HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, “En kötü durumlarda bile barış seçeneği masada olmalıdır” dedi, acilen PKK’yla barış yapılması çağrısında bulundu. BBC'den Selin Girit'in, Demirtaş ile özel mülakatı...
Abone olBaşbakan Ahmet Davutoğlu, geçtiğimiz günlerde, “Artık Türkiye bir hafta önceki Türkiye değildir” demişti.
Gerçekten de 20 Temmuz’da 32 kişinin ölümüyle sonuçlanan Suruç saldırısından bu yana geçen süre zarfında ülke içindeki denklemler yerinden oynadı.
Suriye’de IŞİD’e yönelik operasyonları, Kuzey Irak’taki PKK mevzilerine yapılan bombardımanlar izledi. Ülke içinde binden fazla kişi gözaltına alındı.
Manşetlerde her gün ya bir polisin ya bir askerin öldürüldüğüne dair haberler, cenaze törenlerinde gözyaşı döken yakınlarının resimleri yer alıyor.
Türkiye 90’lara geri mi dönüyor endişesi yüksek sesle dile getirilmeye başlandı.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, mevcut ortamda çözüm sürecini sürdürmenin mümkün olmadığını ifade etti.
Ancak HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, BBC Türkçe’ye verdiği özel mülakatta “En kötü durumlarda bile barış seçeneği masada olmalıdır” dedi, acilen PKK’yla barış yapılması çağrısında bulundu.
Demirtaş’la, olağanüstü toplanan Nato zirvesinden güvenli bölge tartışmalarına, PKK’yla ilişkilerinden HDP’nin kapatılması çağrılarına uzanan çeşitli mevzuları konuştuk.
NATO üyesi ülkelerin büyükelçileri Türkiye’nin çağrısıyla bir toplantı yaptı ve toplantı sonucunda Türkiye ile güçlü dayanışma çağrısı çıktı. Toplantının gündeminde olmayan bir şey çok tartışılıyor; ABD ile Türkiye arasında varıldığı söylenen bir anlaşma… Buna göre Suriye sınırında oluşturulacak olan bir güvenlikli bölgeden bahsediliyor. HDP’nin Azaz ile Cerablus arasında oluşturulacak bu güvenlikli bölgeye yaklaşımı nedir?
Suriye’nin kuzeyi ve oradaki Rojava bölgesinde Suriye’nin genelinde olduğu gibi istikrara ihtiyaç var. Mutlaka ki güvenliğe ihtiyaç var. Fakat temel soru şudur: Kime karşı güvenli bölge oluşturuyorsunuz? Ve kimler bu güvenli bölgeyi oluşturuyor? Bu soruların doğru cevaplanması lazım. Bize göre oradaki yerel halkı, Kürtleri, orada yaşayan özellikle direniş içerisinde bulunan, IŞİD’e karşı direnen güçleri hedefe koyarak bir güvenlikli bölge oluşturulması düşünülüyorsa bu çok yanlış olur.
Peki siz böyle düşünüldüğü kanatinde misiniz? Yani hedef IŞİD’den ziyade Suriye’deki Kürtler mi?
Türkiye’de hükümetin Suriye’de güvenlikli bir bölge oluşturma girişimindeki asıl hedefin ve amacın Kürtlere karşı bir tedbir olduğu inancındayım. Bunu söylemekten de çekinmiyor aslında hükümet. Dolayısıyla koalisyon güçleri veya NATO bu konuda karar alırken bütün bunları hesap ederek hareket etmeli. Bizlerin Suriye’nin iç işlerine, oradaki halkların iç işlerine bu kadar doğrudan müdahale edip onları iç savaşa sürükleyecek girişimlerden kaçınılması gerektiği inancındayız. Çünkü güvenlikli bölge adı altında orada yeni bir işgale, yeni bir karadan ilhaka durum gitmemelidir. Bu tür kaygılarımız var. Çünkü Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan orada bir Kürt oluşumuna ne pahasına olursa olsun izin vermeyeceğini söylüyor. Oysa Türkiye’nin orada bir hakkı yok. Türkiye’nin orada bir hak iddiası da olamaz. Orada Kürtler yaşıyorlar. Başka halklar da var elbette ve kendi yönetimlerini inşa etme hakları var. Kendi demokrasilerini kurma hakları var. Türkiye’nin buna müdahale etmesi doğru değil. Uluslararası koalisyon güçlerinin de müdahale etmesi mümkün değil.
