Devlet ve Kürtler
Devlet Kürtleri ne asimile etti, ne inkar etti sadece bilinçli olarak göz ardı etti
Abone olBilkent Üniversitesi İktisadi ve Sosyal Bilimler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Metin Heper, Türkiye’nin en saygın siyaset bilimcilerinden. Harvard, Princeton, Brandeis, Kudüs İbrani Üniversitesi’nde araştırmacı olarak çalıştı. Birçok ödül aldı, burs kazandı. İnce eleyip sık dokuyan, araştırmadığı, iyi bilmediğini düşündüğü hiçbir konuda yorum yapmayan biri.
O nedenle Kürt sorununda Türk devletinin tutumunu, politikalarını incelediği kitabını 13 yılda tamamladı. Kitap birkaç ay önce İngilizce yayınlandı, eylül ortasında da "" adıyla Doğan Kitap’tan çıktı. Heper kitabında asimilasyon tezine karşı çıkıyor ve başka bir model ortaya atıyor.
Kürt meselesiyle ilgili araştırmalar ve makalelerin çoğu şu klasik döngü üstüne kurulu: Devlet Kürtleri asimile etmeye çalıştı, Kürtler isyan etti, devlet onları bastırmaya ve asimile etmeye devam ediyor. Katılıyor musunuz?
-Hayır. Bu kitapta bunun bir asimilasyon sorunu olduğunu söyleyenlere karşı çıkıyorum. Bunu anlamak için biraz geriye gidelim. Osmanlı’da bir asimilasyon geleneği yok. Etnik ve dini topluluklar var, hepsi kendi başına yaşıyor, istedikleri gibi eğitimlerini sürdürüyor, ibadetlerini yapıyorlar. Bu Osmanlı’nın iyi bilinen millet sistemidir. Cumhuriyet kurulduğunda da asimilasyona gitmek için bir neden yoktu, çünkü devleti kuranlar 1920’lerin sonlarında Türkiye’de artık bir millet olgusunun oluştuğunu düşündüler. Cumhuriyetin kurucuları Kürtleri Türklerden tamamen değişik bir unsur olarak görmüyorlardı.
Atatürk’ün kafasındaki laik ve sadece Türklerden oluşan bir devlet miydi?
-Hayır. Osmanlı döneminde sen kimsin diye sorduğunuzda "Elhamdülillah Müslümanım" ya da "Rumum" cevabını alırdınız. Cumhuriyetle durum değişti. Çok önemli bir sözü var: "Şimdi Türk milletinden bahsediyoruz. Kim bu Türk milleti? Niye artık bu coğrafyadaki kişilere millet diyoruz? Uzun yüzyıllar boyunca çok değişik unsurlar bir arada yaşadı ve bir kültürel etkileşim içinde oldular. Ve giderek kültürleri, değerleri, tutumları birbirine benzer hale geldi. Şimdi biz bu topluluğa millet diyoruz, çünkü aralarında paylaştıkları şeyler paylaşmadıkları şeylerden çok daha fazla." Ona göre bu mozaik içinde artık bir homojenlik var. E siz beni kendinizden farklı görmezseniz, beni kendinize benzetmeye çalışır mısınız? Çalışmazsınız. O yüzden asimilasyon yok.
Yani Kürtlerin karşısında kendilerini Türk ulusu içerisinde eritmeye kararlı bir sistem yoktu?
-Olur mu? Buradaki Türk kelimesinin anlamını açıklamak çok önemli. Atatürk Türk sözcüğünü bir isim olarak kullanıyor Ne Mutlu Türküm diyene, derken. Bir sıfat olarak değil. Mesela benim adım Metin. Siz bana Metin derken bana ne kadar metin (dayanıklı) bir adamsın demiş olmuyorsunuz. Sadece adımı söylüyorsunuz. Türk kelimesi de böyle, jenerik, nominal bir isim. Türk milleti denildiği zaman içine Kürtler, Boşnaklar, Çerkezler, Ermeniler, Rumlar da giriyor. Ayrıca onların Türk milletinin parçası olmak dışındaki ikincil kimliklerini tanıyorlar.
