BDP lideri Selahattin Demirtaş 1992 yılındaki rüyasında vurulduğu yeri 21 yıl sonra gittiği Kandil'de gördü.
Abone olÇözüm sürecinde İmralı ve Kandil arasında görüşmelere dahil olan BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, Kandil izlenimlerini Radikal'de kaleme aldı.
Demirtaş, Kandil'e giden her Öcalan mektubu için bir kurban kesildiğini açıklarken bir de rüyasına yer verdi.
1992 yılında üniversite yurdunda rüyasında vurulup öldüğünü gören Demirtaş, vurulduğu yeri 21 yıl sonra gittiği Kandil'de görüyor.
'Beni vuranlara kızgın değildim' diyen Demirtaş, ölümünün gerekliliğinin yerine getirmenin sevincini yaşadığını açıklıyor.
BİR GARİP RÜYA
Demirtaş, ölümden korkmadığını da şu sözlerle ifade ediyor; "1992 baharında üniversite yurdunda yattığım üst kat ranzada aniden uyandığımda da rüyamda tıpkı böyle bire yerde olduğum geldi aklıma. Hayatım boyunca gördüğüm tek rüya buymuş gibi hiç unutmadım o anı.
Kulaklığımdan Kürtçe bir ezgi yüreğime akarken silah sesleriyle yatağımdan fırlamıştım. Gerçekte müziğin bir yerinde silah sesleri duyuluyor ve ben rüyamda tam da böyle bir vadide vuruluyordum.
Ruhum öylece cesedimden yukarıda, cansız bedenimi büyük bir huzur içerisinde izliyordum. Kimseye kızgın değildim, beni vuranlara bile. Sadece niye ölmem gerektiğini anlıyor ve gerekliliği yerine getirmiş olmanın huzurunu yaşıyordum. Kulaklığımdan gelen silah sesleriyle uyanınca, uzunca bir süre rüya mıydı yoksa gerçekten ölmüş müydüm anlayamadım. İşte o gün bu gündür ölmekten hiç korkmadım"
ÖCALAN'IN KURBANLARI
"Savaş da barış da kansız olmuyor bu topraklarda. Savaşın da barışın da kurbanları olacak, çaresi yok demek ki" diyen Demirtaş Kandil'e giden her Öcalan mektubu için Kandil kesildiğini de şu sözlerle açıklıyor.
İşte Demirtaş'ın o satırları;
(...) Kesilen kurbanlar Gönüllü ‘korumalarımız’ bizi rahatsız etmeyecek şekilde bütün vadiye mevzilenmişlerdi. Az ileride görünen ev gibi bir yapıda kimler kalıyor diye bakmak için yöneldiğimizde bir ağacın dibinde kan deryası ve deryanın içinde koyun postuyla karşılaşınca, dün gece yediğimiz etlerin Migros’un et reyonundan alınmadığına iyice kani olduk. Doğrusu akılma ilk gelen şey dün akşamki etlerin lezzetiydi. Öylece birkaç adım attıktan sonra büyük bir utançla durdum. Geri döndüm ve kan deryası içinde yatan koyundan arta kalanlarla birbirimize baktık.
KAN DÖKÜLMESİN DİYE KURBAN EDİLMİŞ KOYUNUN KANIYLA BAKIŞTIK
Kan dökülmesin diye Kandil’e misafir gelen heyete kurban edilmiş koyunun kanıyla uzun uzun bakıştık. Böyle işte, savaş da barış da kansız olmuyor bu topraklarda. Savaşın da barışın da kurbanları olacak, çaresi yok demek ki. Sonra öğrendik ki, her mektup gidişinde Kandil’e, heyetin gelişinin hatırına bir kurban kesmişler meğerse. Bu paradoksal durumun yarattığı can sıkıntısıyla, kaldığımız eve geri döndük. Birkaç dakika sonra da Murat Karayılan, kahvaltısını yapmış, sabah haberlerini dinlemiş, basın özetlerini okumuş bir şekilde girdi içeri (bunlar yüzünden anlaşılmıyordu tabii, kendisi söyledi). Dün gece getirdiğimiz mektubun ve saatlerce yaptığımız tartışmaların yarattığı umut da barışın kurbansız olamayacağını acı tecrübelerle öğrenmiş olmanın verdiği kaygı da aynı yüzde buluşmuştu. Bu defa o bizi yolculadı, bir hatıra fotoğrafı da çektirerekten, arkamızdan biraz da gülümseyerek “Galiba siz buralara daha çok geleceksiniz, yürümeye alışsanız iyi olur” diyerekten. Doğru. Barış yolunda yürümek kolay değil. Aksini kimse iddia edemez. Barış isteyen herkesin bu yollarda yorulmaksızın ve dönüp arkasına baktığında bir arpa boyu yol kat ettiğini görse dahi umudunu yitirmeksizin yürümeye alışması şart.