Peki güvenlikli bölgeyle buna müdahale edecek sonucuna nereden varıyorsunuz?
Türkiye bunu hedefleyecektir bize göre. AKP hükümeti özellikle Cerablus bölgesinde güvenlikli bölge oluşturulursa, Türkiye’deki bazı mültecilerin de orada barındırılmasına öncelikle sağlayacaktır. Bu da anlamlıdır. Bu da olabilir tabii ki. Fakat oranın askeri güvenliğinin sağlanması için, eğer ordu Türkiye’den oraya girecek ve orada güvenlik sağlama adı altında konuşlanacaksa bu bir sıkıntıya yol açabilir diye kaygı duyuyoruz. Şöyle olmalı bizce: Oradaki Kürt güçleriyle ortaklaşa yapılmalı bu. PYD ile Türkiye ortak hareket etmeli. IŞİD’e karşı da, güvenlikli bölge oluşturulması konusunda da…
“PYD ile Türkiye ortak hareket etmeli”
Böyle bir şey mümkün mü sizce?
Bu elbette ki mümkün. Niye mümkün olmasın?
Nasıl mümkün?
PYD’nin Türkiye’yle bir düşmanlığı olmadığını PYD’li yetkililer açıklıyor. Türkiye de PYD’yle zaman zaman görüşmeler yaptı. Ankara’da temaslar kurdu. Şimdi Türkiye IŞİD’e karşı da mücadele ettiğini söylüyor. IŞİD’e karşı en büyük mücadeleyi de PYD, Kürt güçleri veriyor. O halde Türkiye ile PYD’nin ortak hareket etmesi en akıllıca olanıdır, en doğru olanıdır bize göre.
Ama PYD PKK’nın uzantısı olarak görülüyor Türkiye tarafından. Dolayısıyla kamuoyuna nasıl anlatılabilir böyle bir işbirliği söz konusu olsa?
Ne PYD ne PKK bunu, aralarında bir bağ olduğunu kabul etmiyor tabii ki. Ama böyle bir risk görülüyorsa, bunun da yolu PKK’yle barış anlaşması yapmaktır. Türkiye içerisinde acilen PKK’yle bir barış yapılmalı. Ve PKK Türkiye açısından bir tehdit olmaktan çıkmalıdır. Çıkarılmalıdır. IŞİD’e karşı birlikte mücadele edebilmelidir. Türkiye bu cesareti gösterebilmelidir.
Ama fiili ateşkes vardı. Ceylanpınar’daki saldırıdan sonra böyle bir ateşkesten söz etmek mümkün değil şu anda. Nasıl olacak peki bu? Çözüm süreci de bitmiş gibi görünüyor. Siz de zaten benzeri açıklamalar yaptınız. Cumhurbaşkanı Erdoğan da artık mümkün değil çözüm süreci dedi. Dolayısıyla PKK nasıl farklı bir çizgide görülebilir?
Barış her zaman mümkündür. Barış ihtimali bitti artık (diye düşünüp) karamsar bir havaya bürünmemize gerek yok. En kötü durumlarda bile barış seçeneği masada olmalıdır. Biz buna inanıyoruz. Bunun güçlü bir seçenek olarak savunulması gerektiğini de düşünüyoruz. Her ne kadar taraflar şu anda karşılıklı sert bir pozisyon almış olsalar da, karşılıklı eylemler, askeri operasyonlar, öldürmeler, şiddet olayları, çatışmalar yaşanıyor olsa da bu durum her an yeni bir karşılıklı ateşkes ve çatışmasızlığa da dönüşebilir. Yeter ki iki taraf üzerinde de demokratik bir basınç oluşsun. Çünkü Türkiye toplumu savaş istemiyor. Çocuklarının ölmesini istemiyor insanlar. Kürtler de Türkler de… Askerlerin, polislerin, PKK gerillalarının… Bunların hepsi bu toplumun evlatlarıdır. Hepsi bizim kardeşlerimiz, insanlarımızdır. Dolayısıyla bu ölümleri durdurmak için biz toplum olarak sesimizi daha fazla yükseltmeliyiz ve iki tarafa da silahları susturun çağrısını daha cesurca, daha güçlü bir şekilde söylemeliyiz. Bunu başarırsak ben yeniden çözüm ve müzakere sürecine dönülebileceğini düşünüyorum.