KÜRT İSMİNİ YASAKLADILAR Kİ BİRİNCİL KİMLİK UNUTULMASIN
Ama Kürtler tarafında 1920’lerden beri bir rahatsızlık var...
-Evet 1938’e kadar 17 isyan var. Fakat 1938-60 arasında hemen hemen hiçbir şey yok. Niye yok? Bunun cevabı "Çünkü hepsi asimile edildi, bitti" olamaz, çünkü 1960’tan sonra tekrar başlıyor isyanlar. Siz bir grubu asimile etmek istiyorsanız, ara vermezsiniz, sonuna kadar gidersiniz. O dönemle ilgili yabancıların hatıratlarına baktığımızda "Sanki birtakım isyanlar bu ülkede olmamış gibi davranılıyor. Kürtler Türklerle evleniyor, dostça yaşıyor" diyorlar. 1925’teki isyanın mimarı Şeyh Sait’in torunları Meclis’e girebiliyor. Yani devlet bir şey yapıyor ama onun adı asimilasyon değil.
Nedir adı?
-Değişik bir izahat getiriyorum. Bakın Türk devletinin resmi politikası inkár değil, bilinçli göz ardı. Mesela bir nokta geliyor devlet Kürtlerin Kürt ismi almasını engelliyor. Bunu bazıları inkár etmek olarak algılıyor. Hayır, varlığını kabul ediyor ama söz etmiyor. Çünkü Kürtlerin Türklerle birlikte Türk milleti denen olgunun asli bir unsuru olduğunu düşünüyor. Ama öte taraftan Kürtlerin Kürt kimliklerini ikincil bir kimlik olarak muhafaza etmelerini, Türk devleti vatandaşı olmayı birincil olarak kabul etmelerini istiyor. Bir takım isyanlar da çıkınca bu birincil kimliklerini terk edip "Biz sadece Kürdüz kardeşim, sizinle bir işimiz yok, siz de Türk olarak kalın, biz gidiyoruz" gibi bir yola sapmalarından korkuyorlar. O yüzden de Kürt ismi koymalarını yasaklıyorlar, çünkü ikincil kimliklerini onlara hatırlatacak o isimler.
BİZE ADAM GİBİ DAVRANIN İŞ VE AŞ VERİN
Kürtler isyan ettiğinde devlet bunun etnik bir nedene dayandığını düşünmüyor diyorsunuz kitapta. Ne düşünüyor?
-İstiklal Savaşı’nda sizinle omuz omuza savaşan, I. Dünya Savaşı’ndan sonra devletin en çaresiz anında isyan etmeyen bir grup Kürtler. Onları Türk milletinden ayrı tutmuyor. O yüzden o isyanlar çıktığında bunun altında Kürt milliyetçiliği aramıyor. Meseleye böyle baktığınızda 1938-60 arasındaki barış dönemini de açıklayabiliyoruz.
Baştan beri devlet Kürtlerin ne istediğini anlamamış olabilir mi? Egemenlik istiyor olabileceklerini niye hesaba katmıyor?
-Devletin Kürt isyanlarıyla ilgili birkaç kanısı vardı. Birincisi bu isyanları dinî bir isyan olarak gördüler. Çünkü Osmanlı’dan beri Kürt isyanlarının en önemli nedeni bizim yavaş yavaş batılılaşmamız. Kürtler ise aşiret halinde yaşıyor. Aşiretin başındaki şeyh de gücünü büyük ölçüde dinden alıyordu. Din olgusu zayıfladığında o şeyhin otoritesi de azalıyordu. Kürtlerin canını sıkan ikinci sebep ise merkezileşme politikası. Ankara’nın yakından yönetimi altına girmek istemediler. Üçüncü sebep ise İngilizlerin ve Rusların kışkırtması. Onların da Doğu Anadolu’da gözü olduğu için bizim bu kadar kontrol altına almamızı istemediler. Üç büyük isyanda, (Şeyh Sait, Ağrı ve Dersim) sadece Ağrı’da bir grup, Kürt devletinden bahsediyor. Bunu söyleyenlerin de daha sonra İran’dan gelen Kürtler olduğu anlaşılıyor. Demek istediğim onlar Kürt devleti istemedi hiç. İstedikleri şuydu: Bize adam gibi davranın, bize iş ve aş verin.
