Bu söyleşide, Erbakan, Demirel, Özal, Erdoğan, Ciner, Bilgin, ve daha birçok konuda ilginç açıklamalar okuyacaksınız..
Abone olİnternet Haber, "Sizinle röportaj yapmak istiyoruz, ne dersiniz?" teklifi sunduğunda hiç düşünmeden, "Onur duyarım" cevabı verdi Barlas.. Bir akşam üzeri elinde bir paket çikolata ile "İşte ben geldim" diyerek haber merkezine girdi. "Çok merak ediyorum" dediği İnternet Haber'in her tarafını tek tek dolaştı, "Siz artık kurumsallaşmışsınız. Türkiye'de internet gazeteciliğinin kurumsallaştığını gösteriyorsunuz. Beni gerçekten şaşırtıyorsunuz" diyerek tüm persolelle tek tek tanıştı. Kısa bir sohbetin ardından, "Başlayalım" dedi ama şartını öne sürdü:
"Sigara içilmeyen toplantı salonunda sigara içerim"
Gülüşmeler arasında tüm yazarları net görebileceği köşeye oturdu, sigarasını yaktı ve "hazırım" dedi. Sorular peşpeşe gelmeye başladı:
Hadi Özışık: Öncelikle İnternet haber'e hoşgeldiniz. İlk soru güncelliğini ve sıcaklığını kaybetmemiş Kıbrıs konusunda olsun istiyorum. Türkiye'nin istediği oldu ama Rum tarafının hayır demesi tam beklenileni harekete geçirmeye yetmedi. Zaman zaman Türkiye ile Yunanistan'ın Kıbrıs yüzünden yeni bir savaşa girebeleceği bile konuşuldu bu ortamda. Böyle bir çözüm yolu olmasa, gerçekten yeni bir savaş olabilir miydi ve bundan sonra Kıbrıs'ta neler olur?
Amerika’da sürekli simülasyonlar yapılır. Ben güneş gazetesinde olduğum dönemde bunu gerçekleştirmiştim. Türk ve Yunan subaylarının da katıldığı bir simülasyon yapıldı. Türk-Yunan Savaşı ne kadar sürer? Sorulan soru buydu..
Bir kere iki ülkenin de beklentisi "savaşacağız fakat hemen arkasından ateşkes olacak." şeklinde.. Oysa Pentagon’un simülasyonlarına göre AB çok geç müdahale eder. Bosna da olduğu gibi yani. Birbirimizi kırmaya başlarız. Trakya’daki savaş çok uzun sürüyor. Dar bir koridor iki tarafın yıpratma birlikleri var. Yani aylar yıllar süren bir şey. Ege’de birbirini vuruyorsun. Belki bir iki adaya asker çıkarırsın o kadar. Ama ya o senin İzmir’ini, Ankara’nı vurursa? Türk Yunan savaşı ihtimali her iki ülkenin de gündeminde var. Amerika da bunu çok iyi biliyor. Daha geçen seneki Pentagon simülasyonlarında Türk –Yunan savaşının üç ay süreceği kanısına varıldı.. Bu bir kıvılcıma bağlı. O bakımdan Amerika da bunu istemiyor.
Mehmet Nezir: Amerika’daki en büyük ithalatçı ABD Kara Kuvvetleri. Türkiye’nin şu ana kadar komşuları ile olan ilişkilerde savaş senaryoları hep Yunanistan’a karşı yapıldı. Kara kuvvetlerinin bu fonksiyonerliğini devam ettirebilmek için bu çok önemli. Türkiye iyi bir silah pazarı. Türk ekonomisine yapılan yardımların büyük bir kısmı silah parası olarak geri gidiyor. Yunanistan’la Türkiye arasındaki gerginliğin giderilmesi ABD ekonomisini de zora sokmuş olabilir. Bu durum Amerika’nın işine gelir mi?
Soğuk Savaştan beri bu tür teoriler çok konuşulur. Ben bir kere bu tür hesaplara bakmaktan ziyade, ABD’nin ekonomik yapısına bakmayı tercih ediyorum. ABD silah sanayii çok küçük. ABD sanayiinin içinde silah sadece küçük bir payı ifade ediyor. Türkiye ile ticareti silah satmanın çok ötesinde. Ayrıca ABD’nin şu anda en büyük silah satıcısı kim? Örneğin silah satıcılarının arasında Bill Gates var mı? General motor var mı? Yok.. ABD’ye baktığınız zaman önce silah satan bir ekonomi olarak değil de durmadan ileriye bakan bir görünüş hakim. Başını bir yandan uzaya çıkarmış. Bir yanda kanserle boğuşan bir yanda Global ekonomide 1 milyar doları dolaştıran bir ekonomiye sahip bir imparatorluk. Roma da imparatorluktu, Osmanlı’da bir imparatorluktu. Büyük imparatorlukları tahlil ederken emperyal gücü nedir ona bakmak lazım. "ABD Türkiye ile Yunanistan arasında silah satarak birbirini kırdırmak istiyor" dediğiniz zaman, olmaz. O biraz hayali zorlamak olur. Dünyada silah tüccarları şöyle çalışıyor. Adam gelir Türkiye’ye der ki; “Yunanistan zehirli gaz almış, bunun maskeleri de bizde.” Türkiye’ye maskeyi satar. Sonra gider Yunanistan’a aynısını yapar, onlara maske satar. Çanakkale savaşında İngiliz silahları İngiliz gemilerini batırıyordu. Silah sanayii böyle bir şey.