“Çözüm sürecine yeniden dönülebilir”
Ama son açıklamalarınızda dediniz ki, “PKK’nın silahsızlanmasını Cumhurbaşkanı Erdoğan engellemiştir. Çözüm sürecini de tamamen bitirmiştir.” Çözüm süreci bitmiş diyorsunuz bir yandan, diğer yandan hala umudumuz var diyorsunuz. Bir çelişki yok mu?
Çözüm süreci bitmiştir kavramını kullanmadım tabii ki. Kendisi PKK’nin silahsızlanmasını durdurmuştur. Çünkü Dolmabahçe’de varılan, 28 Şubat’ta varılan mutabakatı kabul etmediğini ilan etmiştir. Biz tekrar o pozisyona hükümetin dönmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bu zor bir durum değil. Çünkü barış savaşanlar arasında yapılır. Barış zaten dostlar arasında yapılmaz. Barış çatışanlar arasında gerçekleşir. Müzakereler gerilim ortamlarından çıkar zaten. Dünya deneyimleri de bize göstermiştir ki müzakere süreçleri zaman zaman kesilebilir, kopabilir, çatışmaya dönüşebilir. Ama barış isteyen kesimler asla vazgeçmemelidir. Eğer umudumuzu yitirir vazgeçersek, bir daha barış olamaz artık, bu mümkün değil diye düşünürsek bu sadece savaş politikalarına güç vermek olur. O nedenle biz barış konusunda ısrarcı olmaya devam etmeliyiz.
Gerek hükümetten gerek toplumun bazı çevrelerinden kişisel olarak sizin de partinizin de üzerinde, PKK’ya silahsızlanma çağrısı neden yapmıyor diye bir baskı var. Neden yapmıyorsunuz?
Partimiz ve şahsım üzerinde kurulan bu baskı bilinçli bir psikolojik savaş baskısıdır. Eğer gerçekten bizim veya benim yapacağım çağrının etkili olduğu, olacağı düşünülüyorsa neden yıllardır PKK’yle görüşme yapılıyor? Neden Sayın Öcalan’la İmralı’da görüşmeler yapıldı? Neden Oslo’da yıllarca PKK’yle müzakere ve diyalog sürdürüldü? Çünkü biliniyor ki böyle bir örgüte silah bıraktırmanın yolu onun yöneticileri ve liderleriyle müzakere yapmaktır. Ben PKK’nin lideri değilim. PKK’nin üzerinde bir talimat yetkim de yok. Ama sivil bir siyasetçi olarak her zaman taraflara, kesinlikle birbirinize silah doğrultmayın, kesinlikle silahları karşılıklı bırakın çağrısını her zaman yaptım. Bunu bir niyet olarak her zaman söyledim. Ama bu hükümet tarafından hep kötüye kullanıldı. Sanki PKK’ye silah bıraktırma gücü ve yetkisi bizdeymiş ve biz bu gücümüzü veya yetkimizi kullanmıyormuşuz, o nedenle savaştan biz sorumluymuşuz gibi bir algı yaratıyor. Bilinçli yapıyor bunu. Seçmenlere karşı özellikle HDP’yi zor durumda bırakmak için bir algı yönetimi yapmaya çalışıyor. Yoksa biz asla şiddeti desteklemedik. Asla PKK’nin silah kullanmasını desteklemedik. Hep çağrılarımızı da yaptık. Ama yöntem olarak silah bıraktırma yöntemi müzakeredir. O da İmralı’da 2,5 yıldır sürüyordu. Ama İmralı’yla görüşmeleri hükümetin kendisi bıraktı.
