Üçüncü İmralı heyeti ile adaya giden Demirtaş, Öcalan ile buluşmasını anlattı. Apo yakalandığında ağladığını da itiraf eden Demirtaş onu gördüğünde bakın neler olmuş
Abone olİmralı'da üçüncü görüşmeyi yapan heyette yer alan BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, Öcalan ile ilk tanışmasını anlattı. Demirtaş, Öcalan ile karşılaşmasını "Akrabamı görmüş gibi oldum" diye aktarırken tokalaşırken de birbirlerinin ellerini bırakamadığından bahsetti.
Özgür Gündem gazetesine konuşan Demirtaş, Öcalan’ın ‘İlk defa bu topraklarda demokratikleşmenin kapısı aralanıyor ve herkes bunun kıymetini bilsin’ dediğini aktardı.
MECLİS ROLÜNÜ OYNAMALI
Demirtaş, “Provokasyonlara mahal vermeden hızlı hareket etmeliyiz.” diyen Öcalan’ın, “Hükümet de bu fırsatı heba etmemeli. Bu bir isyandır. Ben de isyanın lideriyim. İsyanın bitmesi için üzerime düşeni yapacağım Koçgiri İsyan’ına benzer biçimde Meclis de üzerine düşeni yapmalı” dediğini söyledi.
AB DEMİR ÇELİK, BİZ DİCLE FIRAT...
Demirtaş, Öcalan’ın “Geçmişte AB için kömür, çelik ne idiyse bizim coğrafyamızda da, Dicle, Fırat’ın suyu böyledir. Bu demokratik bir Ortadoğu konfederasyonuna dönüşebilir. Önümüzdeki ayı değil önümüzdeki yüzyılları düşünmek zorundayız. Ben yıllardır bunun hazırlığını yapıyorum” dediğini anlattı.
SANKİ AKRABAMI GÖRDÜM
İlk kez Öcalan’la tanışan Demirtaş, karşılaşma anlarını şöyle dile getirdi: Çok heyecan vericiydi. Uzun uzun tokalaştık ne o benim elimi ne de ben onun elini uzun süre bırakamadık. Sanki yıllardır görmediğim akrabamı görmüş gibiydim.
ELİNİ BIRAKMAK İSTEMEDİM
"Tabi benim için çok heyecan vericiydi. İlk odaya girdiğimde kendisi ayaktaydı. Birkaç saniye bakıştık ama uzun uzun el sıkıştık. Ben de elini bırakmak istemedim o da elimi bırakmak istemedi. Büyük bir sevgisi, sempatisi olduğunu hissettim. Ben de uzun süredir görmediğim bir akramı görmüş gibi bir hissiyat içindeydim. Tabi saç sakal kırlaşmış. İnsan sevgisiyle dolu, konuşurken, tartışırken. Benim için muaazzam bir deneyimdi. 22 yıldır öyle ya da böyle bu mücadelenin içinde oldum ama ilk defa Kürt halkının lideriyle karşı karşıya geldim. Mutluluk vericiydi. Kendisi 15 Şubat 1999’da Türkiye’ye getirildiğinde üç aylık stajyer avukattım. Hakikaten hepimiz ağlıyorduk televizyonların başında. Aradan 14 yıl geçti, bir partinin eşbaşkanı olarak İmralı’ya gittim ve kendisiyle resmi bir çözüm toplantısı yaptık. Benim için tarihi, böylesi bir anlamı vardı. İki kızım için de bir selam kartı yazdı. Delal ve Dilda şahsında bütün çocuklara, büyük mücadele yürüttüğünü belirten bir selam ve sevgi kartı yazdı."
Demirtaş görüşmede Öcalan'ın kendilerine ‘Ben üzerime düşeni yapıyorum, hükümet bu fırsatı kaçırmamalı, Meclis de üzerine düşeni yapmalı. Bu bir isyandır, ben de isyanın lideriyim’ dediğini aktardı.
Röportajdan diğer önemli bölümler ise şöyle:
Demirtaş Öcalan ile yapılan görüşmeyi şu şekilde anlattı: "Öncelikle İmralı’da yapılan görüşmeleri biz özellikle toplantı olarak değerlendiriyoruz. Çünkü Sayın Öcalan da oradaki görüşmeyi bir toplantı olarak değerlendirmeyi daha uygun buldu. Bu sıradan bir mahkum ziyaretinin ötesinde ciddi bir siyasal gelişmenin siyasi aşamasıdır. BDP heyetinin Sayın Öcalan ile yaptığı üçüncü toplantı demek belki daha doğru olur çünkü bundan sonra eğer süreç ilerlerse çok farklı kesimlerle İmralı’da toplantılar gerçekleştirilmesi gerekecek. Bu yaptığımız toplantı Newroz öncesine denk geldi. Öncelikle Sayın Öcalan tüm halkın Newroz’unu kutladı, selamlarını ve sevgilerini iletti. Sağlığı gayet iyiydi. Göz yaşarması dışında şu anda ciddi bir sağlık sorunu yok. Son derece moralliydi. Çok heyecanlıydı. Bizim açımızdan da sanıyorum onun açısından da son derece keyifli bir toplantı oldu. Süreci uzun uzun değerlendirdi. Kendi çözüm kararlılığı, çözüm yaklaşımı, çözüm iradesinden söz etti. Gerçekten de silahsız, kimsenin ölmediği bir çözümde ne kadar kararlı, ne kadar ısrarcı olduğunu bu toplantıda da bir kez daha biz gözlerimizle görmüş olduk. Mesajı daha çok hükümeteydi tabi. Bütün bu görüşme boyunca AKP hükümetinin bu fırsatı kaçırmaması gerektiğinden bahsediyordu. Hükümetin ve parlamentonun üzerine düşen görevleri hızlı bir şekilde yapması halinde hiçbir provokasyona fırsat verilmeden çözümde çok hızlı bir şekilde ilerlenebileceğini belirtti. Tabi burada kendisi de AKP hükümetinin ve parlamentonun, bu adımları atıp atmayacağından yüzde yüz emin değildi"
Bu adımlar dediğiniz tam olarak neler?
- AKP ve devletin eskiye göre daha ciddi bir yaklaşıma kavuştuğunu belirtti. Fakat örneğin şöyle bir tanımı vardı; sonuçta bu bir isyandır. Neredeyse 40 yıldır devam eden bir isyandır. Şimdi bu isyanı bitireceğiz. Ben bitirmekte kararlıyım. Fakat parlamento bu isyanın bitmesi için kararlar alabilecek mi? Örneğin geri çekilmeyle ilgili komisyonların kurulmasıyla ilgili çatışmasızlık ve silah bırakma aşamalarına dair parlamento güvence veren kararlar alabilecek mi? Ve bu çatışmasızlığı sürekli hale getirebilecek, kalıcı barışı sağlayabilecek adımlar atabilecek mi? Bütün bunları göreceğiz dedi. Bu dönemin 1921 Koçgiri İsyanı’nı hatırlattığını söyledi. Tam olarak benzemese de o dönemde parlamento, Koçgiri İsyanı’nın bitmesi için isyan liderleriyle görüşüyor. İsyanın sona ermesi için parlamento bazı yasalar çıkartıyor. Hükümet ve parlamento bu işe ciddi yaklaşırsa ben çok ciddiyim çok kararlıyım diyor. Artık kan akmamalı diyor. Bir de şöyle bir yaklaşımı vardı bu konuda; bugüne kadar denedikleri bütün çözüm arayışlarında kendisinin dışlanmaya, zayıflatılmaya çalışıldığını, etrafının, altının boşaltılmaya çalışıldığını ama bu defa direk kendilerinden başlanmış olmasını doğru bulduğunu, çünkü halk ayağı, gerilla ayağı, örgüt ayağı boşaltılırsa; yani Öcalan’ın etki gücü kırılmaya çalışılarak bu iş yapılırsa bunun sonuç almayacağını devletin gördüğünü, şimdi doğru bir yöntem denendiğini ve kendisinin de bu rolü oynamak istediğini belirtiyor.
Öcalan ‘Demokratik kurtuluş, özgür yaşam’ olarak tanımladı, bu kavramı açtı mı?
- Doğru, aslında şundan söz ediyor. 1920’lere atıf yapıyor sürekli. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu ilk döneme Osmanlı bakiyesine atıf yapıyor. Osmanlı kültürler topluluğuna atıf yapıyor.
DEMOKRATİK ORTADOĞU KONFEDERASYONU
Nedir onlar?
- O dönem biliyorsunuz farklı milletler, farklı inançtan insanlar aynı coğrafyada birarada yaşayabiliyorlardı. Özellikle Kürdistan bölgesinde farklı inanç kesimleri farklı etnik kimlikler Osmanlı’daki saraya karşı kısmi özerkliklere sahipti. Bunları önemsiyor. Yani tekleştirilmiş millet tanımının Ortadoğu gibi bir coğrafyada hiçbir devlete uymayacağını, devletlerin bundan vazgeçtikçe ancak toplumun özgürleşebileceğini, fakat bunun yerine ikame edilecek şeyin de yine ulus devlet olmaması gerektiğini ısrarla belirtiyor. Ve bütün farklı kimlikler, farklı inançlar bir Ortadoğu konfederal sistemi içerisinde bir arada yaşayabilirler diyor. Öyle sınırların değiştiği resmi sınırların farklı şekilde çizildiği bir modeli kastetmiyor. Örneğin AB’yi örnek verirken, kömür ve çelik birliğiyle başladı bu diyor ve bugünlere kadar geldi. Avrupa için kömür-çelik ne idiyse o dönem, bizim coğrafyamızda da, Dicle-Fırat’ın suyu böyledir diyor. Dolayısıyla bu su etrafında bir birlik, bir dayanışma başlar ve giderek bu Ortadoğu’yu da kapsayan bir demokratik Ortadoğu konfederasyonuna dönüşebilir. Bunun koşulları vardır. Dolayısıyla hiç kimsenin marjinal düşünmemesi lazım.
İlk defa bu topraklarda demokratikleşmenin kapısı aralanıyor ve bu aralanmış kapıyı hepimizin iyi kullanması lazım. Önümüzdeki haftayı, önümüzdeki ayı değil önümüzdeki yüzyılları düşünmek zorundayız. Ben yıllardır bunun hazırlığını, çalışmasını yürütüyorum, o nedenle bu fırsatı, süreci değerlendirmek istiyorum. AKP de, diğer güçler de bunun kıymetini bilirse bu olur diyor. Hatta CHP, MHP’ye de çağrı yapıyor. Katkı sunmak istiyorlarsa neden olmasın diyor. Çünkü bunu bir Kürt kurtuluşundan öte, gerçekten Ortadoğu’da yeni bir modelin yeni bir sistemin yaratılması için bir fırsat olarak görüyor. Meseleye asla bir etnik pencereden bakmadığını çok net ortaya koyuyor.
Öcalan çok stratejik bir öneri getiriyor. Bu konuda AKP’nin pozisyonuyla ilgili ne diyor?
- Şöyle bir cümlesi vardı; geçmişte çok anlamıyorlardı ama şimdi sanırım onlar da değişimin ne kadar gerekli olduğunun farkındalar. Fakat bunu ne kadar pratikleştirebilirler bunu hep birlikte göreceğiz diyor. Kendisi gerçekten pratikleştirmek konusunda olabildiğince esnek davranmaya çalışıyor. Dayatmacı, şabloncu bir tarzı yok. Müthiş bir özgüveni var. O kadar alternatifli konuşuyor ki düzenlemeler konusunda, atılacak adımlar konusunda. Yeter ki süreç ilerlesin, demokratikleşmenin kapısı açılsın. Yani değişimin kaçınılmaz olduğunun farkında ve bu değişimi, gerçek değişime ihtiyacı olanların, ezilenlerin öncülük edip yönetmesi gerektiğini anlatmaya çalışıyor aslında. Kim bu değişime karşı direnirse onun yok olup gideceğinin farkında.
BAŞKANLIK SİSTEMİ GÜNDEMDE YOKTU
İkinci görüşmede, yeni anayasa, başkanlık sistemi ve özyönetim tartışmalarıyla ilgili kamuoyunda çeşitli spekülasyonlar oldu. Bu başlıklara ilişkin bir gündem var mıydı?
- Yok, başkanlık sistemi yoktu gündemimizde. Fakat tabi anayasa meselesini de tartıştık. Onun da soruları vardı. Şuna çok önem veriyordu. Bir defa bu anayasa ve yasa meselesinin parlamento ayağının tümüyle BDP’nin işi olduğunu, BDP’nin bu konuda zaten uzman olduğunu, görevinin bu olduğunu belirtiyordu. Aynen şu cümleyi kullandı; BDP bir arabulucu değil. Basında postacı falan diyorlar. Asla böyle bir pozisyonu yok. BDP, eğer birinci aşama geçilirse ikinci aşamanın tümden tarafıdır. O da hukuki süreç, anayasal ve yasal reformlar sürecidir. Bu çerçevede tartışmalarımız oldu.
Yeni sürece hazırlık konusunda BDP olarak tartışmanız oldu mu?
- Bizim bu sürece karşı hazırlıksız olmadığımız bilinmelidir. Uzun süredir anayasa ve yasal reformlarla ilgili çalışma yürütüyoruz. Konferanslar, çalıştaylar yaptık. Güçlü bir anayasa taslağı ortaya çıkardık. Yine yol temizliği dediğimiz reform paketini ortaya çıkarttık ki dün adada Sayın Öcalan ile yaptığımız toplantıda da bu reform paketinin de tartışmasını yürüttük ve bu konudaki güçlü hazırlığımızı anlattık. Kendisi de bu reform sürecinin önemli olacağını, BDP’nin bu konudaki hazırlığının güçlü olduğunu gördüğünü ve desteklediğini belirtti. Anayasadan önce mutlaka bir yol temizliğine ihtiyaç olduğu düşüncesi onda da vardı.
“Kürt sorunu çözülürken yerine başka bir otoriterleşme mi geçecek” diye kamuoyunda ciddi ciddi tartışanlar oldu?
- Sayın Abdullah Öcalan çok uzun yıllardır ne yaptığının farkında. Yani attığı ve atacağı adımlarla nelerin nasıl değiştiğini o kadar iyi görüyor ki. Mesela devletin İmralı’da Sayın Öcalan ile görüşme yapması, bizim gidip orada toplantılar yapmamız bile Türkiye’deki baskıcı sistemin çatlamasına neden olmuştur. Dikkat edin Newroz’lar nasıl kutlanıyor. Düşünün ki yüz yıllık Kürt inkarı kırılmış olacak Kürt sorununun çözülmesiyle. Şimdi bu devlet bütün baskıcı mekanizmalarını Kürtlerin inkarı üzerine kurmuştur. Yani siz devletin elinden en büyük baskı aracını alıyorsunuz. Bir daha kullanmamak üzere geri alıyorsunuz. Kürtlerin dışındaki bazı kesimler bunu görmüyor. Temel çelişki Kürt meselesidir. Çünkü baskı, otorite Kürdün inkarı üzerine kuruludur. Bu sistem değiştiği zaman, hani bunun yerine demokrasi inşa edilir demiyorum ama, daha otoriter ya da daha baskıcı bir rejim kurulur demek de haksızlıktır. Bunun yerine demokrasinin inşa edilmesi görevi de AKP’nin değil. Tam da bu itirazları belirten ilerici kesimlerdir. Yani diyorlar ki, hem AKP baskıcı rejimini kırsın hem de yerine tam da arzuladığımız gibi bir demokrasiyi inşa etsin. Var mı böyle bir şey. Öyle olsaydı hepimiz AKP’li olurduk yani. AKP’yi devrimci diye tanımlıyorlar neredeyse...