ABD SAVAŞ İSTEMİYOR
Hadi Özışık: Kıbrıs’la ilgili Amerika’nın rolü ne olabilir bundan sonra?
Benzer olaylarda ABD’nin rolü ne oldu ona bakmak lazım. Kıbrıs’a benzer bir çözüm Batı Timor’da vardı. Endonezya’nın adası. Orada yine Amerika’nın desteği ile Annan Planı referanduma gitti. Batı Timor’a bağımsızlık verildi. Ondan önceki olay Bosna ve Makedonya.. Kardeş kardeşi kırıyordu. Onların arasına girdi. Şu anda orada bölge 5’e bölündü ve barış var. Yani ABD savaş istemiyor. ABD kendi dünya görüşünü, yaymak istiyor. Ama ABD bir tane değil. Yani Kongre var, lobiler var.. Türkiye nasıl bir tane değilse ABD’de öyle.. Sezer de Türkiye’yi temsil ediyor, Tayyip Erdoğan da, asker de.. Düşünün bu kadar basit bir ülke o kadar çok sesli olursa ABD’nin bir tek eğilim tarafından temsil edilmesi mümkün değil. Mesela Keryy gelirse Irak’ta AB’yi devreye sokacak. Yani ABD ne istiyor diye baktığınızda birden fazla ABD’li var. ABD’liler ne istiyor diye bakmak lazım. Şu anda Bush’un istediği, “Savaş olmasın. Zaten Irak’ta uğraşıyoruz. Bir de Türkiye ile Yunanistan birbirine düşmesin. Benim de başım belaya girmesin.” Ama çeşitli zamanlarda farklı düşündü. Mesela Jhonson İnönü’ye mektup yazdı. Kıbrıs çıkarması zamanında.. Hatırlarsınız, o zaman Sovyetler Birliği, Türkiye'nin Kıbrıs'taki operasyonlarına devam etmesi durumunda Türkiye'yi vuracağını söyledi. O dönemde ABD Başkanı Jhonson, “Bakın NATO antlaşmamız var ama Kıbrıs yüzünden Sovyetler size saldırırsa biz karışmayız” dedi. Tarihin çeşitli kesimlerini aldığınız zaman farklı farklı tepkiler verdiler. Bush’un tek amacı, savaşları önlemek bence..
VATAN HAİNİ DEMEK ÇOK KOLAY
Hadi Özışık. Evetçi-hayırcıları daha doğrusu vatanseverleri ve vatan hainlerini konuşalım. Böyle bir hadisenin yaşanması Türkiye’nin çıkarlarını, bu ayrımın bu kadar kolay yapılması. Evetçiler çok rahat satılmış gibi geliyor. Bunu neye bağlıyorsunuz.
İnsanlar kendi fikirlerini kabul ettirmek yerine başkalarına çamur atmayı daha kolay bulurlar. Bizim işimiz zor. Yani uğraşacaksın, okuyacaksın, araştıracaksın çabalayacaksın, benim fikrim bu diyeceksin. Biri kalkıp okumadan, araştırmadan, cahilce bir şekilde sana vatan haini diyecek. Müthiş bir tembellik. Onları doğal karşılıyorum. çünkü söyleyebilecekleri şey sadece bu.
RUMLARI TANIMAK AYKIRI FİKİR DEĞİL
Fikri Akyüz: Bugün itibarıyla yeni bir konjöktor oluştu. Güney Kıbrıs’ın tanınması noktasında Türkiye evet kararı alırsa bu ulusal menfaatlere aykırı mıdır?
Hiç aykırı değildir. Rumların herkesle gümrük birliği anlaşması var. Ama Türkiye ile yok diyemezsiniz. Türkiye’nin bütün sorunları uluslararası sorunlar. Hepsi ama. Ekonomi de IMF’de Ege, Kıbrıs, kentleşme aklınıza ne geliyorsa. Eğer siz bu uluslararası boyutunu görmezseniz dünya ile sürekli ters düşersiniz. Sorunu bu şekli ile gördüğünüzde çözmek için daha ciddi olursunuz. Bu tabi cesaret istiyor. Uluslararası sularda politika yapmak çok da kolay değil. O alana hiç girmeyeceksiniz. Hep içeride nutuk atacaksınız. Sonra büyükelçiniz peşinizi toplayacak. Türkiye’nin hayatı hep böyle geçti. Türkiye’ye demokrasi geldiği zaman Sanfransisko toplantısına katılmadığımızda biz de savaş suçlusu olmayacak mıydık?
Hadi Özışık-. Türkiye için Kıbrıs’ta yüzde 65 evet çıkması bir zafer midir?
Çok büyük bir zaferdir. “Kıbrıs’ı vermeyiz” diyenlere Kıbrıslı Türkler dedi ki “Sen bizden daha mı Kıbrıslısın. Biz çözüm istiyoruz”. Demirel’in Denktaş’ın söylemleri bir araya konulup Kıbrıslı Türk’e baskı yapıldı. Müthiş bir balon söndü. Denktaş 87’den beri her konferansı bozdu. Hep bir anlaşmazlık çıkardı. Denktaş’ın temsil ettiği Kıbrıslı Türkler Ankara’da orduya dayanarak çözüm istemiyor. Sonuç ne oldu AB çözüm ister gibi görünen Rumlara kapısını açtı. Eğer Ecevit 74’te istifa etmeyip çözüm yolu arasaydı şu anda böyle bir bela olmayacaktı. Kıbrıslı Türkler AB’ye girecekti. Belki biz de girmiş olacaktık. 1974’ten sonra Ermeni-Rum işbirliği başladı. Bizim büyükelçilerimiz öldürülmeye başlandı. Arkasından PKK girdi. 80’de Eruh baskını, 80 öncesi ABD ambargosu. O kadar ciddi sonuçları oldu ki. Askeri darbeyi, ekonomik iflası, Kıbrıs’ın izolasyonu. Türkiye’nin hep kıyısı içinde yaşamasının nedeni odur. Yani evet oyu bir çok kapıyı açtı.