Peki HDP’nin muhatap alınmaması bir şekilde işlevsizleştiriyor mu partinizi çözüm süreci açısından baktığımızda?
Çözüm süreci açısından partimiz her zaman muhataptır. Hükümetin işlevsizleştirme girişimi bizi muhatap olmaktan çıkarmıyor. Yani hükümet kiminle görüşecek çözmek için? Muhataplardan biri biziz. Parlamentoda demokratik, legal siyasetin temsilcisiyiz. Dolayısıyla hükümetin HDP’yi muhatap almıyoruz demesi bizi muhatap olmaktan çıkarmıyor aslında. Görüşmeler başlayacaksa ve görüşmeler olacaksa partimiz bunun içinde olmak durumundadır. Bunun dışında hiçbir seçenek yok aslında. Biz her zaman hazırız, müzakereleri yeniden yürütmeye, aracılık yapmaya ve durumu yeniden normale döndürmeye dair görevlerimizi yapmaya hazırız.
“PKK’dan korkmuyoruz”
Başbakan Davutoğlu’nun partinize yönelik bir takım eleştirileri vardı. Son olarak neden dörtlü deklarasyonda yer almadığınızı eleştirdi. “Onlar PKK’dan korkuyorlar” dedi. Korkuyor musunuz PKK’dan?
Hayır biz PKK’den veya başka bir örgütten, hiç kimseden korkmadık. Ama Başbakan’ın bu siyasi hamlesi partimizi zan altında bırakmak için yapılmış bir girişimdir. Biz şiddeti durduracak, siyasi çözüm sağlayacak bir deklarasyon hazırladık aslında. Dolmabahçe’de bunu hükümetle birlikte ilan ettik. O deklarasyondan vazgeçen bir başbakanın bugün çıkıp bize başka bir deklarasyon dayatmasının siyasi olarak hiçbir inandırıcılığı yoktur. Başbakanın kendi hazırladığı deklarasyona imza atmak zorunda değiliz. Ortada karşılıklı imzalanmış bir deklarasyon var. Bu da ortak iradeyle, birlikte hazırladığımız bir deklarasyondu. Başbakan bu deklarasyona sahip çıkmadan, bu deklarasyonla ilgili fikrini beyan etmeden yeni bir deklarasyonu tartışmamız mümkün değil.
Partinizin hedef alındığını, bunun son seçim sonuçlarıyla alakalı olduğunu söylüyorsunuz. Neden böyle olduğunu düşünüyorsunuz?
Çünkü biz aldığımız oyla AKP’yi iktidardan düşürdük. Cumhurbaşkanı’nın başkan olma, tek başına ülkeyi yönetme hayallerini suya düşürdük. Dolayısıyla bir erken seçimde HDP’yi yüzde 10 barajının altında bırakacak bir operasyon yapılıyor şu anda. Asıl hedef HDP’dir. Bütün bu yapılan kirli işlerin asıl hedefi HDP’yi zor durumda, zan altında bırakmak, sorumlu haline getirmek ve kamuoyu nezdinde itibarsızlaştırarak oyları düşürmektir. Bunun etkili olduğunu düşünmüyoruz. Son kamuoyu araştırmaları gösterdi ki bütün bu son bir aylık süreçte bizim oylarımız yaklaşık iki puan arttı. Son anketlerde oylarımız yüzde 15 oranında çıktı.
“Kimse HDP’yi siyaset sahnesinden silemez”
Yani olası bir erken seçimde yüzde 10 barajının altında kalırız diye bir endişe taşımadığınızı mı söylüyorsunuz?
Hayır. Biz tam tersine çok daha güçlü bir şekilde çıkacağımızı düşünüyoruz.
Peki erken seçim olacak mı? Koalisyon kurulacağı konusunda bütün umudunuzu yitirdiniz mi?
