Bediüzzaman'ın risalelerini köy köy dolaşıp toplayan Necmeddin Şahiner, yaşamını anlattı.
Abone olTabii çok genciz o zamanlar. Yakışıklıyız. 1963 senesinin bahar ayları. Babam marangoz olduğu için, şahane bir cep aynası yaptırmışım. Bir sabah saat 6da babamın dükkânından alıp götürdüler beni Emniyete. Devamlı su döküp, vurup vurup suda yürüttüler. 8 saat boyunca falakaya yatırdılar. Kafam, ayaklarım, vurmadık yer koymadılar. Her tarafım mosmor oldu. O sopalardan dolayı cebimdeki ayna tuz-buz olmuştu. Bunları anlattım hâkime. O paramparça olmuş aynayı da götürüp masasına koyunca hâkimin gözleri doldu, ağlayacaktı. Gel evladım dedi. Ben çıktım hâkimin masasının yanına. Şimdi seni annene göndereceğim. Ama buradan çıkınca öyle arkadaşlarına gitmek yok. Doğru annenin yanına gideceksin dedi. Ben Peki dedim.
Araştırmacı-yazar Necmeddin Şahineri bu sürece taşıyan olay, onun 1961de Said Nursi ve Risale-i Nurları tanımasıyla gerçekleşir.
8 Ekim 1943te Gaziantepte doğan Şahinerin, Antepte tahsilini yaptığı Cumhuriyet İlkokulunun ikinci sınıfından itibaren müthiş bir gazete okuma merakı vardır. Özellikle 1958lerden itibaren cebinde ne kadar parası varsa hepsiyle gazete alır. O yıllarda her gün Said Nursi ve Nurculuk üzerine yayınlar sıklaşmıştır. 500 sene önceki Fatih Sultan Mehmet devrinin kıyafetiyle gazetelerde yer alan Said Nursinin fotoğrafları da Şahinerin dikkatini çeker.
1960 İhtilalinden sonra da Nurcular ve Said Nursi konusu gazetelerin sayfalarından düşmez. Bediüzzaman, bu sefer kabri ile ilgili tartışmalarla gelmektedir gündeme. Şahiner de bu yazıları aksatmadan biriktirir: Nurculuk, Türkiyemizin en büyük hadisesidir. 50 yıl boyunca Türkiyede mahkeme, polis baskını, karakol, dayak, sürgün, hapis, say sayabildiğin kadar... Bilhassa 1935-1985 arasında hava raporu gibi, haftanın 4-5 günü Nurculuk, Said Nursi, ayin yaparken... yazıları çıktı. O yıllar arasında en çok aleyhte yazan gazete Cumhuriyet. Fakat 1983te Cumhuriyet gazetesi 350 bin liraya Risale-i Nurun reklamını yaptı. Bediüzzaman Said Nursi büyük bir İslam âlimidir. Risale-i Nur Kuran tefsiridir diye. Bundan sonra sosyeteden yüzlercesi Risale-i Nur almak istedi, bu kitapları yasak zannediyorduk. Şimdi Cumhuriyet gazetesinde reklâmı çıkıyor diye.
UÇURUMUN EŞİĞİNDEN DÖNDÜM
Böylesine bir haber bombardımanı içerisinde Necmeddin Şahiner, Said Nursinin kim olduğunu merak ederek 1961de ortaokul arkadaşı Nazım Gökçekin evine gider. Bediüzzamanın hayatını anlatan bir kitap ister ondan. İlk baskı Tarihçe-i Hayattaki Üstadın resimleri ile başlayan şaşkınlığı ve hayreti merhum Ali Ulvi Kurucunun şiirsel önsözü ile onu kalbinden yakalar. Hayatının dönüm noktası olur bu safha: Çünkü 15-16 yaşlarında müthiş bir heyecan, heva, heves... Allah muhafaza içki, zina, kumar çok dehşetli büyük günahlar. Bunların eşiğinden döndüm. Risale-i Nuru okumakla, hamdolsun bu fenalıklara bulaşmadık. Tam o yaşta bunlara başlamak üzere idim.
Bu dönemde biraz futbol oynayan ve sarı kırmızı renklere alaka duyan Şahiner, 1960ta damarlarımı kesseniz sarı kırmızı renk fışkırır dahi demektedir. O yıllarda onun bildiği üç takım vardır, renkleri sarı kırmızı olan: Antepte Şehreküstü, İzmirde Göztepe, İstanbulda Galatasaray. Çok merak ediyorum sporu. Sarı kırmızı renkleri çok seviyorum. İşte Risale-i Nur sarı-kırmızı. Ben Risale-i Nur arıyormuşum, öyle bir çıkmaz sokağa girmişim. Futboldan soğuyan Şahiner, bir süre de okulda koşu yapar. Birinci gelir ancak bugünkünden çok daha kısa şortla koşması istendiğinden onu da bırakır.
TÜRÜN PAŞA: SUÇ ALETİ TAKKE VE TESBİH
Risalelerle tanıştıktan sonra Antep Lisesinden 21 arkadaşı ile Yenicamide toplanıp kendi aralarında risale okuma programları yaparlar. Bu derslerden birinde polis tarafından baskına uğrarlar! Yaptıkları, sadece risale okumaktır. Necmeddin Şahiner, buna benzer bir olayı, 1971de, Ankarada tanışıp elini öptüğünü söylediği, 12 Mart döneminin önemli paşalarından Faik Türünden dinlemiştir: 1971 yılında İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Faik Türün Paşanın Ankarada, Kavaklıderedeki evinde zorla elini öptüm. O anlatmıştı. Selimiyede diyor bir gün 15-25 yaşlarında delikanlıları getirdiler. Bunları nereden getirdiniz? diye sormuş. İşte, ayin yaparken alıp getirdik demişler. Paşa bu sefer ısrarla ayin kelimesini sormuş. Bunlar da ayin demiş başka bir şey diyememişler. Bu defa paşanın tepesi atmış. Peki suç aletleri nerede? demiş. Onlar da suç aleti olarak poşetlerin içinde tespih ve takke getirmişler. İşte 50 yıldır Nurcular ayin yaparken yakalandı türünden yayınlar yapıldı. Halbuki, okumasını bilen birisi risaleleri, yani Kuranın bir tefsirini, yorumunu okuyor, 5-10 kişi de dinliyor. O kadar. Türkiyeyi 50 yıl bununla uğraştırdılar.