DENKTAŞ BIRAKMAMALI ÇÜNKÜ
Hadi Özışık: Peki Denktaş’ın istifa kapısını da açtı mı?
Bilmiyorum. Ahmet Hakan yazmış galiba "Kıbrıs’ta Türkiye"dir neticede" diyor. bu açıdan baktığımızda Denktaş istifa etmeyebilir. Yani Demirel niye hala politika yapıyor. Dünya politikasına baktığınızda bazı insanlar bazı dönemlerde çekilir. Demirel, olağanüstü bir hal olur falan diye bekliyor. Şu an birileri çekilse “Al Demirel iktidar senin oldu” dese hemen atlar. Şu anki durumda gelmez iktidara çünkü gelmesini gerektirecek birşey yok. Ama daha büyüğünü bekliyor. Öyle bir şey olacak ki AK Parti darbe ile devrilecek. Ankara kavgalarının birinde AK Parti’nin kanatları kırılacak. Kim var. "Gel Demirel bizi kurtar" diyecekler. Yeni Demirel işte böyle bir durum oluşmasını bekliyor. Ben Denktaş'ın istifa etmesini beklemiyorum. Otursa da oturmasa da birşey farketmez. Neden istifa edecek ki? Rum kesimi ile Türk kesimini bir kıyaslasanıza.. Türk kesiminde bir ağaç bile dikilmemiş bugüne kadar. Kıbrıs kumar merkezi olmuş. Müthiş bir hanedanlık kurulmuş. Hiçbir çalışma yok. Türkiye gerekli parayı gönderiyor. Neden istifa etsin ki.. Neden birleşme istesin ki.. Bu şartların elinden gitmesini kim isteyebilir..
Bahri Kayaoğlu: Bundan böyle gerek Türk hükümetinin ve gerekse KKTC hükümetinin takip edeceği yol ne olmalı ?
Çok akılcı ve sabırlı bir yol olmalı. KKTC’nin tanınması mümkün değil. BM Güvenlik konseyi taslak getirecek. Yeni kurulmuş bir devlet olarak raporlar hazırlanacak. çok uzun iş.. Şu anda bu mümkün değil. ‘Evet’in faydası olacak. Eski kuşak ile yeni kuşak çatışabilirdi, onun da üstesinden gelindi. KKTC’nin varlığının diğer taraf ta kabul etti. Rauf Denktaş Türkiye dışında bir turistti. Şimdi Rauf Denktaş ve Talalt’ta uluslararası kimliğe kavuştular. İzolasyon kalktı. Kıbrıslı Türkler ticaret yapabilir. Turist gitmiyor daha.. KKTC’ye Güneydeki turist sayısı 4.5 milyon. Bizimki ise 80 bin civarında bir rakam. Kıbrıs’ta insanlar evlerini boyamıyorlar. Hiç olmazsa orası uluslararası camianın gittiği bir yer olur.
ERDOĞAN MENDERESE DE, ÖZALA DA BENZİYOR
Süleyman Özışık: Şimdi biraz iç siyasete girmek istiyorum ben. Aslında biraz da birbiriyle ilintili konular. Çözüm önerisini getiren isim Tayyip Erdoğan. Şöyle Erdoğan'ın el attığı veya atmadığı konulara bakarak, Tayyip Erdoğan Türkiye’de hangi politikacılardan daha iyi yönetim gösteriyor. Yani daha doğrusu Tayyip Erdoğan’ın yönetim tarzı daha çok kimlere benziyor, Erdoğan kimlere benziyor diye bir soru sorsak cevabınız ne olur?
Tayyip Erdoğan'ı Adnan Menderes’e benzetebiliriz.. Demirel’e benzeyebilir. “Askere karşı ancak askerle karşı konulur” diye Adalet Partisi emekli Drgeneral Ragıp Gümüşpala'nın başkanlığında kuruldu. Sonra Süleyman Demirel geldi. Turgut Özal’a benzetilebilir. Ancak. Tayyip Erdoğan kimden daha iyi yönetiyor sorusu için daha erken şu anda. Düzenin adamı değil. Mesut Yılmaz’a benzemiyor. Yılmaz’ın durumu çok daha garip. Yani hiç seçim kazanmadan Başbakanlık yapan tek insandır Mesut Yılmaz..
Baki Karakol: Erbakan hocasına hiç benzemiyor mu?.
Erbakan ayrı bir olay. Kendisine özgü bir model . Tayyip Erdoğan ancak onun öğrencisi olabilir. Erbakan müthiş bir sentez. İslanbul lisesinden okul birincisi. Teknik üniversite mezunu birincilikle bitirmiş. Erbakan Adalet Partisi’nden aday gösterilseydi müthiş bir oranla başa gelirdi. Kendisini çok iyi yetiştiriyor. Demirel de öyleydi. Olaylara çok kolay adapte oluyorlar.