CHP’yle henüz koalisyon görüşmeleri neticelenmiş değil. Tabii ki CHP’yle veya diğer seçeneklerle koalisyon kurulabilir. Ama erken seçim de yarı yarıya ihtimal dahilinde görünüyor şu anda.
MHP lideri Bahçeli’nin HDP’nin kapatılması yönünde çağrıları oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan da (Bahçeli’ye) destek olarak yorumlayabileceğimiz bir takım açıklamalar geldi. Yüzde 13 oy aldınız, yüzde 15’e çıkabileceğini söylüyorsunuz. Başka insanlar aynı şekilde düşünmüyor, barajın altında kalabileceğinizi düşünüyor. Siyasi sahneden silinmeye mi çalışılıyor HDP? Böyle bir kaygınız var mı?
Hayır, silinemez. Kimse HDP’yi siyaset sahnesinden silemez. Daha önce dokuz partimiz kapatıldı. Hepsi hatalı kararlardı. Hukuka aykırıydı. AİHM’den döndü bu kararlar. Buna rağmen bir defa daha parti kapatma davası açmak Türkiye’deki hukuk sistemine de demokrasi işleyişine de yakışmaz. Partileri halk açmalı ve halk kapatmalı diye düşünüyoruz. Tabii ki partiler şiddet, terör ve ırkçılıkla iç içe geçerlerse, ilişkili olurlarsa mutlaka tedbir alınmalı. Ama bizim partimiz bunlarla asla suçlanamaz. Asla biz terörle, şiddetle, ırkçılıkla işbirliği içerisinde olmadık. Teşvik etmedik. Desteklemedik. Buna dair tek bir iddiada bulunamaz hiçbiri. Bu kadar şiddet uygulayan bir devlet örgütü, AKP hükümeti partimizi şiddet uygulamakla suçlayamaz. Sadece kendi iktidarları dönemindeki gösterilerde 164 kişinin ölüm emrini verdiler. Gezi direnişinde 9 kişi, Kobani direnişinde 50’den fazla insan... Gösteriler boyunca çok ağır şiddet kullanan hükümetin kendisiydi. Orantısız şiddet kullanan, ölümlere yol açan ve bunu gururla söyleyen onlardı. Talimatı ben verdim polise, polisle gurur duyuyorum diyen bir partinin genel başkanı bizi şiddetle içli dışlı gösteremez.
“AKP ve MHP barış politikalarına çok uzak”
HDP’nin kapatılması yönündeki çağrılar üzerine mi 80 milletvekilinin, sahip olduğunuz tüm milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması yönünde dilekçe vereceğinizi açıkladınız?
Evet, biz dokunulmazlık zırhına sığınıp saklanmıyoruz. Çünkü korktuğumuz hiçbir şey yok. Bir suçumuz yok. Yargı önünde verilemeyecek hiçbir hesabımız yok. Bizi bununla tehdit edenlere karşı, buyrun gelin hep birlikte, hepimizin dokunulmazlığını kaldırılalım diyoruz. Kendi dilekçelerimizi kendimiz vermeye hazır olduğumuzu ifade ediyoruz.
Son olarak kısaca şunu sormak istiyorum: Meclis olağanüstü toplanacak. Ne gibi kararlar alınmasını hedefliyorsunuz?
Biz parlamentonun Türkiye’de içeride ve dışarıda barışı sağlayacak bir irade ortaya koymasını çok arzularız. Kürt sorununda tekrar müzakereye dönülmesi, Suriye’de IŞİD’e karşı etkili mücadele kararı alınması... Suriye’deki sadece Sünni gruplarla değil, oradaki Kürtlerle, Türkmenlerle, Hristiyanlarla, Şiilerle, herkesle Türkiye’nin çok iyi ilişkiler geliştirmesinin parlamento iradesi olarak ortaya çıkmasını çok arzu ederiz. Eğer bunları başarabilirsek parlamento Türkiye’de ve Suriye’de özellikle barış için çok iyi bir iş yapmış olacak. Ama bu artık güçlü bir ihtimal değil. Çünkü AKP ve MHP özellikle bu barış politikalarına çok uzak duruyorlar.