Necmeddin Şahiner, 21 arkadaşıyla basıldıktan sonra, Antep Lisesinden Bu çok tehlikeli bir gericidir. Nurcudur. Arkadaşlarını camiye götürüyor, Risale-i Nur okutuyor onlara. Antep ve civarında okuyamaz diye bir tardname ile belki bin yıldan yana ailesinin yaşadığı Antepten, bizzat valilik kararı ile uzaklaştırılır: Babam Her talebenin takdirnamesi olur. Sen de tardname aldın oğlum dedi. Ben de Baba ben bir pislik yapmadım. Namaz kılıyorum. Bir de Risale-i Nur gibi Bismillah her hayrın başıdır. Biz dahi onunla başlarız diyen Kuran-ı Kerimin yorumunu okuyoruz dedim. O da oğlum sen namazını kıl, orucunu tut, Kuran oku. Başka bir şeye karışma dedi. Çok kızdı babam. Küçükken beni hafızlığa gönderdi. Sonra, doktor, eczacı, mühendis olayım da istedi. Ben tabii edebiyatı, müziği, yazı yazmayı çok seviyordum.
Edebiyat, kompozisyon ve müzik derslerinde başarılı olan Şahiner, Lise 1de bu derslerden sınıfta bırakılır. Tüm bu yaşadıklarından sonra, o sıralarda Pariste, NATOda görevli dayısı Kurmay Albay Mehmet Ali Tokatlıya bir mektup yazar. Albay Tokatlı, Japonya, ABD, Fransa ve İngiltere gibi ülkelerde görev almış ve MİT adına çalışmış birisidir: Dayım beni çok sever, o kadar yeğeni içinde beni yanında dolaştırırdı Antepe geldiğinde. Benim kitap, gazete merakımı da bildiği için Necmi ben seni Antepte bırakamam, yanıma almam lazım derdi. Bu hadiseler olunca Parise mektup yazdım. Ben bir Allah diyorum bir de dayım... Çünkü eğer bir yerde dayın varsa işin iş...
İLHAN SELÇUK ŞAHİNERLE İLGİLENİYOR
Dayısının çağrısı üzerine Necmeddin Şahiner, hemen Fındıklı Toros Ekspresine atlar, İstanbulun yolunu tutar: İstanbul Milli Eğitim Müdürü Halis Bey ve İlhan Selçuk Volkswagen arabası ile dayımın Kadıköy Mühürdarda, Dr. Şakir Paşa Sokak Nur Apartmanına geliyor. Antepten Nurculuktan kovuluyoruz, İstanbulda Nur Apartmanında kalıyoruz. Dayım İlhan Selçukun çok yakın arkadaşı. Mesele biziz. Dayım Bana yardım edin. Bu Necmiyi Nurculuktan kurtaralım diyor.
Necmeddin Şahiner burada Pendik Lisesine kayıt yapılır: Pendik Lisesinde İlhan Selçukun ablası veya baldızı benim velim oldu. Antep Lisesinden Nurcudur diye kovuldum ama İstanbulda işlerim yolunda gidiyordu. Kurmay Albay Mehmet Ali Tokatlı deyince Necip Fazıl Kısakürek rahmetliden tut Çetin Altan, İlhan Selçuk hepsi emret albayım diyor. Allahın böyle acayip işleri oluyor dünyada.
Necmeddin Şahiner, annesi Hacı Beşire Hanım tarafından aslen Tokatlı bir aileye mensuptur. Soyadları da buradan gelmektedir zaten. 129 Osmanlı şeyhülislamının altısının çıktığı Tokattan 500-600 sene kadar evvel gelip Antepe yerleşmiş Abdülkadir isimli bir kadıefendinin soyundan gelen Tokatlı ailesinin Antepte beş-altı tane de köyleri vardır.
DAYISI MEHMET ALİ TOKATLI
Şahinerin baba tarafı aslen Orta Asyalı ve Oğuzların Afşar obasının Torunoğulları kolundandır. Dedelerinden biri, birkaç kuşak öncesinde Bedesten Şeyhi olarak bilinen Mehmet Efendi, Necmeddin Şahinerin dedesinin dedesidir. Mehmet Efendinin oğlu Molla Mustafa, onun da oğlu yine Bedesten Şeyhi olan Osman Efendidir. Bunun oğlu ise Necmeddin Şahinerin de babası olan ve marangozluk yapmış Mehmet Ustadır. Ona da babası ve dedelerinin unvanından dolayı Şeyh Mehmet Usta, yani marangozların şeyhi derlermiş arkadaşları.
Kimlikteki ismi sadece Necmi olan Şahiner, işte bu Mehmet Usta ile Beşire Hanımın üçü kız, altı çocuğundan biri olarak dünyaya geldiğinde yıl 1943tür. Necmeddin ismini ise daha sonra Said Nursinin talebelerinden Zübeyir Gündüzalp verecektir kendisine.
Dayısı Mehmet Ali Tokatlı ve İlhan Selçukun, onu Risale-i Nurlardan uzaklaştırma çabaları boşa çıkınca Necmeddin Şahiner bildiği yolda devam eder.
Antepte iken, dayısına yazdığı mektupların yanında Zübeyir Gündüzalp ile Erzurumda yaşayan ve Hareket ile İttihat gazetelerini çıkaran Mustafa Polata da yaşadıkları ile ilgili mektuplar ulaştırır: Zübeyir Ağabey, gazetede yayımlandığı için o yazılardan dolayı öyle bir bağrına bastı ki beni. Gittiğim zaman zaten masasında, gazetelerde çıkmış, çoğaltılmış mektuplarım vardı. Bir anda Zübeyir abi benim huyumu, mizacımı sanki Adan Zye babam gibi biliyordu.