Bu noktada Güneydoğu’nun geri kalmışlığı devletin eseri değil mi?
-Değil. 1838’den itibaren Osmanlı, ekonomisini Batı ülkelerine açtı. Yabancılar batı kıyılarına geliyorlar, birtakım hammaddeleri alıp götürmek için. Yol yok, su yok, elektrik yok. Nasıl götürecekler? Bu altyapıyı orada oluşturuyorlar. Yani orayı kalkındırıyorlar, ekonominin altyapısını hazırlıyorlar. Ondan sonra herkes, yatırım yapacaksa doğuya değil batıya yapıyor. Doğuya nasıl yapsın? Tren yolu yok, hiçbir şey yok. Peki devlet ne yapıyor? 1930’lardan bu yana devletin kat be kat daha fazla yatırımı doğuya yaptığını görüyoruz. Ama devletin yaptığı hiçbir zaman yetmez, verimli değildir. Eğer özel sektör yatırım yapmazsa hiçbir zaman kalkınamazsınız. Devlet katiyen bilinçli olarak Doğu’yu geri kalmış bırakmak istemedi.
KART KURT’TA İNKÁRLA GÖZ ARDI KARIŞMIŞ
Devletin resmi Kürt politikasında hep bir tutarlık var mıydı?
-Araştırmalarıma göre, resmi politika Kürt kimliğini inkár etmek değildi. Ama birtakım memurlar, bazı yerel yönetimler ve bir de asker Doğu’da halka zaman zaman çok kötü muamele etti. Mesela Fevzi Çakmak genelkurmay başkanıyken (1922-44) sınırlara yakın yerlere fabrika yapmayın, ben onları müdafaa edemem diyor. Bir de şunu ekliyor: "Biz bu Kürtlerin okumamışlarıyla baş edemiyoruz, bir de onları okutursanız nasıl başa çıkacağız?" Ama bu bir devlet politikası olmadığı için Çakmak’la İnönü arasında müthiş bir gerginlik oluyor. Gerçi son yıllarda ordunun da Doğu’ya karşı tavrı çok değişti. Doğu’da sağlık taramaları yapıyor, subaylar öğrencileri üniversite imtihanlarına hazırlıyor, İngilizce öğretiyorlar, Nevruz törenlerine katılıyorlar.
Kenan Evren’in Kürtler için "Kart Kurt" demesini de devlet politikasının dışında mı görmek lazım?
-Orada benim söz ettiğim göz ardı etmekle inkár etmek biraz birbirine karışmış. Devletin göz ardı politikasını bazı devlet memurları ve askerler inkár olarak yorumladı. Ortaya böyle sonuçlar çıktı ama sonra Evren de "Biz bu işlerde yanlış yaptık" dedi.
AKP hükümetinin Kürt politikasını diğer iktidarlardan farklı görüyor musunuz?
-Tansu Çiller bu iş askerlerin işidir demişti. Şimdi bence Başbakan Erdoğan hem ekonomik hem güvenlik boyutunun birlikte aynı ağırlıkta yürütülmesi gerektiğini söylüyor. Demokrasiyi elden bırakmadan askere yetki verilebilir mi? Nasıl bir orta yol bulunur, tartışıyor. Bu bakımdan yararlı buluyorum. Şu anda böyle bir politikaya ihtiyaç var. Evet terörü sona erdirmeliyiz ama bir taraftan da AB’ye üye olmaya çalışıyoruz. Terörü bitirelim derken demokrasiden, hukuktan ödün veremeyiz.
