BIST 10.025
DOLAR 35,16
EURO 36,68
ALTIN 2.956,54
HABER /  GÜNCEL

Doğu'da yalnız savaş yok

25 kadın sanatçıyı Türkiye’de bir araya getiren ‘Doğu’nun Kadınları / estivali, önceki gün Lübnanlı sanatçı Jahide Wehbe’nin konseriyle başladı.

Abone ol

İran, Suriye, Irak, Lübnan, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Suudi Arabistan ve Mısır gibi ülkelerden 25 kadın sanatçıyı Türkiye’de bir araya getiren ‘Doğu’nun Kadınları / İştarlar Kapımızda’ festivali, önceki gün Lübnanlı sanatçı Jahide Wehbe’nin konseriyle başladı.

Repertuvarı Um Kulsum (Ümmü Gülsüm) ve Fairouz (Feyruz) gibi divaların şarkılarından oluşan Wehbe’nin, İbn-i Arabi ve Ömer Hayyam’dan yaptığı klasik şiir uyarlamaları büyük beğeni topladı. Birkaç ay önce Beyrut’un Hariri Meydanı’nda on binlerce kişiye verdiği konser ile dünya basınında büyük ses getiren Wehbe, 9 kişilik orkestrasıyla çıktı İstanbulluların karşısına. Sanatçı, kendi bestelerinin de yer aldığı 15 şarkıdan oluşan konserini, “Ada Sahillerinde Bekliyorum” şarkısıyla bitirdi. Wehbe ile konser öncesi ve sonrasında kendisini, müziğini ve yaşadığı coğrafyanın kültürünü konuştuk.

‘Erkek egemen’ bir coğrafya kabul edilen Ortadoğu’da klasik Arap müziği denince akla kadın sanatçılar geliyor daha çok. Kadınlar müzik konusunda durdurulamadı mı?

Arap dünyasında kadının bir sürü şeyi yapmasını, mesela düşündüğünü yazmasını engelleyebilirsiniz; ama şarkı söylemesinin önüne geçemezsiniz. Tunus’ta, Lübnan’da, Mısır’da çok kadın var müzikle ilgilenen, şarkı söyleyen. Aralarında beste yapanlar da var. Festivallerde, düğünlerde hep kadınlar şarkı söylüyor. Arap kadınlarının sesleri özel, 3 oktavdan fazla, bulunması zor.

Doğu kadınının sesini dünyaya duyurma süreci için ne diyebiliriz? Mesela Ümmü Gülsüm Arap müziğini başka coğrafyalarda da dinlenir kıldı.

Ümmü Gülsüm, çok güçlü bir ses. Onun döneminde politik ortam çok uygundu. Arap dünyasında bir şeyin başarılı olması yetmiyor; politik ortamın da uygun olması gerekiyor. Sanatın öne çıkmasında koşullar çok önemli. Mesela Mısır’da Nasr döneminde sanatçılar desteklendi ve dünyaya mâl olan kişiler çıktı.

İç savaş geride kalalı 15 yıl oldu, şimdi Lübnan’da şartlar nasıl sanat ve sanatçılar açısından?

Şimdi ortam nispeten daha iyi. Kültürümüze sahip çıkmayı, iyi müzik yapmayı yeniden deniyoruz. Savaş sırasında sanatımız zarar gördü, gelişemedi, geri plana itildi. Sadece müzikte değil, bütün sanat dallarında kesinti oldu. Böyle olunca başka kültürlerle beslenir, başka müzikler dinler olduk. Dünya, aslında küçük bir köy. Sürekli bir kültür akışkanlığı yaşanıyor. Kendi müzikal kültürümüzü oluşturmaz, sahip çıkmazsak yabancılaşıyoruz. Kendi müziğimizi unutmayalım, unutturmayalım diye çalışıyoruz.

Hariri’nin ölümünden sonra verdiğiniz konserde sosyal bir sorumluluk yüklendiniz. Sanatı politikadan ayırmak mümkün olacak mı?