Zübeyir Gündüzalp, hemen, Şahinerin önüne, içinde belgeler olan dosyalar koyar. Ondan bunları tanzim etmesini ister. Şahiner de zaten meraklı olduğu için bu işi seve seve yapar. Ve izin isteyerek o dosyalardan birini kendisine ayırır: Zübeyir Ağabey bana Kardeş bu dosyanın üzerine bu dosya Ceylan Çalışkana aittir diye yaz dedi. Dosya polisin eline geçerse Ceylan Çalışkanı arayacak emniyet. Ceylan Çalışkan nerede? Emirdağ kabristanlığında. Zübeyir Ağabeydeki tedbir. Fakat Kuran, iman nurumuzu çok kötü bir -haşa- silah kaçakçılığı gibi o şekle sokturdular mecburen.
Şahiner, Gündüzalpin yanından ayrıldıktan sonra Antepe döner. Okullar açılacağı zaman İstanbuldaki Vefa Lisesine başlar. Çünkü o, Antep Lisesinden uzaklaştırıldıktan sonra geldiği Pendik Lisesinden mezun olmamıştır. Önce hizmetlerine devam etmek için Adıyaman Lisesinde, ardından Urfada ve nihayet İstanbul Vefa Lisesinde eğitim görür. Ve buradan mezun olur ancak. Ardından hemen üniversiteye adımını atar. 1967de İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümüne girer. Zübeyir Gündüzalp, o zaman da cebindeki harçlıktan kahvaltısına kadar her şeyiyle alakadar olur.
Görür görmez İstanbula âşık olduğundan, üniversiteyi de burada okumayı tercih eden Şahiner, Barlaya da öyle vurulmuştur: Barla da İstanbula benzer. Göl, çam dağları, cennet gibi. Üstadı güya zulüm için oraya göndermişler ama tam yazı yazacağı yermiş orası. Halıcılık demek Isparta demek. Dolayısıyla mühendislik işidir. Ve Ispartalılar da Urfalılar gibi kuvvetli yazı yazıyor. Üstadın da yazıcılara ihtiyacı var. Risale-i Nurun dört ana kitabından üçünü, Sözler, Lemalar, Mektubatı Üstad Barlada yazıyor.
Üniversiteye adımını attığı dönem, öğrenci eylemleri açısından şanssız bir dönemdir. Fakat o, yolunu tayin ettiği için bu hadiselerin içinde yer almaz ama gözlerinin önünde vurulan öğrencileri de asla unutamaz: Türk Dili ve Edebiyatının karşısında felsefe, sosyoloji bölümü var. İşte genç arkadaşlardan birini kafasından kurşunladılar. Kafasından musluktan fışkırır gibi kan aktı.
GÜNDÜZ HAYALİNDE GECE RÜYASINDA
Necmeddin Şahiner, özellikle bölüm hocalarının, o dönemde, Türk dili ve edebiyatının zirvedeki şahsiyetleri olduğunu ifade etmektedir bugün. Bediüzzamanın talebelerinden Müküslü Hamza Efendinin eniştesi olan Ali Nihat Tarlan, yine Faruk Kadri Timurtaş, sonra Mehmet Kaplan: Bunlarla Üstad mevzuunu çok konuşurduk. Mehmet Kaplan çok müspet şeyler anlattı. 1985te, daha sonra kitap halinde yayımlanacak Nurculuk Nedir? anketini yaparken ben ısrarla Hocam bu söylediğiniz, Bediüzzaman Said Nursi Büyük İslam âlimidir. Risale-i Nur Kuran-ı Kerim tefsiridir. bunları yazın, altına da Prof. Dr. Mehmet Kaplan diye imzalayın bana verin dedim. O da Ahh dedi sen yok musun? Benim başımı derde sokacaksın. Ben de 12 Eylül 1980 darbesinin üzerinden beş yıl geçti, bir şey olmaz dedim. Bunun üzerine o da Kenan Evrenin danışma kurulu üyesiyim dedi. Karşımıza makam, mevki çıktı ve bütün ısrarıma rağmen o iki satır yazıyı bana vermedi. Üç gün sonra gazetelerde okuduk Mehmet Kaplan rahmetli oldu diye.
Said Nursi ile risalelere dair bilgi, belge, eline ne geçerse toplamaya merakı olan Şahiner, daha sonra kapsamlı bir çalışmaya dönüşecek Son Şahitlerle ilgili ilk adımı, Bediüzzamanın talebesi Yüzbaşı Refet Barutçunun hatıralarını dinleyerek atar. Yüzbaşı Refet Bey, Vefa Lisesi öğrencisi Şahinerin de aralarında bulunduğu kişilere, Beşiktaştaki Vişnezade Camii yanında bir dersaneye gelip Bediüzzamanı anlatmaktadır o yıllarda. 1964te bu alanda başladığı çalışmalarına, aradan 40 yıl geçmesine rağmen hâlâ doyuma ulaşamamış bir vaziyette devam eden Necmeddin Şahiner, Son Şahitler için Türkiyeyi dağ dağ, köy köy, doğudan batıya dolaşır, hem de imkansızlıklara rağmen.
Son Şahitler nevinden tespit ettiği isimlere ulaşabilmek maksadıyla kendine has yöntemler uygular: Yani Milli İstihbarat, polis filan halt etmiş. Gündüz hayalime gece rüyalarıma giriyor. Böyle Üstad omuzlarımın üzerinde. Acayip oluyor. Heyecanla ter içinde kalıyorum. Antepte rüyaya diş derler. Sevdiği iş gece dişine girmesi lazım diye. Bu nur hizmeti de böyle. Samimiyet, muhabbet, sevgi olması lazım. Yoksa para ile makamla yapılamaz bu işler.