ERBAKAN'A HAKSIZLIK YAPILDI
Baki Karakol: Son dönemde sapıttı denildi Erbakan için nedir onu sapıttıran
Orada haksızlar. Kıbrıs’ı eğer Ecevit aldıysa Erbakan da aldı. Çünkü o dönemde ortak karar alındı. Erbakan kadar çalışkan bir adam görmedim. Sabahlara kadar çalışan, planlar projeler üreten ülkeyi karış karış dolaşan tasarruf tedbirleri aldıran. Okulda neyse çalışırken de öyleydi. Bir de Erbakan Hoca müthiş bir organizatör. Yani Anadolu’da elini kaldırdığında toplayacak on binlerce taraftarı var. Almanya’da kaç bin taraftarı var. Bugün Türkeş öldüğünde 10 binlerce insan Ankara’da toplandı. Erbakan da öyle bazı insanların çapını anlamak için ille de ölmesini beklemeyiz. Mesela ben beğenmiyorum Erbakan’ı bunu kendi yüzüne de söyledim. Beğenmediğim bir yönünü de yüzüne söyledim: “Siz benim kızım gibisiniz. O da sürekli sizin gibi şikayet eder. Siz de bak yine partimi kapattılar diye mızmızlanıyorsunuz” dedim..
Bahri Kayaoğlu-AK Parti’yi ele alırsak DYP ve ANAP’ın devamı olarak alabilir miyiz.?
Hayatlarında Erbakan’a oy vermemiş DYP’ye ve ANAP’a oy veren pek çok insan AK Parti’ye oy verdi. Bu oylar sayesinde AK Parti yavaş yavaş merkeze geliyor. Bakıyoruz, AK Parti içinde de değişimler var. Yani Merkez partisi olduklarını söylüyorlar. Herkesin korkusu, AK Parti’nin gerilim üreteceği yönündeydi. Ama bakın, bunlardan uzak duruyorlar. Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda hangi parti ne kadar laik olursa onlar da o kadar oluyorlar. Denizli Belediye Başkanı’nın eşinin resmi törende türbanını çıkarması bu konuda genel bir örnektir. Yerelde yaşanmıştır ama aslında tüm Türkiye için önemli bir örnektir. Şimdiye kadar hep erkekler değiştik diyordu. Şimdiden sonra kadınlar da değişmeye başladı. “Hep erkekler mi değişecek. Biraz da biz değişelim” diyen Ak Partili kadınlar ortaya çıkmaya başladı ki, bu çok güzel bir gelişme..Bülent Arınç’ın hanımı da Tayyip Erdoğan’ın hanımı da bunu tartışıyorlardır. Ben değiştim diyen her şeyi söyleyecek. Hanımlar değişmeyecek bu olmaz. Ancak bence denizli Belediye Başkanı'nın eşinin başını açması konusunda genel merkezden bir talimat yoktur. Çünkü o namus meselesidir ve kimse kimseye karının başını aç diyemez..
Hadi Özışık- Başbakan ve bakanların eşlerinin fotoğrafı sizi utandırıyor mu?
Hiç utandırmıyor. Türkiye’nin özelliği bu ama Türkiye’nin görüntüsü tamamen bu değil diyorum. Süreyya Ayhan’da Türkiye’yi temsil ediyor. Başbakanın eşi de temsil ediyor. Biraz kafa karıştırıyor. Çelişkili ama Türkiye’nin kültürel zenginliği. AK Parti çıkış itibarı ile İslam’i bir parti ama şu an muhafazakar politika ile liberal politikayı uyguluyor.
Mehmet Nezir: Demirel döneminde değiştiğiniz yönünde bazı görüşler var. Demirel’e yakın durduğunuz için bu değişimi gerçekleştirdiğiniz doğru mu? Sol söylemlerden Demirel zamanında mı vazgeçtiniz gerçekten?
Bir tanesi diyor ki her gelen iktidara yarandın. "Zaten Demirel’e yaltaklığın yeter" diyor. Demirel’e neden yakın durayım ki? Demirel döneminde yasaklanan benim. Demirel yüzünden işimden atıldım. Demirel yüzünden 28 Şubat’ta yasaklandım. Adam beni Demirel yalakası ilan ediyor. Benim sol konuşmalardan vazgeçişimi gerektiren iki olay var. Binicisi 12 Mart. O tarihte Cumhuriyet ikiye ayrıldı. Bir darbeciler bir de darbeye karşı olanlar. Darbeciler Nadir Nadi, İlhan Selçuk, ve yazı işleri. Bunun karşısında Cumhuriyette ben vardım. İsmail Cem vardı. Biz demokrasi yanlısıydık. Sonra Ankara’ya İsmail Cem’le birlikte gittik. Orda da gittiğimizin üçüncü ayında Ecevit’le küstük. Demirel’le röportaj yaptım. 25 dakika süreyle TRT’de Demirel’in demecini verdim. Ondan sonra Ecevit bana o günden beri küskündür. 1974 ün Mayıs ayında. 77 seçimlerinde Ecevit’le ilgili çok iyi anılarım var. 1977den 80’e kadar Demirel’le ve Turan Güneş’le yani halk partisinin liberal kanadı ile ve Demirel’le, yazılarıma baktığınız zaman bunları görürsünüz. Liberal düşünceyi savunmamı bazıları Özal’a bağlıyor ama bu da son derece yanlış ve yalan. Benim liberal düşünceyi savunmam Özal’dan çok önce. Özal benimle tanıştığı zaman bu fikirlerde ben ondan daha ilerdeydim.
