BIST 9.368
DOLAR 34,48
EURO 36,19
ALTIN 2.960,82

Dinleyin: “Merkel hücrelerini” anlatıyorum

Almanya Başbakan’ı Angela Merkel, uzun bir aradan sonra “kardeş ve dost ülke?” Türkiye’de...

***

Hürrem yengenin Sultan Süleyman’ı, Viyana kapılarından döndü. Ama yüzyıllar sonra torunları, o kapılardan içeri girmeyi başardılar.

Tabi gönül isterdi ki; daha onurlu şartlarda o bu seyahat gerçekleşsin...Fakat her şeye rağmen çok çabaladılar, çok didiştiler. Oralarda bir yerler edinmek kolay olmadı.

51 yıllık koca bir göç tarihinden ve milyonlarca Anadolu insanından bahsediyorum. Çoğu buralara ilmik ilmik, buram buram Anadolu coğrafyasının farklı köşelerinden taşındılar.

Ve kavimler göçüyle Orta Asya’ya gelen nüfusun, eksik kalan Avrupa yürüyüşünü tamamladılar.

Tüm bu 50 yılın ardından, büyük bölümü erkeklerden oluşan ve neredeyse tamamı işçi olan Anadolu göçmenleri, ciddi bir yapısal değişiklik geçirdi.

Geniş aile olarak gittikleri Almanya’da, 3. ve 4. nesiller “çekirdek” ailelere dönüştüler.

Köylü olarak geldikleri şehirlerde, kentlileştiler.

Kentlileşirken de; atomistik bir yapıyla içe kapanarak korumacı davrandılar. Alman modernleşmesinin, yani şu meşhur “garbın afakının” kendilerine zarar vereceğini düşünüp zırhlara büründüler. Sıkı bir biçimde kendi kültür, örf ve ananelerine tutundular.

Yani böylece ne “eskidiler” ne de tam “yenilendiler”.

Bundan dolayı Avrupa’ya giden ilk nesiller, kimlik olarak Türkiye’dekinden daha fazla Türk ve daha fazla Kürt olarak kaldılar.  Çünkü Türkiye’deki kimlik değişimi sürecinden farklı bir süreç yaşadılar.

Ayrıca, 70’li ve 80’li yıllarda memlekete döndüklerinde ise, batı kültürünün Anadolu’yla buluşturulmasını sağladılar. Bir tür “kültür transportasyonu” yaptılar.

Hatırlarsınız; Mercedes'ler, saç kurutma makinaları gibi türlü türlü elektronik aletler, giyim – kuşam, yaşam standartları ve daha bir sürü kültürel öğeyle tanıştırdılar…

***

2010’lu yıllara gelindiğinde ise; her iki taraf için de çok şeyin değiştiğini söyleyebiliriz.

Anadolu, onların geride bıraktığı 60’ların Anadolu’su değil artık.  Türkiye çok gelişti ve değişti. Göçmenlerin de büyük oranda “batı ile entegre olunduğunu” söyleyebiliriz.

Artık orada siyasal olarak örgütlenebilen, Alman siyasal hayatına üst düzey yönetici olarak görev yapıp katkı sunabilen, en az bir Alman kadar eğitimli ve en az onun kadar iyi Almanca konuşabilen, Almanya’yı uluslararası arenada temsil eden ödüllü sporcu, sanatçı ve bilim insanları yetiştirebilen Anadolu insanları var artık.

***

Yani tüm bu nedenlerden ötürü;

AB’ye girme sürecimiz Başbakan Merkel tarafından hala mesafeli olarak “imtiyazlı ortaklık” penceresinden tartışılsa da,

Başbakan “Kürt sorununun en önemli destekçi ülkelerinden biri Almanya’dır” dese de,

“Entegrasyon ve asilimalsyon” arasındaki ince çizgide kültürel ve politik tartışmalar sürse de,

Almanya’yla karşılıklı olarak vazgeçilmez bir zorunlu “müteffikliğimiz” var artık.

Ortak çıkar gruplarımız var.

***

Belki bilirsiniz, vücudumuzda avuç içimizde ve parmaklarımızda “Merkel hücreleri” denen hücrelerimiz vardır. Dokunuşları ve titreşimleri algılamamızı sağlarlar. Dokunduğumuz nesneler ve maddelerle ilgili bilgi verirler bize.

Tıpkı Merkel hücreleri gibi, Merkel hükümeti'nin de iki toplumun bu  “ortak değerlerine” dokunup, doğru hissederek;

hem AB yolunda ve Kürt Sorunun çözümünde Türkiye’ye destek vermesi, hem de Almanya'daki Anadolu insanlarının ihtiyaçlarına cevap verecek adımları atması gerekiyor.

Çünkü karşılıklı restleşmenin, iki tarafa da hiçbir bir faydası yok.