Aradığı ismi bulduktan sonra gerisi kolaydır onun için. Telefon veya mektupla ilgili zata ulaşmaya çalışır. Bir seferinde, İstanbul Fatihteki telefon kayıtlarını inceler ve aradığı isimde tam 73 kişi olduğunu tespit eder. Bıkmadan, usanmadan hedefine ulaşmaktır amacı. Listedeki ilk numarayı çevirir. Ve daha fazla uğraşmasına gerek kalmadan, aradığını bulmuştur. Necmeddin Şahinerde bu neviden yaşanmış çok hatıra vardır: Mesela Pendikte, Emirdağ Çarşı Camii İmamı Hafız Nuri Güven Efendiyi arıyorum, sokaklarda, çarşılarda. Bir otelin önünde bir ihtiyar oturuyor. Gittim sordum Böyle böyle bir zatı arıyorum. Siz acaba böyle bir zatı tanır mısınız? dedim. Adam O benim dedi.
İşte bir başkası daha: Denizlide Hasan Feyzi Ağabeyin oğlu Fikret Yüregili arıyorum. Dediler bir ayakkabı tamircisi o. Tamirhanesini buldum. Yanımda Denizlili bir genç var. Bana yardım ediyor. Ayakkabı tamirhanesine bir levha asmış. Dükkanda yoksam ya camide, ya parkta, ya da kahvehanedeyim diye. O levhayı görünce bu üç yere doğru daracık sokaklardan yürümeye başladık; ama ikimiz de adamı tanımadığımız için görsek de anlamayacağız. Tam o esnada 70 yaşlarında birisi, dar sokakta, sol koluma sürtünerek geçti. Bir anda kolumda bir cereyan oldu sanki. Ve ben gayriihtiyari, adama doğru dönerek Fikret Ağabey dedim. Adam döndü, kucaklaştık. Allahın inayeti. Allaha şükür. Yani meseleniz Kuran, İslamiyetin nuru olduğu için hep Allah, melekler yardım ediyor insana. Üstadın himmeti oluyor.
KURTALAN DAĞLARINDA BELGE PEŞİNDE
Şahinerin, ulaşmak için üzerinde çok uzun yıllar uğraştığı kişiler de olur: Albay Hulusi (Yahyagil) Bey, nasıl sualleri ile Mektubatı yazdırmışsa Üstada, Yüzbaşı Refet Ağabey de öyle. Refet Ağabey de Üstada yönelttiği soruları ile meşhur. Üstad onun için Meraklı kardeşim, sual sormakta çalışkan, yazı yazmakta tembel Refet Bey diyor. Refet Ağabey Üstada, bir mektupta sana ilk defa Bediüzzaman kim dedi? diye soruyor. Üstad Siirtli üstadlarımdan Molla Fethullah ders esnasında beni Bediüzzaman-ı Hemedaniye benzetti diyor. Sen de Bediüzzaman gibisin. Her meseleye cevap veriyorsun meal ve manasında Üstadın Refet Ağabeye bir mektubu var. Yıllar evvel o mektubu Altunizadede iken Fethullah Gülen Hocaefendiye verdim. Şimdi belki 15 yıl bu Siirtli Molla Fethullahı aradım. Kaç defa Batmana, Siirte gittim, o Doğudaki dehşetli günlerde. Maalesef ben orada yapılana kardeş harbi diyorum. Sene 1990lar. O yıllar çok dehşetli idi. Hayatımda öyle silahlar görmemiştim. Batmanda halen hayatta, Mirza Ağabeyin arabası ile Kurtalanın dağda bir köyüne gidiyoruz, Molla Fethullahı sormak için.
-Tehlike oldu mu sizin için?
Önümüzden geçtiler. Beni götüren kardeş ve ağabeyler limon gibi oldu. Benim hiç aldırdığım yok. Cahil cesur olur derler ya. Hatta Mirza Ağabeye takılırım Ya o gün ne haldi? diye. O da yemin eder ki bana Rengimiz limon gibi olduysa sırf senin için. Ben de Allah bizimle beraberdir. Biz Kurtalana, o dağlara niye gelmişiz, Allah biliyor derim. Hamdolsun, yani 40 yıldır durumumuz böyle.
Necmeddin Şahiner, Molla Fethullahın akrabalarından olan şeyhi bulur. Şeyhin çocukları jandarmaya haber vermek ister, fakat şeyh engeller. Ve bilgi de alamadan köyden ayrılırlar.
Bir başka hadisede de, 1980den önce, komünist olmuş bir imamda Bediüzzamanın, 12 yaşında iken notlarını tuttuğu ders defteri olduğu haberini alır Şahiner. Said Nursi, o yaşta, notlarından anlaşıldığına göre, ömrü sanki hep öyle geçecekmiş gibi gurbetten, ayrılıklardan bahsetmektedir hep. 1977 başında, karlı bir günde İstanbuldan yola çıkan Şahiner, 30-40 saatlik otobüs yolculuğundan sonra Bitlise varır: Adamın evinde, duvarda asılı Üstadın kalpaklı, gelirken pasaportu için çektirdiği resmi var. Adam bize müthiş bir ziyafet çekti. Ve istediğim defteri de verdi. Döndüm İstanbula. Aradan birkaç ay geçti, baktım komünistlerin Müslümanlara, milliyetçilere hakaret kelimeleri ile yazılmış, ağza alınmayacak küfürlerle bezenmiş bir mektup... Sen geldin benim evime de defterimi götürdün de filan diye. Defteri istiyor. O zaman daha fotokopi yoktu Türkiyede. Ben de defterin sayfa sayfa fotoğrafını çektirdim ve postayla gönderdim. 5-10 sene evvel yine oralara gittiğimde sordum. 12 Eylül 1980 arifesinde öldürmüşlerdi o zavallıyı.
