Doçentlik Eziyeti
Bir akademisyen olarak üzülerek söylüyorum ki çok vahim bir tablo ile karşı karşıyayız.
Geçtiğimiz Pazartesi günü İstanbul Üniversitesi’nde doçentlik sözlü sınavına ikinci kez girdim ve başarısız bulundum. Bir akademisyen olarak üzülerek söylüyorum ki çok vahim bir tablo ile karşı karşıyayız.
Her şeyden önce doğru bilgilendirme yapalım. Dünya’nın gelişmiş ülkelerinin hiçbirinde doçentlik ünvanı merkezi bir sınav sistemi ile verilmez. İster Anglo-Sakson Ekolü olan ABD ve İngiltere’ye bakın isterseniz de Kıta Avrupası’ndan Almanya ve diğer Avrupa ülkelerine.. Bu ülkeler ve diğer adını saymaya gerek duymadığım gelişmiş ülkelerde yüksek lisans, doktora ve profesörlük gibi doçentlik de üniversite tarafından oluşturulan bir heyet ile verilir. Gelişmekte olan ülkeler sınıfında bulunan ülkemizdeki güzel gelişmelere ve ilerlemelere rağmen doçentlik sınavı garabeti devam etmektedir.
Sayın Cumhurbaşkanımız ve ardından YÖK Başkanımız konu ile ilgili açıklama yaparak değişimin gerekli olduğunu bildirdiler. Çünkü bu sistem akademik ilerleme açısından bir çok sıkıntıyı içinde barındırıyor.
Bahsedilecek çok husus var. Özetle şunları söyleyelim: Evvela yüksek lisans, doktora ve doçentlikten daha üst bir unvan olan profesörlük üniversiteler tarafından verilirken doçentliğin merkezi bir sınav ile verilmesi garabettir. İkinci olarak doçentlik sözlü sınavının mevzuatta geçtiği üzere yapılmaması adayları mağdur etmektedir. 05.10.2001 tarihli, 117 toplantı sayılı Doçentlik Sözlü Sınavının Kapsamı ve Yönetimi İle İlgili Esaslara İlişkin Üniversitelerarası Kurul Kararı’na göre adayın girdiği alanla ilgili bilgisinin derinliği, genişliği ve aktüelliği ölçülmelidir. Buna rağmen sözlü sınava giren adaylara çalışma alanları dışında ya da çok kıyıda köşede kalmış sorular yöneltilmektedir. İki kere girmiş olduğum sözlü sınavındaki soruların beni dehşete düşürdüğünü rahatlıkla söyleyebilirim.
Uluslararası Hukuk alanından iki kere girdiğim sınavdan size ufak bir örnek demeti sunayım: Başörtüsü ile yapılamayacak işlerle ilgili olarak insan hakları açısından dayatma yapılması ne kadar hukuki? 1978’de Cumhuriyet Gazetesi’nde yazdığım köşe yazısını okudun mu? ABD’nin İHA’larla ilgili ortaya attığı slogan neydi? Türkiye neden hep masa başında kaybeden bir ülkedir? IKBY’ndeki referandumla ilgili olarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bir yetkilisi söz konusu referandum sadece bölgedeki Kürtleri ilgilendirmez demiştir. Karşı tarafın aynı argümanı mütekabiliyet çerçevesinde Türkiye’ye yöneltmesi mümkün müdür?
Sorularla ilgili yorumları size bırakıyorum.
İkinci kez girdiğim sözlü sınavında jüri üyelerinden biri mevcut sınavla ilgili eleştirilerime sinirlendi. Söylediğim şey şu: ‘’Hocam sizin de bildiğiniz üzere, ABD, İngiltere ve Almanya gibi Dünya’nın en iyi üniversitelerine sahip ülkelerin hiç birinde böyle bir sınav sistemi yok. Sistemin değişmesi ile ilgili tartışmalar da başladı.’’ Sistemin yılmaz bekçiliğine soyunmuş jüri üyesinin cevabı şu: ‘’Her şey de sizin istediğiniz gibi oluyor!’’ Bu cümlenin ardından ben kendisine siz derken neyi kastettiğini soruyorum. Bocalıyor.. Ve şunları söylüyorum: ‘’Hocam ben bir akademisyenim. Yasama ya da Yürütme Organında görevli değilim. Siz derken neyi kastettiğinizi merak ediyorum?’’ Kem küm..
Cevap belli aslında..
Bu sistemin değişmesi ve gelişmiş ülkelerde olduğu gibi doçentlik ünvanı verme yetkisinin üniversitelere bırakılması şart. Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olan taifenin şöyle bir iddiası var. Üniversitelere bu yetki verilirse suiistimal ortaya çıkar. El-cevap: ABD’de suiistimal edilmiyorsa burada da edilmez. Buna ek olarak, nasıl ki ülkemizde doktora ünvanı verme ile ilgili yetki üniversitelerde olmasına rağmen bu yetkiyi uygulamanın belirli kriterleri varsa doçentlikle ilgili de aynısı yapılır.
İkinci kez bırakıldığım sözlü sınavdan sonra gerek sosyal medya üzerinden gerek telefonla arayarak desteklerini bildirenlere çok teşekkür ediyorum. Arayanlardan biri de YÖK Başkanımız Prof.Dr. Yekta Saraç hocamızdı. Kendisi ile yaptığımız kısa görüşmede basına da yansımış olan doçentlik sistemi ile ilgili değişiklik komisyonu kurulduğunu bir kez daha hatırlattı. Ancak değişikliğin Yasama faaliyeti gerektirdiğini de haklı olarak bildirdi. Hocamıza çabasından dolayı teşekkür ediyorum. Şimdi top, Yasama Organı olan Gazi Meclis’te. Sınavdan sonra yüzlerce teselli ve mağduriyet mesajı almış bir doçent adayı olarak Milletvekillerimize sesleniyorum. Lütfen değişikliğin yapılması noktasında gereken adımları atın. Torba kanun ya da KHK ile bu değişiklik yapılabilir. Akademisyenlerin kişisel hırslara ve saçma düzenlemelere kurban gitmesini engelleyin.
Bu minvalde bir başka garabet de profesörlük için 5 yıl bekleme şartı. İki hafta önce görüştüğümüz meşhur bir İngiliz profesöre bu kuralı söylediğimde çok güldü. Merhum Oktay Sinanoğlu Yale Üniversitesi’nde 28 yaşında profesör olmuştu. Benzer şekilde Canan Dağdeviren Dünya’nın en meşhur üniversitelerinden biri olan MIT’den 31 yaşında profesörlük teklifi aldı. Çünkü kendisi giyilebilir kalp pilinin mucidi. Biz ise akademisyenlerimize hala karpuz muamelesi yapmaya devam ediyoruz. İngiltere, Almanya ve eğitim alanında tercih edilen diğer ülkeler başarılı akademisyenleri doktoradan bir iki sene sonra profesörlüğe yükseltiyorlar. İşin aslı bu.