Mehmet Nezir: Özal’dan sonra sizin liberal kanadınız kamuoyunda bilinmeye başladı. Kamuoyunda çok etkili oldu. Sizin bunu savunmanız olumlu etki yaptı. Özal’da bunu çok iyi prezantabl etmeyi başardı. Daha sonra Mesut Yılmaz’a yakındınız sonra da uzak kaldınız. ANAP’taki liberal kanadın temsilcisi olduğunu söylediniz.
Bu da yanlış. Benim Mesut Yılmaz’la asla hiçbir yakınlığım olmadı. Aksine Mesut Yılmaz’ın ANAP’a yararsız bir adam olduğunu söyledim.
YENİ ŞAFAK'A MİNNETTARIM. BANA ERKEKÇE KUCAK AÇTILAR
Mehmet Nezir: 28 Şubat’ın akabinde siz Türkiye’de hiç beklenmeyeni yaptınız ve Yeni Şafak’a yazar oldunuz.Acaba bu iş önceden sezinlemekle mi oluyor? Muhafazakar hükümete Türkiye’nin hazır olduğunu mu hissettiniz. ?
Bütün müneccimler yalancıdır. (Gülüşmeler) Onun için ben müneccim de değilim, tahmin de etmedim bir şeyi.. 28 Şubat’ta yasaklandım. Önce Zaman Gazetesi’nden teklif geldi. 15 gün yazı yazdım. 14. Günde anladım ki benim yazdıklarım gazetede çıkmadan önce Mesut Yılmaz’ın önüne gidiyor. Bana Zaman Gazetesi’nin sahibi, “Yarın Mesut Yılmaz’ı üzecek bir yazınız var onu çıkarabilir misiniz?” dedi tamamını çıkarın dedim ve istifa ettim.
Daha sonra Yeni Şafak’tan teklif geldi. O zaman İnternet bu kadar gelişmemişti yoksa orada yazacaktım. Yeni Şafak gerçekten bana erkekçe kucak açtı. Yeni Şafak’taki yazılarım oranın kadrosu ile çok çelişti. 11 eylül sonrasında benim ve Çandar’ın yazıları yüzünden 15 bin tiraj kaybedildi. Yani ben bunu hep vurguluyorum. Yeni Şafak’a minnettarım. Başım sıkıştığı zaman yine Yeni Şafak’ta yazabilirim. Ben milli görüşçü yazı yazmadım ama bir kere bile müdahale yemedim.
Mehmet Nezir: Muhafazakarlığa dönüş yaşla alakalı mı?
Ben muhafazakar olmadım diyorum. Siz hala muhafazakar diyorsunuz. Ya ben anlatamıyorum ya da siz anlamıyorsunuz.
Mehmet Nezir: Peki o zaman şöyle soralım.. Muhafazakarlarla aynı noktada buluşmanız yaşla alakalı mı.
Yaşla ilgisi yok bunun...
Baki Karakol: Amerika’yı çok iyi okudunuz mu?
Çok iyi okumadım. Türkiye’de ben diyorum ki bir gazeteci çok iyi okumalı. Yani bizim mesleğin özelliği ne? Bilgi çağına ilk önce biz girmişiz. 17. asırda ilk gazete çıktığında dünyadan 24 saat önde olan tek meslek bizim mesleğimiz. Bütün dünyadan 300 yıl önce bilgi çağına girmişiz. Herkesten daha fazla şey okumak çalışmak, zorundayız. Ben gazeteciliğe başladığımda 19 yaşındaydım. Cumhuriyette 21 yaşında dış politika yazmaya başladım. Rusya’da görev yaptım. Burada görev yapan bir adam bunu öğrenmeli diye düşündüm Rusça öğrenmek zorundaydım ve öğrendim. İngilizce’yi zaten öğrenmiştim. Fransızca’yı da öğrendim. Bir almanca hocası tuttum. Farsça kursuna gittim. Çoğunu yapamadım. Şu an Rusya’da bir ay kalayım konuşurum, yani dilim yatkın. Biz öyle bir kilit bölgedeyiz ki. Her dili bilmek zorundayız. Yani ABD Hakkında yeni bir kitap çıkmış ve ben bunu okumadan geçmem. Bu mümkün değil. Bir şeyi kaçırırsanız bir sene geride kalırsınız. Ben orada çıkan 70 bin kitabı okuyamam ama en azından özetini okumak zorundayım. Okumazsanız eski bilgileri temcit pilavı gibi öne sürersiniz. Durmadan bir şeyler değişiyor. Eski bir dostumu ziyaret ettim, ayağını kırmıştı. Ne olduğunu sorduğumda, raftan kitap alırken düştüğünü söyledi. “Sen 92 yaşındasın, sen neden çıkıyorsun, başkası çıksın. Sen dinlen” dediğimde, “Okumazsam bunarım” dedi. Bunamamak için ben de okuyorum sürekli.
Mehmet Nezir: En son okuduğunuz kitap hangisi?
Şu an dört tane kitap okuyorum.
Bahri Kayaoğlu: En son Yeni Şafak’ta başladıktan sonra yeniden aranan bir adam oldunuz. Bunu neye bağlıyorsunuz? Bir de Doğan Grubu’ndan teklif geldi mi?
Hayır . Ben AK Parti iktidara geldikten sonra ayrılmadım Yeni Şafak’tan. Oranın çapı bana küçük geldi. Kendilerine de söyledim, “Ben daha geniş kitlelere ulaşmak istiyorum ve buranın tirajı bana yetmiyor” dedim..Ben daha geniş kitlelere hitap etmek istiyorum. Yeni Şafak’tan ayrıldığımdan hemen sonra Cine-5’te program yaptım. NTV’de programa başladım. Ondan sonra Akşam Gazetesi’ne gittim. Yani benim aranan yazar olmam AK Parti’den kaynaklanmıyor. Ben her zaman doğruları yazdım çünkü. Yazdıklarım doğru çıktı. Ondan tutuldum piyasada. Yani bizim evimize 28 Şubat sürecinde 20 tane haciz geldi. Karımla beraber, BRT’de evimizi stüdyo yaptık. 28 Şubatta herkes “Ay ne güzel başbakan” derken biz yaptığımız haberden dolayı hacizlerle boğuştuk. Arabamıza evimize hep haciz geldi. Yazdıklarımız doğru çıktığı için, bunlar oldu. Yani AKP değil bir başkası da gelse bu böyle olacaktı. Bir şey yazarsınız. Herkes tersini yazar. Sizin yazdığınız doğru çıkarsa “Vay doğruymuş” derler. Bu çıkar hesabı değildir. Mesela Özal Cumhurbaşkanı iken ben iki sene küs kaldım .Aldıkları hediyeler yüzünden . Öldükten sonra daha çok tutmaya başladım. Çıkar hesabı olsa böyle adam tutulur mu? Semra Özal’ın aldığı hediyeleri eleştirdim Güneş gazetesinde ve 2 sene küs kaldık. Sonra oğlu geldi. “Babam barışmak istiyor” dedi. Kabul etmedim. Semra Hanım geldi. “Turgut Bey seninle görüşmek istiyor” dedi. Ben da “Bana ne dedi otursun Çankaya’da” dedim.
Baki Karakol: Özal’la çok iyi bir diyalog içindeydiniz .Tayyip Bey'le hiç böyle bir görüşmeniz oldu mu?
Hayır ama ben Tayyip Bey’i cezaevinde ziyaret ettim. En zor durumlarında evime geldi. Ama başbakan olduktan sonra hiç konuşmadım. Kıbrıs konusunda destekliyorum. AB’de desteklerim. Ama önemli gördüğüm şeyleri önemsiz görürse eleştiririm. Bürokrasi karşısında ezilmesini eleştiririm.
Bahri Kayaoğlu: Gürtuna onu hapiste ziyaret etmedi. Acaba bundan dolayı mı Belediye Başkanı olamadı?
Bende Belediye Başkanı olamadım ziyaret etmeme rağmen. (Gülüşmeler) Yani Mesela eğer zor durumda olan bir insan varsa ve bu insan namussuzluk etmediyse. Ben Demirel’i 12 Eylül’de telefonla buldum ve “Bir emriniz var mı?” diye sordum. Tayyip Erdoğan’dan sonra Gürtuna onun bütün kadrolarını değiştirdi. Hapis ziyareti bu işin magazin kısmı olabilir. Eğer Gürtuna kadroları değiştirdiyse o ciddi bir olaydır. Bunu yapmışsa aday gösterilmemesi de doğaldır.
Baki Karakol: “Erdoğan Cesur Değil” dediniz. Cesur olmaması kişisel yapısından mı kaynaklanıyor yoksa silahlı kuvvetlerin varlığından mı korkuyor.?
Tayyip Erdoğan henüz başbakan olmamıştı. Kıbrıs konusu Kophenag’da konuşuluyordu. Ve yola çıkarken Abdullah Gül’e “Kıbrıs’ta çözümsüzlük çözüm değildir” dedi. Ve o gün dışişleri bakanlığı sözcüsü çıktı, “Böyle açıklamalar yapılamaz. Bu devletin politikasıdır. Bir partinin genel başkanı bunu yapamaz” dedi. Ben olsam orda ertesi gün o adamı kulağından tutar görevden aldırırdım.
Mart ayında Çankaya zirvesinde Denktaş’a MGK’nın destek verdiği toplantıda aynı belgeyi Erdoğan’da imzaladı Bu noktaya gelene kadar iş çok uzadı. Kıbrıs geçen sene çözülebilirdi. Tabi korkudan darbe korkusundan. Tabi bir dönem partisi kapatılmış. Belediye Başkanı iken alınmış hapise atılmış. Ve Türkiye’de asker ne derse o olacak. Çok sabretti. Buna cesaretsizlikte diyebilirsiniz. İhtiyat da diyebilirsiniz. Benim sırtımda yumurta küfesi olmadığı için ben yaparım diyorum. Tabi bir de başörtü korkusu var. Böyle bir ortamda insan ürkek olabilir. Ama ben ile Tayyip Erdoğan’ın farkı o benim kültür ve onun kültürü farklı.
Süleyman Özışık: Türkiye’de muhalefet olduğuna inanıyor musunuz şu anda? Yani hem medya, hem de siyasi boyutta soruyorum bu soruyu. CHP üç eksende muhalefet yapıyor. Türban, CHP’nin kökü tartışması ve Hikmetyar konularında takılıp kaldılar, yani halkın gerçek gündeminden çok uzak bir muhalefet yapıyorlar. Medyada ise ses seda yok. Yani Cumhuriyet dışında hükümeti eleştiren bir medya yok. Bu durumu neye bağlıyorsunuz?