Hâlâ çalkantılı politik süreçlerden geçiyoruz. Bu durum şarkıları, sözleri etkiliyor. Politik şarkılar söylemekten sıyrılamıyoruz. Ölen devlet büyüklerimiz için besteler yapıyoruz. Lübnan’da hâlâ vatan millet şarkıları söyleniyor, söylenmeye de devam edecek galiba...

Yaptığınız müzikten bahsedelim; neleri söylemekten zevk alıyorsunuz?

Müziği Müslüman, Hıristiyan diye ayırmak istemiyorum. Müziğimiz ‘Oriental Arabic’. Türkiye’den, Endülüs’ten etkilendik. Müzik etkileniyor. Şimdi Hint akımı var. Sufi müziğini çok seviyorum. Ruhumu dinlendiriyor. Örneğin İbn-i Arabi’den çok etkileniyorum. Sufi müziğini karıştırmayı seviyorum, diğer müziklerle. Klasik müziği de diğer müziklerle karıştırmayı deniyorum.

Pop müziğe yöneliş için ne diyeceksiniz? Sizi rahatsız ediyor mu?

Pop müzik hakkında konuşuyoruz, kendi müziğimizi konuşmuyoruz diye üzüldüğüm oluyor. Güçlü ülkeler değiliz. İktisadi yönden, politik yönden güçlü olmadığımız için kendi müziğimize sahip çıkmakta zorlanıyoruz. Dışarıdan başka bir kültür, başka bir müzik geliyor. Kriterler değişti ne yazık ki. Şimdi önemli olan müziğin, sesin kalitesinden çok, görünüş. Kitle iletişim araçlarının öne çıkardığı kişiler tutuluyor. Moda dergilerinden çıkan kadınlar şarkı söylüyor, dünyada bir yer sahibi oluyor ve medya onların peşinden koşuyor. Eskiden yeteneğe, sese bakılırdı. Şimdi her şey görünüşe endekslendi. Bu bir çılgınlık. Doğru sesleri, yetenekleri koruma dürtüsünü kaybediyoruz.

Batı’da Doğu kültürlerine bir ilgi, bir yöneliş var son yıllarda; bunu nasıl yorumluyorsunuz?

Şimdi tanınıyoruz. Birçok ülkede konsere, festivale davet ediliyoruz. Son yıllarda Batı medyası sadece Arap müziğiyle değil, bütün olarak Arap dünyasıyla ilgileniyor. Görüyorsunuz yine politikaya geldik. Politik olaylar sanata yardım etmeye başladı aslında. Afganistan ve Irak savaşları, gündemi çok meşgul etti. Yabancılar Arap kültürünü bilmek, tanımak istiyor. Araplar terörist sanılıyor, sanattan anlamaz deniliyor. Biz de kendimizi tanıtmaya, insan olduğumuzu göstermeye çalışıyoruz. ‘Biz terörist değiliz’ diyoruz.

Problemli ve hareketli bir coğrafyanın kadınısınız, politik karmaşadan yüzünün akıyla çıkabilecek mi sanat?

Sanatın halklar arasında barış sağlamada çok önemli bir yeri var. Dili, ırkı gözetmeksizin yüreklere ulaşıyor. Biz terörist değiliz. Kültürümüzle, sanatımızla insan olduğumuzu dünyaya duyurmak istiyoruz. Sanatçılar olarak böyle bir misyonumuz var.

Doğu’nun Kadınları festivali için neler söyleyeceksiniz? İstanbul’da, böyle bir organizasyonda bulunmak sizin için ne ifade ediyor?

İstanbul’a ikinci gelişim. Yakın hissediyorum bu şehre kendimi. Organizasyona gelirsek; kusursuz işliyor. Dediğim gibi, biz kültürümüzü anlatma, terörist olmadığımızı dünyaya duyurma telaşındayız. Şimdi İstanbul’da bir kez daha anlatmaya çalışacağız bunu. Doğu’da da kadınlar var, sanatçı kadınlar…

Röportaj: Jülide Karahan
Kaynak: