Darbeyi haber veren telefon ve Kenan Evren'in Diyanet'e bakışı, Dedeman'da modern başörtüsü modelleri buluşması, Alevi açılımına Demirel engeli...
Abone olDiyanet İşleri Eski Başkanı Dr. Tayyar Altıkulaç'ın hatıralarını kaleme aldığı 3 ciltlik "Zorlukları Aşarken" okuyucuyla buluştu. Eserde, Türkiye'nin yakın siyasi tarihine ilişkin birinci ağızdan tanıklıklar yer alıyor.
13. Diyanet İşleri Başkanı olan Dr. Tayyar Altıkulaç'ın hatıralarını kaleme aldığı "Zorlukları Aşarken" isimli kitabı geçtiğimiz günlerde raflardaki yerini aldı. Hatıralarını yazıya dökmeyi hiç düşünmediğini belirten Altıkulaç, "Hayatta 3 işi başkasının zorlamasıyla yaptım. Birincisi Ankara'ya idareci olarak gitmemdi. Hiç istemediğim halde Ankara'da Diyanet'te görev aldım. Siyasete girmeyi de hayatımda hiç düşünmemiştim. Söylendiği zaman bana şaka gibi gelirdi. Üçüncüsü de bu kitabı yazmam" dedi.
İDDİALARI YANITLIYOR
Hatıratını yazmayı da hiç düşünmediğini vurgulayan Altıkulaç şöyle konuştu: "Hatıratımın çok önemli olmayacağını değerlendiriyordum. Hatıra kitabını dostlarımın telkiniyle yazmaya başladım. Bu beklenti bana sıklıkla ifade edilmeye başlandı. Hatırat yazma işi bir tecrübe işidir ve benim de böyle bir tecrübem yok. Bunun için çok çok hatıra kitabı okumak lazım. Ama benim bu tarafım da yok. Ama ben galiba bir şeyler yazmamız lazım, diye düşünmeye başladım." Ufuk Yayınları'ndan çıkan 3 ciltlik kitapta yakın tarihe dair çok tartışılacak detaylar yer alıyor: İlk ilahiyat fakültesinde Kur'an derslerinin olup olmadığı, askeri yönetimin Diyanet'ten beklentileri, halk ile yönetim arasında zaman zaman sıkışan Diyanet personeli, 12 Eylül darbesi ve sonrası, Kahramanmaraş olayları, Tunceli'de Alevi köylerine cami yapılması, Ramazan'ın ne zaman başlayacağı muamması ve İslam Ansiklopedisi...
TRT İLE NİÇİN KAVGA ETTİ?
Altıkulaç, tüm bu konuların yanı sıra birbirinden ilginç sorulara ve iddialara da kitabında yanıt veriyor. İşte onlardan bazıları: Alevi köylerine cami yaptırdı mı? Necip Fazıl'ın borçlarını Süleymancılar mı ödedi? Süleymancılarla arasındaki problemin sebepleri nelerdi? Erbakan neden bakan olmasını engelledi? İslam Ansiklopedisi nasıl kuruldu? Fethullah Gülen için ne dedi? 12 Eylül sonrası imam hatip liselerinin önemli bir kısmının kapatılmasını nasıl engelledi? TRT ile niçin kavga etti? 1970'lerde başkan yardımcısı olarak girdiği Diyanet'te nelere çok şaşırdı? Kenan Evren'in MİT harici özel istihbarat teşkilatı var mıydı? Kızı ve damadı da bu teşkilata üyemiydi?
Haberal'la TV programı
Aradan yıllar geçmiş olmasına rağmen ölümden sonra organların başka hastaların tedavisinde kullanılmasına izin verme işi pek benimsenmediği için tıp dünyasının sıkıntısı devam ediyordu. Bu süreçte Mehmet Haberal bana müracaat ederek organ nakli işini birlikte bir televizyon programında konuşmayı teklif etti. Ben teklifi memnuniyetle kabul ettim. 24.03.1983 Perşembe günü akşamı TRT televizyonunda birlikte gerçekleştirdiğimiz bir programda konuyu gündeme getirdik ve Din İşleri Yüksek Kurulu'nun ilgili kararı çerçevesinde halkı bilgilendirmeye çalıştık. Bu program bildiğim kadarıyla organ nakli konusunun dinî açıdan televizyon ekranına ilk defa getirildiği bir programdı. (sf.421)
DARBEYİ HABER VEREN TELEFON