Muhalefet var Türkiye’de.. Bir kere şöyle bakmak lazım. Tayyip Erdoğan’ın dünya görüşüne Türkiye’deki merkez kitleler karşı. Hep içlerinde takiyye korkusu var. Her cümlesi ince elenip sık dokunuyor. Yerel seçimlerde bunu gördük. Her şeye rağmen Türkiye’de cumhuriyet rejimi kendine özgü sınıflar yarattı. Çok fazla rahatsızlık olursa iktidardan götürülüyor. Türkiye’de muhalefet var. Medya’da muhalefet yok. Patronların çıkarlarının hangi noktada olduğunu bilmiyorum. Kimin ne çıkarı var bilmiyorum. Mesela Aydın Doğan. Yeni çıkan yasayla birlikte, bir BBDK başkanı Aydın Doğan’ın hayatını karartabilir, bir hareketle ayağını kaydırabilir. Bankası olduğu için, yani banka üzerinden. Eski bankalar kanunundan ziyade tahsilat kanunu yeni çıkan yasa ki, bu tüm medya patronlarını korkutuyor. O yüzden bankası olan medya patronları çok özgür değil. İktidara karşı bağımsız olamaz. Haliyle medyadan muhalefet beklemek şuanda biraz zor. Aslında ben pek muhalefet edilecek bir şey de bulmuyorum şu anda. İleride ne olacağına ise bakacağız.
TAYYİP ERDOĞAN KORKUYOR
Mehmet Nezir: Dokunulmazlık konusunda Tayyip Beyi eleştiriyor musunuz? Yoksa bu konuda Tayyip Bey’i haklı mı buluyorsunuz?
Evet. Şu nedenle haklı buluyorum. Bir sene sonra belki farklı olacak. Ama tayyip Erdoğan şu an dokunulmazlığı kaldırsın. Türkiye’de 67 savcı, dava açıp AKP’liler hakkında tutuklama kararı aldırmaya çalışır. Türkiye’de hukuku biliyoruz. Anayasa mahkemeleri partileri kapatmak için çalışır. Böyle bir hukukun olduğu ülkede derin devletten bir kişi hükümeti değiştirmeye karar verirse düğmeye basar savcılar göreve başlar. Gerçekten AB’den takvim alalım. Türkiye’de hukukun üstünlüğü vazgeçilmez olsun. O zaman kalkmasından yanayım. Ama şu anda olmaz. Dokunulmazlık olmasaydı. Kıbrıs sorunu bu hale gelmezdi. Mutlaka durdurulurdu. Savcılar bir şey yapardı mümkün değil. Örneğin biz 28 Şubatta ne yapsak mahkum oluyorduk. Mesut Yılmaz beni mahkum ettirdi. Bir yazı yazmıştım. Kongre öncesiydi. "Lütfullah Kayalar seçilseydi daha doğru olurdu" demiştim. Dava açtı bana "Benim başkan seçilmemi engelliyor" diye. 8 milyar tazminat ödedim.
Mehmet Nezir: Uzan olayında da aynı şeyi söyleyebilir miyiz? Hukukun siyasallaşması gibi ?
O konuda çok şey söylenebilir. Konunun bu aşamaya gelmesinde mutlaka hukuksuzluk var. Yani bugüne kadar kimse karışmamış. Ayyuka çıkmış yolsuzlukları yani. Devlet içinde devlet haline gelmişler. BDDK, Savcılar, herkes seyrediyor. Onun için Uzan’ı bu meselenin içine katarsak yanlış olur.
Mehmet Nezir: Aydın Doğan kendi içinde devlet değil mi?
Aydın Doğan hakkında hiç bir şey açılmadığı için ben “Acaba hukuka dikkat ediyor da ondan mı sorun çıkmıyor” diye soruyorum. Şirketlerin büyümesine karşı değilim. Sermaye büyümeli. Burada da basın patronları olsun. Yeter ki haksız rekabet yapmasınlar. Bana göre yanlış olan 28 Şubatta nasıl Dinç Bilgine bir şeyler verildiyse ona da POAŞ verildi. İş Bankası’nı kolaylıkla aldı. Böyle bir yanlışlık var yani. Başbakanla ve bakanlarla görüştüğü zaman basın patronu olarak görüşüyor. Bu büyük bir haksızlık. Haksız rekabet yani. Ancak bugüne kadar hakkında dava dahi açılmadığı için bir şey söylemek de haksızlık olur.
AYDIN DOĞAN BENİM DOSTUM AMA
Hadi Özışık: 28 Şubatta eşinizle birlikte susturuldunuz. Canan Hanım çok muhalefet etmese de sizin yüzünüzden o da sorunlu oldu. 28 Şubat bittiğinde herkesle ilişkileriniz düzeldi. Şimdi yine etkilisiniz. Bunu neye bağlıyorsunuz? Başka gazetelerden o eski döneminizde teklifler geldi mi?
Aydın Doğan çok eski dostum. O ilk basın patronu olduğunda ben de Milliyet’in başyazarıydım. Beraber ziyaretlere çıktık. Beni Bodrum’a çağırdı “gel kafa çekelim” dedi oturduk. Ben ona orda “Dinç Bilgin’le bir kartel kurdunuz. Bana zararınız oldu" dedim. "Hem de benim devam eden işimi elimden aldınız, daldan dala atlamamı sağladınız” dedim. “Eşim Sema Hanım’la oturduk. Sen Sabah’tan çıkarılınca seni Milliyet’e almaya karar verdik. Barlas bizim arkadaşımız dostumuz dedik” dedi. . Ancak sonra, yani akşam, “Ya biz atmadık biz niye alalım işe” diye karar vermişler. Bunları konuşup gülüştük.. Böyle bir ilişkimiz var. Sizle nasıl konuşursam onunla da öyle konuşurum.
Fikri Akyüz: Türkiye’de Liberal demorkasinin yerleşmesi konusunda ciddi fikirler ortaya koyan insanlara liboş adı altında bir yafta yapıştırılması konusunda ne düşünüyorsunuz? Liberal demokratlar marksizme, karşı olunca bu fikrin aynı zamanda serbestçe konuşulmasına da karşı olmadığına göre devletin ideolojik çerçeveden sıyrılıp övzgürlükçü bir çerçeveye oturtulması konusunda Türkiye’de yeterli bir liberal Demokratik sistemin yerleşmesi için gayret gösterilmesi noktasında eksiklik görüyormusunuz?
Ben bu noktaya 12 Martta geldim. 28 Nisan harekatı oldu, Herkes tutuklanmıştı.. İlhan Selçuk, Çetin Altan.. Gazete kapatıldı. Evlerdeki kitaplar arandı. O dönemde Orhan Apaydınla karşılaştık. Biz orada yemin ettik. “Bundan sonra sağı solu bırakalım” dedik. “Hukukun üstünlüğü egemen olsun” dedik. 1971’in 28 Nisan’ıydı.. O günden beri benim kafamdaki düşünce hep hukukun üstünlüğü. O olduğunda diğerleri de gerisinden geliyor. Bir şeyden yana olmak önemli. Bu konuda yazı yazma işine fazla girmediğim konusunda haklısınız. Biraz daha ağırlık vermem gerekiyor ve yapacağım.
Hadi Özışık İnternetle nasıl tanıştınız?
Pratiğe girdiği anda tanıştım. İnternetin hafıza şeklinde kullanılmasını CD Room olarak Amerika’da gördüm. Bütün din kitapları ve Şekspir’in bütün eserlerini ve Tevrat, Kur-an İncil’i aldım. Benim raflarla dolu kitap bir diskete sığdı. Özal’a gitmiştim. O da oyun oynuyordu orda. Bir maus bende biri onda sürekli oyun oynuyorduk. Sonra bir hafta bu CD sayesinde bilgisayarın başından ayrılmadım. Büyülendim. Özal’a da hediye ettim ve o da büyülendi. Bilgisayar’ın birden insan gücünü ölçüsüz arttırdığını gördüm. İnterneti, Türkiye’ye gelişinin ikinci ayında kullanmaya başladım.
Hadi Özışık: Paylaşım, inceleme araştırma ve kullanma, sizin gerinizde kalan İnternetten haberi olmayan meslektaşlara nasıl bakıyorsunuz?
Bu çok doğaldır. Ben bilgisayarla bir çok şey yapıyorum. Ama bu benim özel hobim. Ama kullanmayanları saygıyla karşılıyorum. Ben mesela yazılarımı elle yazıyorum. Ama bu alışkanlık bende çok eskiden beri var. İnterneti bilgi aracı olarak kullanmak ayrı. Kullanamayanlara acıyorum. Ama bilgisiayarı yalnız yazı yazmak için kullananları ayıplamıyorum.
Baki Karakol: Ben Barlas çelişkisi ile karşılaştım. Bazı alışkanlıklarını bir türlü atamayan ancak siyasi çizgisi zaman zaman değişen, sözleriyle çelişen bir Barlas görüyorum açıklamalarınıza baktığımda. Bir de sizin pencerenizden Türkiye’deki İnternet gazeteciliğine bir bakış istiyorum?
Çelişki değil. Eğer bir olayı birden bire başka açıdan yakalarsanız, ben internette yazı yazıyorum. 11.30’da olan bir olayı 12’de yazdım. www.haberx.com sitesine haber atıyorum. Ama sadece daktilo gibi kullananlara da internet fukarası diye bakmıyorum. Mesela ben köşe yazımı hala elle yazıyorum. Bu bir alışkanlık. İnternet gazeteciliği bana çok ekonomik geliyor. Diğer gazeteler çağın şartlarında aşırı derecede israf. Yani ağaç kesmekten başlıyor, boyaya matbaaya kadar işliyorsunuz.. çok zor ve masraflı bir süreç.. Bu nedenle klasik yazılı basının sonunun geleceğini düşünüyorum. Yakında plastik sayfa icad edilir diye düşünüyorum. Yani elektronik plastik sayfalar.. Bazı ülkelerde bu uygulanma başladı. Ben elle yazma konusunda çok hızlıyım ve yazmayı seviyorum. Yazarken bambaşka bir enerjiyle yazıyorum.
Fikri Akyüz: Sayın Barlas biliyorsunuz Sabah Gazetesinin sahibi Turgay Ciner’in basın dışındaki iştigal ettiği sektörler madencilik ve enerji; Sizin, çok “Enerjik” olmanızın ve bilgi birikiminizin fazla olması nedeniyle siz de bir “Maden” bulunmasından dolayı mı Turgay Ciner Sabah’ta yazmanız için teklifte bulundu?!!
Gülüşmeler...
Süleyman Özışık: Sayın Mehmet Barlas, Siz Türkiye’de en çok okunan yazarlardan birisiniz. Peki Barlas en çok kimi okur acaba?
Şimdi benim burada tek tek isim vermem doğru olmaz. Ancak yanımda olduğu için söylemiyorum. Her sabah kalktığımda ilk okuduğum kişilerden biri Fikri Akyüz’dür Çok çarpıcı ve güçlü bir kalemi var. Fikri Bey’in geleceğini çok parlak görüyorum.