KÜRSÜYE SIKIŞTIRILMIŞ RİSALE PARÇALARI
Şahiner, bu önemsiz deyip hiçbir belgeye ulaşmazlık etmez. Meseleyi dava gözüyle gördüğü için muhakkak netice elde edeceğini düşünerek, hiç üşenmeden çıkar bütün bu yollara. 36 saatte İstanbuldan Vana ulaşan Şahiner, Temmuz-Ağustos aylarında bile karlı olan Başit Dağının eteklerine doğru yol alır. Sene 1977nin kış günleridir. Başit Dağının eteklerinde bir köyde, Bediüzzamanın Ben bunu bir Cuma gecesinde ezberledim diye el yazısı ile iki satır not düştüğü Cemmül Cevami kitabına ulaşmak için bunca yolu kateder: Jeep gidemiyor karda. Bir hocaefendide bulduk o kitabı. Bize sadece bir talebesi ile Vana kadar kitabı müsaade etti. Orada kitabı fotoğrafladık.
Risale-i Nurun orijinal nüshalarının üçte ikisinin çıktığı Barlada bulunan hazinenin hikâyesi de oldukça ilginçtir: 1970 yılıydı. Biz İstanbul Üniversitesinden öğrenciler, şimdi profesör olan Albay Nevzat Tarhan da dâhil Barlada Risale-i Nur okuyoruz. Ankaradan da 6-7 üniversite talebesi geldi. Onlardan yine Nevzat isminde bir kardeş, vaaz kürsüsünde küçük bir delik gördü ve o delikten bir kâğıt çekti. Kâğıdı getirdi bana. Yıllar var ki böyle olur. Üstada dair kim bir kâğıt bulsa bize ulaştırır. Bu, kitaplarımız çıkmadan önce de böyleydi. Baktım yazılara, Üstadın el yazısı. Mektubatta bir tavuğun iki yumurta yumurtlama hadisesi var. O bahis.
Necmeddin Şahiner, hazine bulmuşçasına hemen iki arkadaşının kulağına da olayı fısıldar ve ertesi gün herkes dağlara risale okumaya gittiğinde onlar mescidi, özellikle de kürsüyü didik dikik eder: O kürsüde cam kırıkları, kireçler, çimentolar, çiviler ve mektuplar, küçük küçük risaleler, öğrencilerin el işi kağıtlarının arkalarına yazılmış Üstadın yazıları çıktı.
Yine o zamanlar, İkinci Lemada adı geçen Muhacir Hafız Ahmetin gelini, Necmeddin Şahinere gelerek, çocuklarının kötü alışkanlıklardan uzak durması için onlarla ilgilenmesini talep eder ondan: Tamam deyince koynundan bir havlu çıkardı. Gelin olurken Üstada bazı hediyeler götürmüş. Üstad da kendisine abdest havlusunu hediye etmiş. O hanım akşam bizim gibi üniversite öğrencilerine yemek verdi. Yemek sırasında önüme bir bohça indirdi.
-Ne çıktı bohçanın içinden?
Risale-i Nurdan Sözler, Lemalar, Mektubat. Topladığım ana malzeme onlardan çıktı. Bunlar senindir dedi o hanım.
NUR ÇOCUKLAR SERİSİ
Şahiner, bu sefer hakikaten hazinenin içine düşmüştür. Ertesi gün Çam Dağına risale okumaya gidilecektir. Fakat o, hazinesini bırakıp da gitmeye yanaşmaz. Bir an önce İstanbula gitmek ister. O sırada, Şemsettin Akbulut, hazineyi Çam Dağına kadar 4 saat gidiş, 4 saat geliş kendisi kucağında taşıyacağını söyleyerek Şahinerin ayrılmamasını ister. Akbulut dediğini yapar. Şahiner de bir süre sonra hazinesini alıp İstanbulun yolunu tutar ve onları Risale-i Nur deposu olarak kullanılan Balat taraflarındaki bir yere yerleştirir. Fakat deponun anahtarının bulunduğu zata güvenmediğinden çok tedirgindir. Daha fazla dayanamaz, emanetini alır depodan. Sonradan haklı da çıkar. Deponun anahtarının bulunduğu zat, bir gecede depoyu boşaltıp kayıplara karışmıştır.
Üniversiteye başladığında öğretmen veya yazar olacağına dair düşünceler taşımayan Şahinerin kafasında bir tek şey vardır: Bediüzzamana ve risalelere ait ne bulursa toplamak. Bulduklarını da İttihat Gazetesinde yayımlar. Bu çalışmalardan biri Kestanepazarında Kuran ve risale okuyan öğrencilerle yapılmış röportajlardır. Bu çalışma Nur Çocuklar adıyla anonim olarak, 1974 yılında yayımlanır: Bir gün, Hekimoğlu İsmail Ağabey benim kaldığım yere gelmek istediğini söyledi. Buyur gel ağabey dedim. Kütüphaneme baktı. Bir dosya vardı, Üstadla ilgili belge, hatıra, resimlerin olduğu. Onu alıp inceledi ve ertesi gün buna bir önsöz yazayım müsaade edersen ve basalım bunu dedi. Ben de Üstad için çok eksik ağabey dedim. O da Yok, fevkalade bir çalışma dedi. Ve Bilinmeyen Tarafları ile Said Nursi kitabı öyle yayımlandı. 1974te 400 sayfa basılan ve bugün 49 baskı yapan kitap, ilavelerle 500 sayfaya çıkartılır.
1972de üniversiteyi bitiren Şahiner, artık kendini bu işlere adamıştır. İlki, çeşitli vesilelerle bekletildikten sonra ancak 1977 yılında basılan Son Şahitlerin dört cildi satıştadır. Son cildi de hazırdır ancak yayımlanmayı beklemektedir henüz.
Şahiner, bütün dolaştığı yerler ve görüştüğü kişilerden edindiği bilgiler ışığında tecrübe eder ki, risaleleri o yıllarda muhafaza etmek oldukça zordur. Bediüzzamanın talebelerinden, ailelerine intikal eden bir kısım emanetler toprağa gömülerek muhafaza edilmişken bir kısmı da yine o karanlık dönemlerde, yakılmak suretiyle gün ışığına çıkamadan zayi olur.