Başbakan Kürt sorunu vardır dediğine göre artık sözünü ettiğiniz göz ardı politikası da son buldu...
-Devlet şu anda Kürtleri vatandaşı olarak görüyor. Diğerlerine olduğu gibi onlara da her türlü hizmetin götürülmesi gerektiğini düşünüyor ve onları PKK’dan ayırıyor.
Ama yine de onların dağa çıkmasını engelleyemiyor...
-Zaten asıl mesele bu. Şimdi bunu nasıl önleriz onu araştırıyor. Geçtiğimiz günlerde Genelkurmay toplandı ve bunları konuştu.
ALTERNATİF TEZİMLE BAZILARININ AYAĞINA BASTIM
Benim kitapta sunduğum "Devlet Kürtlere etnik milliyetçilikle yaklaşmadı" tezi süreci anlamak açısından önemli. Ne devletin ne Kürtlerin amacı etnik milliyetçilik. Eğer Kürtler etnik milliyetçiyse ve ayrılmak istiyorlarsa zaten yapabileceğiniz bir şey yok; ama benim tezim bunun iki taraf açısından da böyle olmadığını gösteriyor. Kitabım önce İngilizce yayınlandı ve birçok eleştiri aldı. Çünkü bu konuda yazan herkesin ayağına basmış oldum. Özellikle yabancı araştırmacılar asimilasyon tezini benimsediği için ben bu konuda yalnızım ama benim yalnızlığım 1970’lerden başlar. O yüzden mühim değil. Mesela Middle East Journal’da bir eleştiri çıktı. Heper’in tezi doğru değildir diyor ama yaptığım analizlerin hiçbirini çürütmeye çalışmıyor. Çünkü zor. 13 yıl çalışıp son derece ampirik (verilere dayalı) ve bilimsel bir çalışma yaptım. Bilimi nsanı geçinenlerin tezime "Birileri yeni bir şey söylüyor, bir iddia ortaya atıyor, neymiş" diye bakmasını ve argümanlarımı bilimsel olarak eleştirmesini isterim.
RESMİ TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ ETNİK MİLLİYETÇİLİK DEĞİLDİR
Dört çeşit milliyetçilik var: Irkçılık, etnik milliyetçilik, kültürel milliyetçilik ve vatandaşlık temeline dayalı milliyetçilik (civic nationalism). Eğer sizi etnik kökeniniz ve dininizden ötürü benden kabul etmiyorsam, etnik milliyetçilik yapmış olurum. Sizin etnik kökeniniz farklıdır ama ben sizinle aynı dini, adetleri, kültürü paylaştığımı düşünürüm, bu da kültürel milliyetçilik. Türk milliyetçiliği dördüncüsüdür, vatandaşlığa dayanır. 1924, 61 ve 82 anayasaları hep bu tür milliyetçilik üstüne kuruludur. Resmi politika bu. Ama kültürel milliyetçilik de zaman zaman ortaya çıkıyor. Mesela Meclis’te Kürtler var ama gayrimüslimler yok. Çünkü Kürtler Müslüman.
ALTINOVA BÜYÜMEZ BİZ İYİ İNSANLARIZ
Altınova’da verilen tepkinin ne kadar yaygın olduğuna bakmak lazım. Bana göre küçük bir resim. Silahlı çatışmalara rağmen biz hálá birlikte yaşıyor, birlikte iş yapıyoruz. Ama bu tür küçük yerlerde insanlar olayları farklı algılıyor ve kurallara uymayabiliyor. Bu ABD’nin bazı şehirlerinde de böyle. Ama biz çok isyan eden, sokaklara dökülen bir millet değiliz; hakikaten iyi insanlarız. O yüzden de Altınova’da yaşanan olayın büyümesine ihtimal vermiyorum. (Ezgi Başaran)