Demokrasi bir deniz, yemeyen domuz
Bugün, 17 Aralık 2010 tarihinde Tunuslu seyyar satıcı Muhammed Buazizi’nin zabıtadan yediği tokada bir tepki olarak kendini yakmasının yıl dönümü.
Bauzizi’nin kendini yaktığı ateş öyle bir alev aldı ki, tüm Arap toplumunu çepeçevre sardı. Ve adına “Arap Baharı” dediğimiz sürecin ilk kıvılcımlarını ateşlemiş oldu.
Arap halklarının demokrasi, özgürlük ve insan hakları talepleri önce Tunus rejimine karşı kendini gösterdi, daha sonra da Mısır ve Libya’da hükümetleri devirerek yeni bir dönemin başlangıcı oldu. Dahası Kuveyt, Fas, Bahreyn gibi birçok Arap ülkesinde de artçı şoklarını hissettirdi.
Yani Buazizi’nin isyanı, Ortadoğu coğrafyasında iktidar savaşlarının ve güç dengelerinin yeniden hesaplanması gibi sonuçların doğmasına neden oldu.
Aslında tuvalde, Irak ve Afganistan’da dış müdahale ile getirilmek istenen demokrasinin, bu sefer sadece toplumların kendi dinamikleriyle gelmesi gibi bir resim söz konusu.
Peki, bu ne kadar doğru?
Farklı ülkeler tarafından karşıt güçler şeklinde silahlandırılan gruplar,
Ülkelerin iç savaşa sürüklenmeleri,
NATO müdahaleleri,
Gelen yeni hükümetlerle, onları destekleyenler arasındaki ekonomik işbirliği anlaşmaları…
Tüm bunları göz önünde bulundurduğunuzda, Arap topraklarında saf bir “1789 devrim” ruhunu düşleyenlerin aslında ne kadar pembe bir tablo çizdiğini görmek mümkün olacaktır.
Tabi ki baskıcı rejimlerin yıkılması, insan hak ve özgürlüklerinin gelişmesi, bunun da bir halk hareketiyle kazanılmaya çalışılması, desteklenmeyecek bir durum değil.
Fakat son tahlilde, başta çocuk yaştaki vatandaşların silahlandırılması, on binlerce insanın birbirini öldürmesi, nefret ve düşmanlık olgularının egemen olması, yeni gelen hükümetlerin eskilerin devamı niteliğinde bir demokrasi kültürüne sahip olmaları, bu baharı adeta kışa çevirdi.
Mesela, daha birkaç gün önce ABD’de bir genç tarafından 26 kişinin öldürülmesi yürekleri burkarken ve Başkan Obama bu durumu gözyaşları içerisinde anlatırken; Arap coğrafyasında ise bir günde yüzlerce insanın öldürülmesi ise bir “ritüel” haline geldi.
Yani ABD’de yaşananlar bir cinayetken, Arap toplumunda milyonları bulan ölümler “demokrasi kisvesi” altında görmezden geliniyor. “Ne de olsa onlar, özgürlük savaşı veren insanlar!” yalanının ardına gizleniyor.
İşin özü, enerji savaşları ve yeni pazar arayışları Arap ülkelerini koca bir mezarlığa dönüştürdü.
Bu nedenle, Arap Baharı’nda demokrasi ve özgürlükleri bir tür “olta ya da çapari” olarak kullananlar, avlayacakları balıkları arıyorlar sadece.
Lüks kamaralarında, keyifli bir balık yemenin derdindeler.
Ve iştahla da yiyorlar.
Yoksa bu mevsimde, kimsenin deniz kirliğini ve canlılarının sağlığını önemsediği yok!