BEKAR MEŞHURLARI KİTAPLAŞTIRDI
Uzun yıllar evlenmeyi düşünmeyen, hatta bu uğurda Hz. İsadan Bediüzzamana kadar bekâr meşhurları kitap konusu yapan Şahiner, 33 yaşına geldiğinde evlenir. 4. Murat zamanında Antepte yaşamış, burada cami ve türbesi olan, yazılı eserler geride bırakmış Şah Veli Hazretlerinin torunlarından Emel Hanımla hayatını birleştiren ve Said ile Enes adında iki çocuğu bulunan Şahiner, askerliğini de 1976da, toplamı dört ayı bulmayan kısa dönem olarak yapar.
Necmeddin Şahineri hayatı boyunca en çok etkileyen hadiselerden biri 1975 yılında gerçekleşir. Hatta Şahiner, kendi ifadesine göre çarpılır: 1975te, Üstad hakkında ileri geri yazanlar dâhil aydınlara gittim. Said Nursiyi tanıyor musunuz? Onun gaye-i amaçları ne idi? Said Nursi ile talebeleri ile konuştunuz mu? Risale-i Nur neden bu kadar çok yayılıyor? gibi sorular soruyorum. Ama sonuç maalesef sıfır. Sadece Cemil Meriç... Nur içinde yatsın. Çarptı beni. Şaştım kaldım. İki gözü de görmüyor ve Ah evladım dedi senin bu sorduğun soruları ben bilmiyorum ki. Ama sen bana gelirsen, perşembe günlerini sana ayırırım. Okursan biz de dinleriz. Sayenizde hazret ne demiş onu öğreniriz dedi. 13 yıl Cemil Meriçin Göztepedeki evine devam ettik.
Şimdi biraz geriye gidelim ve Şahinerin 150 aydına sorduğu sorulara aldığı cevaplardan oluşan Aydınlar Konuşuyor çalışmasının ortaya çıkış sürecine bir bakalım.
1966da, İsmet İnönü, başvekilliği kaybetmesinin faturasını Süleyman Demirelli Adalet Partisini desteklediğini öne sürdüğü Nurculara keser. İnönü, o konuşmasında, Nursi okuma yazma bilmeyen bir cahildi der. Yine aynı konuşmasında, Nursi, Volkan Gazetesinde yazdığı yazılarla 31 Martı körüklemiştir diye de ilave yapar. Bunun üzerine gazetelerde yine bir Nurculuk fırtınası eser. Vehip Sinan da İnönünün bu basit çelişkisini karikatürize ederek iki kişiyi konuşturur. Biri İnönünün söylediği bu sözleri ifade eder ve Allah Allah hem cahil hem de yazdığı yazılarla 31 Martı körüklemiştir. Bu nasıl oluyor? der. İkinci kişi de Bediüzzamanın kerametidir diye cevap verir. İnönü, aynı konuşmasında bu defa AP Başkanını hedef seçerek Demirel Said Nursinin halifesidir. Değilse Ben halife değilim desin der. Süleyman Demirel de İnönünün ihtiyarlığını gündeme getirir. Bütün bunların üzerine tarihçi Cemal Kutay, yayımladığı Tarih Sohbetlerinin 5. ve 6. ciltlerinde Vur fakat dinle başlığıyla Said Nursi kimdir diyerek şu bilgilere yer verir: Said Nursi, elinde bir bohça, diyar diyar sürgüne gönderilen, sürgünlerden memleket hapishanelerine atılan bir ihtiyar Kuran hocası. İsmet İnönü, paşalık, generallik, başvekillik, cumhurbaşkanlığı yapmış bir kimse. Şimdi bu İnönü kalkıp, elinde bir bohçası ile bir sepeti olan kimseden şikâyet ediyor. Bunun talebeleri beni mağlup etti diyor. Ya Rabb, ne anlaşılmaz bir muamma içindeyiz. Bu problemi nasıl çözeceğiz? Kutay, Yunusun şiirleri ile konuyu bağlar ve Bir övez bir kartalı vurdu, savurdu yere. Yalan değil, gerçektir, ben de gördüm tozunu der.
Antepten kovulan ve eğitimini İstanbulda sürdüren lise öğrencisi Şahiner de, Nuruosmaniye Camiinin yanında yapılan Tarih Sohbetlerine katılır. Kutay, altı ay boyunca Bediüzzamanın hürriyet, meşrutiyet, demokrasi taraftarı oluşunu, istibdada ve tek adam idaresine, krallığa karşı yaptığı mücadeleyi anlatır. Şahinerin Cemal Kutayla tanışıklığı burada başlar. Bu tanışıklık 2000li yılların başında, Şahinerin Gaziantepe geri dönmesine kadar devam eder: Çok yazılar yazdırdım ben Kutaya. Bir gün konuşurken dedi ki, Şimdi merhum Said Nursiye bir kartvizit yaptırmak gerekse onun için en güzel kartvizit şöyle olur: Çağımızda bir asr-ı saadet Müslümanı Bediüzzaman Said Nursi. Risalelerde Eşref Edip ve Osman Yüksel Serdengeçti de Üstad için böyle der. Ben bir anda heyecanlandım. Ve Kutay, Böyle bir kitap yazmak lazım diye de ekledi.
KUTAY: MAHŞERDE BU İKİ KİTAP BENİ KURTARIR
Aradan zaman geçer, ikili, kitabı yazması için birbirine pas atar. Fakat nihayetinde Cemal Kutay bin sayfalık bir çalışma çıkarır ortaya. Kitap, 12 Eylül 1980 İhtilalinden az bir süre önce Yeni Asya Yayınlarından 500 sayfa olarak piyasaya sürülür. Şahiner, burada Kutayın kendisine ifade ettiği bir durumu şöyle aktarmaktadır: Kutay, bana, Benim 200e yakın kitabım var. Mahkeme-i kübraya elimde bu iki kitapla çıkacağım, Ya Rab. Benim amelim budur diye. Biri İstiklal Harbinde çalışan hocalarla ilgili Cumhuriyetin Manevi Mimarları, diğeri de Çağımızda Bir Asr-ı Saadet Müslümanı Said Nursi diye söylemişti.
