etmek gerekiyor. Basın yoluyla yapılan tahriklerin geçmişte bedelini bu ülke çok ağır ödedi. İlerde pişman olunacak maceralardan sakınmak, akl-ı selimle hadiselere yaklaşmaktan başka çare yok! Şayet gerçekten bu ülkeyi seviyorsak!
Yazı: Ekrem Dumanlı
Kaynak: