Planı kabul edilebilir bir hale getirmek için uğraşacaklarını belirten Denktaş, şunları söyledi:
Abone olNew York’ta dört gün süren görüşmeler sonrasında, Rauf Denktaş, ilk ve tek durum değerlendirmesini Tercüman’dan Arzu Kaya Uranlı'ya yaptı. New York’taki Türkevi’nin 9’uncu katında bulunan KKTC Temsilciliği’ndeki pencerelerin birinden Parliament reklamlarından tanıdığımız tipte yüksek bir gökdelen, diğerinden de BM binası görünüyordu. Jaluzilerin kırışık durduğu pencerelerden içeri sızan güneş odayı aydınlatıyordu. Denktaş da bu güzel gün ışığından faydalanmak istercesine görüşmeler boyunca hiç elinden bırakmadığı ve yapma çiçeklere kadar herşeyin fotoğrafını çektiği biricik fotoğraf makinesini yine elinde tutuyordu. Belki henüz bir fotoğraf çekmişti. Belki de çekmeye hazırlanıyordu da ben içeri girince yarım kaldı. “Günlerdir fotoğraf makinenizi elinizden düşürmediniz” dedim. “N’apayım?”dedi “Bundan başka hobim kalmamıştır.” “Güzel resimler çekebildiniz mi bari” şeklindeki sorumu ise “Çekmez olur muyum” diyerek cevapladı ve ekledi: “Izin verirseniz sizin de resminizi çekeyim.” Bu kez tebessüm sırası bana gelmişti. “Memnun olurum, ama bir resim de sizinle çektirmek isterim” dedim. Bu sözüm üzerine oturduğu sandalyeden kalkıp “O zaman ceketimi giyeyim” dedi. “Bak sen ne guzel giyinmişsin. Ben de senin yanında ceketsiz görünmeyeyim.” Ceketini giydi. Bir iki fotoğrafımı çekti. Sonra hem onun hem benim makinemle birlikte fotoğraflar çektirdik. Bu arada New York’ta bir fotoğraf sergisi açmayı düşünüp düşünmediğini sordum. “Bu görüşmelerde nasıl sabahladık gördün” dedi. “Kim bilir önümüzdeki haftalarda kaç saatlerce çalışacağız. Bu sıralar fotoğraf sergisine vakit yok” diye konuştu. İlla konuşturacaksınız “İnşallah en yakın zamanda bir fırsatını bulursunuz da biz de sizi New York’ta tekrar görebilme şansını yakalarız” dedim. Sonra dayanamayıp “Dün gece uykusuz kaldığımıza değdi mi efendim? Memnun musunuz gelişmelerden?” diye soruverdim. Gülümsedi. “Sen beni illa konuşturacaksın. Zaten gazetecilerle sohbet edilmez.” dedi. Üsteledim: “Ard arda bir sürü açıklama yapıldı. Aklım karıştı. Simdi şu referanduma gidilmesi meselesi var mesela. İyi mi olur kötü mü bu bizim için? Yüzü gölgelendi ama yorum yapmaktan kaçındı. Benim ısrarlı ve meraklı bakışım karşısında yalnızca, “Bekleyip göreceğiz” dedi ve bakışları çok uzaklara gitti... “Sevinelim mi üzülelim mi ben kestiremiyorum. Fikrinizi almak istiyorum sadece” dedim. “Çok sevinmeyelim. Dikkatli olalım” dedi ve baktı ki benden kurtuluş yok başladı anlatmaya: “Buraya biz Annan Planı’nı konuşmaya geldik. Annan Planı olduğu şekliyle Kıbrıs Türkleri’ni kısa bir zaman içinde azınlık durumuna indirgeyecekti ve Türkiye’nin Kıbrıs üzerindeki haklarını, Türkiye AB’ye girdikten sonra kaldıracak mahiyetteydi. Ortaya konan harita yüz bin insanımızı göçmen yapacaktı. İki kesimlilik 1975’ten bu yana Kıbrıs meselesinin hallinde esas temeldi. Bu da içimize 60 bin 70 bin Rum yerleştirmek suretiyle ortadan kaldırılıyordu. AB normları uygulandığında bize verilmiş olan hakların ortadan kaldırılması bahis konusuydu. Genel Sekreter de “bu çerçevenin ve bu felsefenin dışına çıkılamaz” diyordu. Bu şartlar altında müzakereye devam edilemezdi. Bu konumumuzu koruduk ve bunun neticesinde Weston “Herşey müzakere edilebilir” demeye başladı. Genel Sekreter de müzakere edilebileğini duyurdu. Bizim bu planda değişmesini öngördüğümüz olmazsa olmazlarımız vardı. Türkiye de bunları benimsedi ve diplomatik girişimlerle bunları dünyaya duyurdu. Milli Güvenlik Kurulu kararıyla da bunları devlet siyaseti haline getirdi. Biz planı referans olarak kabul edeceğimizi duyurduk ve Rumlar’la karşılıklı nelerin değişebileceğini görmek için Genel Sekreter’in davetini kabul ederek New York’a geldik. Olmazsa olmazlarımızı kayda geçirdik. Rumlar da kendi olmazsa olmazlarını kayda geçirdiler. Bunları Kıbrıs’ta tartışacağız. Annan’ın olmazsa olmazı Bizi tedirgin eden ve zora sokan bir ilke Genel Sekreter’e planda verilmiş olan hakemlik hakkıydı. Son anda taraflar anlaşamıyorsa Genel Sekreter kendi formülünü uygulayabilecekti. Bunu kabul edemiyorduk. Ancak Genel Sekreter de ‘boyle bir hakemlik müessesesi olmazsa anlaşma da olmaz dolayısıyla her iki tarafın da buna karşı çıktığını görüyorum. Bunu kabul edemem. Bunda ısrar ederseniz bu görevden çekilirim’ dedi. Çıkış yolu aradık Çıkış formülü aradık ve Türkiye ile Yunanistan’ın da bu hakemlikte rol almalarını istedik. Rumlar buna karşı çıktılar. Fakat en sonunda BM, Türkiye ile Yunanistan anlaşamazsa sözün kendisinde kalması koşuluyla yeni formüle razı oldu. Rum tarafı buna AB’yi eklemek için bugun (önceki gün) sabahın 3’üne kadar ısrar etti Yunanistan’dan kabul edilemez formüller geldi, reddettik, sabırla bekledik. Nihayet bugünkü durum ortaya çıkmış oldu. Ankara bu durumu hükümet olarak Genelkurmay ve Cumhurbaşkanlığı olarak kabul ettigini duyurunca biz de bunu kabul ettik. Annan Planı olmazsa olmazların tadili ile kabul edilebilir bir hale gelirse herkes memnun olacaktır.” Denktaş, “Bu açıklama sizin için özeldir. Başka kimseye yapmadım. Güzel gözleriniz için yaptım bunu bilesiniz. Aman eşin duymasın” dedi, yine aydınlık bir gülümsemeyle Ben, “Olur mu? O da bir lider olarak hayranınızdır. Bilakis memnun olur sizinle görüşebildiğimize” dedim. Büyük bir tevazuyla sanki mahcup olarak, ‘Estağfurullah’ diye cevapladı beni. Ben ekledim: “Eşimin iki dayısı da Kıbrıs Gazisi’dir. Bir ferahlık yayıldı yüzüne. “O zaman eşine çok selam benden” dedi. O sırada yemeği geldi. Yemek yerken rahatsız etmemek için teşekkür edip kalktım. Ayrılırken, ‘Çok mutlu haber’ diye başlık atacağım’ dedim: “Kopardınız, istediğiniz her şeyi aldınız.” Bakalım neler olacak? “Yoook! Sakın öyle yazma. Çünkü her istediğimiz olmadı. Biz de ezik ve üzgünüz” dedi. Tebessümlü yüzünden tembih edici bir ifade geldi geçti. “Ama ümitliyiz değil mi efendim? Bakın Genel Sekreter Kofi Annan da gelinen nokta itibariyle bugünü tarihi bir gün olarak nitelendirdi” dedim. “Tabii ki ümitliyiz” diye cevapladı. Ümitli olmamak için bir sebebimiz var mı? Ümitliyiz tabii ki. Hele ayın 19’u bir gelsin. Bakalım, bundan sonra neler olacak! En iyisini ümit ederek ama en kötüsüne hazır olarak bekleyeceğiz. Eee, ne yapalım? Yapabileceğimiz başka bir şey var mı? Neşteri ABD vurdu 13 Şubat Cuma günü, Kıbrıs görüşmelerinin bitmesinin ardından BM binasında açıklama yapan BM Genel Sekreteri Kofi Annan ve Kıbrıs Özel Temsilcisi Perulu Alvaro De Soto, BM Görüşmelerinde ABD’nin etkin rol oynadığı yönündeki yorumları reddettiler. Hatta De Soto, ayrı ayrı yönelttikleri sorularla mekik diplomasisine dikkat çeken Rum, Yunan ve Türk gazetecilere “ABD’nin etkisinden nasıl böyle emin olabiliyorsunuz? Yoksa siz de 32’nci katta mıydınız? Böyle bir şeyin aslı yoktur” dedikten sonra New York Türkevi’nin 3’üncü katında basına birlikte açıklama yapan Uğur Ziyal ve Serdar Denktaş da ABD’nin etkinliğini deşeleyen soruları cevapsız bırakmayı tercih ettiler ve yalnızca görüşmeler boyunca AB, Yunanistan ve Türkiye gibi ABD’nin de gayet yapıcı rol oynadığına değinmekle yetindiler. Ancak görüşmeler sonunda ilk kez Tercüman’a konuşan KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, ABD Kıbrıs Ozel Temsilcisi Thomas Weston’ın görüşmelerde oynadığı kilit rolü, “Weston ‘herşey müzakere edilebilir’ dedikten sonra Genel Sekreter de bu yaklaşımı benimsedi” diyerek vurguladı. Böylece ilk kez bir resmi ağız tarafından kopma noktasına gelen görüşmelerin neticeye ulaşmasının ABD’nin büyük katkısıyla olduğu açıklanmış oldu. Ne güzel gözleriniz var 12 saatlİk görüşmelerin ardından uykusuz geçen gecenin ertesinde New York yerel saati 13:00’ı gosterirken Türkevi’nin 9’uncu katında bulunan KKTC Temsilciliği’nde ziyaret ettiğim Denktaş, yorgun olmasına rağmen maşallah gayet neşeli görünüyordu. Beni görünce, “Ne istiyorsunuz bakalım hanımefendi” dedi. Ben de “Dün geceki yoğun trafikten sonra nasıl olduğunuzu görmek istedim. Ama maşallah çok iyi görünüyorsunuz” dedim. Oturduğu sandelyeden kalktı. Yanıma geldi ve “Ne güzel gözlerin var öyle senin gerçek mi” diye sordu. Önce ne demek istediğini anlayamadım sonra gülümseyerek “evet” dedim. Gözlerime aynı dikkatle bakmayı sürdürürken muzır bir çocuk gibi gülümseyerek, “Geçen gün burada bir hanımın gözlerine iyice yakından bakıp ‘Ne güzelmiş’ dedim de çok mahcup oldu. Meğer lensmiş gözleri. Ben de mahcup oldum tabi iltifat ettiğime. Seninkiler lens degil, değil mi?” dedi. “Hayır, değil efendim gönül rahatlığıyla iltifat edebilirsiniz” dedim, gülüştük. Denktaş bu davetsiz misafirliğime bir anlam verememiş de olsa zarif bir şekilde beni buyur etti. “Otur bakalım” deyince ben de tüm gecenin yorgunluğuyla karşısındaki koltuğa ilişiverdim.