Faik Türün Paşa da Cemal Kutayın eserleri sayesinde Bediüzzamanı tanıdığını anlatmıştır Necmeddin Şahinere: Türün Paşa, Benim Üstada dostluğum, Risale-i Nura muhabbetim, size sevgim Cemal Kutayın kitaplarından başladı demişti.
Şahinerin Türünle tanışıklığı, 1971 muhtırasından sonraki dönemde, bayramlarda ona çiçek göndererek ve ziyaretine giderek başlamıştır.
Biz yine Cemal Kutay ve Necmeddin Şahiner tanışıklığına dönelim. İşte Cemal Kutayla bu tanışıklığı sonucu, Kutay, Şahinere beş soru hazırlar ve Türkiyenin aydınlarına bu soruları sormasını ister ondan. Şahineri çarpan Cemil Meriçle karşılaşması da bu vesile ile gerçekleşir.
-Cemal Kutay meselesi biraz tartışma konusu olmuştu. Yazılarında kaynak göstermediği de eleştirilmişti.
Bir defa eşsiz bir İstanbul beyefendisi. Adam tek başına bir enstitü. Bazı arkadaşlar 25 sene evvel gitmiş, Bu yazdıklarınızın belgesi nedir? diye sormuştu kendisine. O da Belge benim vücudum demişti.
Cemal Kutay, hafızalarda, yaptığı en son Şamanım çıkışıyla da yer etmiş birisiydi: Kutayla vefatından 2-3 sene kadar önce görüştük. Hatta sitem etti bana Antepe yerleşerek terk ettin beni diye.
Bediüzzamanı Necmeddin Şahinerden tanıyan Cemil Meriç, bu kez kendisini ziyarete gelen ünlü sosyolog Şerif Mardine nakleder öğrendiklerini: Cemil Meriç, Ah evladım, keşke dün burada olsaydın. Şerif Mardin buradaydı. Senin bana yıllar evvel sorduğun soruları ben Şerif Mardine sordum. O da bilmiyormuş. Ama bana söz verdi. Risale-i Nurun ne olduğunu, neden bahsettiğini araştıracak. dedi.
BEDİÜZZAMANDAN KAÇAN AYDINLAR
Şahiner, bu defa 10 küsur yıl da güneşler gibi bir ilim adamı dediği Şerif Mardin Hoca ile risaleler üzerinde çalışır: Yıllarca Boğaziçi Üniversitesinde, çeşitli yerlerde, böyle sohbetlerde, derslerde, yemeklerde, kahvaltılarda Mardin Hoca ile beraber bulunduk. Ve nihayet New Yorkta Bediüzzaman Said Nursi Olayı isimli eseri çıktı ortaya.
Aydınlar Konuşuyor kitabını hazırlarken Bu Said Nursi, Nurculuk Türkiyenin meselesidir. Türk aydınları beni aydınlatırlar düşüncesiyle, aydın olarak size geldim diyerek Türkiyenin önde gelenleri ile temaslarında unutulmaz hatıraları olur Şahinerin: Sulhi Dönmezer gibi Ne istiyorsun benden? İşte sana ne diyeceğim? Anlattım, tamam, bitti, git artık, gelme diyenler oldu. Tarık Zafer Tunaya da sorularla gidince köşe bucak kaçardı 1971de. Sonra eski Genelkurmay başkanlarından Cemal Tural tir tir titriyordu. Beni aramayacaksın, Said Nursiden bahsetmeyeceksin bana. Kitap filan göndermeyeceksin diyordu. Menderese karşı Yassıadada yalancı şahitlik yapan İstanbul Üniversitesi rektörlerinden Hüseyin Nail Kubalı; Bana telefon eden sen gibi bir çocuk mu? Ben 40-50 yaşında, sakallı, sarıklı bir derviş beklerken senin gibi bir çocuk mu geldi? Bana mektubu gönderen sen misin? Bilinmeyen Tarafları ile Said Nursi kitabını sen mi yazdın? Arkanda kim var? diyordu. Sonra sekte-i kalpten öldü. Alparslan Türkeş, hem 1975te, hem de 1985te iki kez söz vermesine rağmen sorularıma cevap vermedi. Şahiner, bu uğurda İzzet Altınmeşeden Süleyman Demirele, Cenk Koraydan Celal Bayara, Çetin Özekten İlhami Soysala kadar daha pek çok kişiyle irtibata geçer.
Şahiner, Aydınlar Konuşuyordan 10 yıl sonra 1985te, bu defa da içlerinde yabancı uyrukluların da bulunduğu 100 kişiye mektup göndererek aldığı cevaplardan Türk ve Dünya Aydınlarının Gözüyle Nurculuk Nediri, 1990lı yıllarda da bu sefer 70 kişiden edindiği verilerle Said Nursiyi Nasıl Bilirsiniz? kitaplarını yazar. 30a yakını Bediüzzaman ve Nurculuk, kalanı da Gaziantep hususunda olmak üzere 50ye yakın kitabı bulunan Şahinerin kitapları birçok dünya diline çevrilir. Japonca ve Moğolcaya, hatta Hindistanda 50 milyon insanın kullandığı Bujetari diline dahi çevirisi yapılır.
Necmeddin Hoca, Bilinmeyen Tarafları ile Said Nursi adlı kitabını, 12 Eylülden sonra Zincirbozanda kaldığı zamanlarda Süleyman Demirele imzalayıp gönderir: Hatta o zaman bazı arkadaşlar bana takıldı. İhtilal zamanı Zincirbozana böyle imzalı, Said Nursi kitabı göndermek biraz kahramanlık işiymiş. Ben zaten cesaret falan bakmam. Allah diye yürür giderim. Başka birşeye zaten o kadar kafam çalışmaz.
DEMİRELDEN MEKTUP
-Demirelden cevap geldi mi size?
Geldi. Nasıl sanki bir Nur talebesi başka bir Nur talebesine mektup yazıyor, öyle. Sen diyor tarihî bir çalışmadan öte Bediüzzaman gibi unutulmaz bir büyüğü unutturmamaya çalışıyorsun. Allah senden razı olsun duaları ile bitiyor mektup.
Şahiner, lise öğrencisi iken kendisini Nurculuktan koparmaya çalışan İlhan Selçuka da, 2005 yılının sonlarına doğru bir-iki mektup ile risaleleri gönderir.
Bediüzzamanın özel eşyaları, el yazıları ve daha pek çok orijinal malzemesini elinde bulunduran Necmeddin Şahiner, ünlü ressam İbrahim Çallının torunu Yaşar Çallıya, Bediüzzamanın Fatih Camii avlusunda bir çocukla konuşurken çekilmiş fotoğrafını resmettirmek ister. Ve bunun için, 1970 yılının parası ile 750 lira da kapora verir. Çallı resmi yapar fakat Bediüzzamanı benzetemez. Tekrar yapmaya söz verse de beklenen resim bir türlü gelmez.
Şahiner, Fethullah Gülen Hocaefendi ile 1960ların sonundan bu yana tanışmaktadır: Biz İstanbul Üniversitesi talebeleri, İzmirden Karşıyakaya Risale-i Nur derslerine giderken gemide mehter marşları söylüyorduk. Fethullah Gülen Hocaefendi de beraberdi. Gemide biz mehter marşı söylerken Hocaefendinin, başını geminin kenarına sanki yaslanırcasına eğerekten o şehla gözlerle bizlere mahzun bakışı vardı. Bize katılmadı ama muhabbetle, kalben iştirak ederek bizi seyretti. Hocaefendinin bizi seyretmesi gözümün önünden gitmiyor. Sonra 1970 Ağustosunda trafik kazasında vefat eden Mustafa Polat Ağabeyin Fatih Camiinde kılınan cenaze namazının ardından Eyüp Sultana kadar onunla beraber yürüyüşümüzü de unutamıyorum.
Şahiner anlatmaya devam ediyor: Zübeyir Gündüzalp Ağabeye Dönmeyeceğiz başlıklı bir mektup yazmıştım. Yolumuz Kuran yolu, rehberimiz Risale-i Nur, söz verdik Allaha, dönmeyeceğiz. Bu yol aşk, çile, cefa doludur. En karlı dağlar, en uçurumlu yollar da olsa dönmeyeceğiz. Bu Kuran yolunda ilerleyeceğiz diye. Eflatun akademisinin kapısında geometri bilmeyenler buradan içeri giremez levhası vardı. Bu iman, Kuran ve nur yolunun başlangıç noktasında ise anadan, yardan, serden geçenlerin yoludur. Başkası geçemez levhasını biz asacağız. Bu mektubu, bir gün evvel Hocaefendi Altunizadede cemaate okumuş veya anlatmış. Ben hayret ettim, 1963-64teki o mektubu demek ki Hocaefendi biliyormuş veya onda varmış diye. Hocaefendi Onu nasıl yazdın? dedi bana. Ben de İşte karakolda 8 saat sopa yiyince Zübeyir Ağabeye yazmıştım dedim. Oradan cemaate çok güzel konuşmalar yaptı. Ve ben bu arada işte Beyrut, Selanik, Varşova, Viyana gibi, Üstadın gittiği yerlere gitmek istiyorum Hocam dedim orada. Hocaefendi, bunun üzerine Bakın bakın. 40 yıldır gezmedik yer bırakmadı. Hâlâ gideceği yerleri söylüyor bana dedi.
NURCULARI ŞİKAYETE GİDİYORUM
Şahiner, bir yanı ile eşine söz verdiği, diğer yanı ile kitleler arasında yaşanan sıkıntılardan dolayı, 30 yıldan fazla bir zamanını geçirdiği İstanbuldan ayrılıp Antep Köyü dediği, doğduğu yere yerleşir. Şimdi burada öğretmenlik yapmakta ve nurlara yönelik çalışmalarını sürdürmektedir: Rüyamda Üstadın harita başında Karadenizi, Doğuyu çubukla göstererek hizmeti anlattığını gördüm. O esnada da böyle çay getirenler, kapıyı açıp kapatanlar vardı orada. Neden Üstadı nefes almadan dinlemeyip başka şeylerle meşgul oluyorlar diye ben rahatsız oluyordum bundan. Üstad da Bana bak bana. Dünyanın en güzeli benim. Gözlerini benden ayırmayacaksın dedi. Şahinerin Üstadla alakalı çokça rüyası vardır: Son görüşümde de Nurcuları şikâyete gittim. Bu tartışmalar, parçalanmalar... Niye böyle? Benim bir noktada darılıp da Antepe geliş sebebim. Ama Ispartada caddelerde binlerce insan dolu. Bu kalabalıkta mümkün değil Üstada gitmek diye düşünüyorken bir baktım Üstadın Ispartada kaldığı evindeyim. Yine çok kalabalık. Bir baktım içeriye Üstad divanda hafifçe yatmış. İhtiyarlık hali. Elini öptüm. Bu üzücü hali anlatacağım Üstada.
-Anlatabildiniz mi?
Üstadım diye giriyorum ağlamaktan anlatamıyorum. Yine Üstadım diye başlıyorum yine hüngür hüngür ağlıyorum ve anlatamıyorum.
Şahiner, Bediüzzamanın Fatih Camii avlusunda bir çocukla konuşurken çekilmiş bu fotoğrafını İbrahim Çallının torunu Yaşar Çallıya 750 liraya resmettirir. Ancak Çallı, Said Nursiyi benzetemez, tekrar yapmak üzere gider ve bir daha gelmez. Bediüzzamanın, üzerinde düzeltmeler yaptığı 26. Sözün orijinal metni (solda). Tamamen el yazısından müteşekkil cevşen (sağda).Yanda Said Nursinin kullandığı imzasının büyütülmüş hali. Yıl 1959. Gazeteci Şeref Köylübay, Piyer Loti Otelinde kalan Said Nursiyi, üst balkondan aşağıya sarkarak görüntüler. Köylübayı, onu balkondan atmak isteyen Özer Şenlerin elinden Zübeyir Gündüzalp kurtarır.
Aksiyon