12 Eylül sabahı saat 05.00 sularında yatağımın başucundaki telefonum çaldı. Hayırdır inşallah. Bu saatte beni arayan herhalde Avustralya'daki işçi vatandaşlarımızdan biri olabilirdi. Çünkü onlar zaman zaman aramızdaki saat farkını düşünmüyor, böyle azizlikler yapıyorlardı. Telefonun ahizesini kaldırdığımda tahminimin yanlış olduğu anlaşıldı. Hattın öteki ucundaki kişi, kendisini tanıdığım ve bir zamanlar Diyanet'te başkan yardımcıları olarak birlikte çalıştığımız muvazzaf bir albaydı: Ahmet Okutan. (....) Otuz yıl sonra bugün (12.04.2010) bu satırları yazmadan önce Ahmet Okutan'la yaptığım telefon görüşmesine göre buraya kadar söylediklerimde aynı telefon görüşmesinde Ahmet Okutan'la o günü yâd ederken 12 Eylül 1980 Cuma sabahı (veya daha sonraki bir karşılaşmamızda) bana verdiği şu bilgiyi de teyid etmek istedim: "Kenan Evren Paşa beni tanıyor ve Diyanet yönetimime güveniyormuş. Bu sebeple Diyanetle ilgili bir endişe ve rahatsızlığı yokmuş." Ahmet Bey bu bilgiyi doğruladı, o günlerde bir vesile ile katıldığı ve Din İşleri Yüksek Kurulu üyeleriyle daire başkanlarının hazır bulunduğu bir toplantıda bu bilgiyi aynen açıkladığını da sözlerine ekledi. Evet, ben de hem bu toplantıyı hem Ahmet Okutan'ın bu açıklamasını çok iyi hatırlıyorum. (sf.520-521)
DEDEMAN'DA BAŞÖRTÜSÜ BULUŞMASI
Kenan Güven Paşa ile askerlerin başörtüsü konusundaki duyarlılıklarına karşı çözüm üretmeyi ve modern başörtüsü modelleri hazırlamayı daha önceki bir görüşmemizde kararlaştırmıştık. Ben bu modelleri İstanbul'da hazırlatmış, bundan sonra nasıl bir yol izleyeceğimizi belirlemek üzere Dedeman Oteli'nin lobisinde bir araya gelmiştik. Bazı komutanları birlikte ziyaret ederek bu modellerle konunun çözümü için onları ikna girişiminde bulunacaktık. Güven Paşa bu görüşme vesilesiyle benim yeni siyasî kararımı öğrenince bunu hiç doğru bulmadığını söylemiş ve karşı çıkmıştı. Buraya kadar normaldi. Ama -açıkça söylemese de bazı sözlerinden, bundan böyle benimle birlikte herhangi bir yerde görünmek istemeyeceği sonucunu çıkarmış ve üzülmüştüm. Bu görüşmenin ardından ne yapacağımızı kararlaştırmadan vedalaştık (sf.1073)
Cumhurbaşkanı, Erbakan ve Çiller'den şikayetçi
Meşhur 28 Şubat sonrası günlerde olduğumuz için Süleyman Bey herhalde herkesin gündeminde olan tartışmalar konusunda benim ne düşündüğümü, Çankaya Köşkü'ne göre aşağılarda nelerin konuşulduğunu öğrenmek istiyordu. Ben de: "Efendim, vaziyet bulunduğunuz yüksek yerden (Çankaya tepesinden) daha iyi görünmüyor mu?" diye karşılık verdim. Bu sözler üzerine kendisiyle ziyaret konumla ilgili olmayan konulara girmiş oluyorduk. O günleri hatırlayacak olursak; akşamları ışıklar söndürülüp yakılıyor, tencere ve tava sesleri duyuluyordu. Cumhurbaşkanı, Erbakan-Çiller hükümetinin gidişatı ve yaşanan siyasî gelişmeler hakkında ne düşündüğümü öğrenmek istiyor, gerek Erbakan'ın gerekse Çiller'in kendisini askerler karşısında zor durumda bıraktıklarından şikâyet ediyordu. (sf.986)
Demirel Alevi açılımına engel oluyor
3. Ecevit Hükümeti istifa etmiş, 25 Kasım 1979 tarihinde 6. Süleyman Demirel Hükümeti (43. Hükümet) kurulmuştu. Diyanet'ten sorumlu Devlet Bakanı Muhammed Kelleci 'nin 15 Mayıs 1980 tarihinde bu görevinden istifası sonrası günlere gelindiğinde, Başbakan Süleyman Demirel Diyanet'in doğrudan başbakana bağlı olmasını uygun görmüştü. Bu süreçte -şu anda adını hatırlayamadığım, ama câmiasında sayılan bir kişi olduğunu öğrendiğim- bir Alevî dedesi ile tanışmıştım. Bu zat bana yaptığı bir iki ziyaret ve yakınlaşma sonrasında kendisiyle Sünnî-Alevî kardeşliği üzerinde konuşmuş, neler yapabileceğimiz üzerinde durmuştuk. Bu cümleden olarak birlikte bazı programlar yapmayı ve iki toplumu birbirine yaklaştırıp kaynaştırmayı sağlayacak bu programları belli zaman dilimleri içinde uygulamaya koymayı tasarlamıştık. Konu elbette sıradan bir konu değildi. Böyle bir programın siyasî iktidar tarafından nasıl karşılanacağı, destek verilip verilmeyeceği, hatta uygun görülüp görülmeyeceği konusunda tereddütlerimiz vardı. Aslında bu tereddütler daha çok bana aitti. Ben bu projeyi -herhangi bir ayrıntıya girmeden- taslak bir düşünce olarak Başbakan Süleyman Demirel'e arzettim, ne düşündüğünü sordum. Verdiği cevabı cümle olarak hatırlamamakla birlikte, Süleyman Bey konunun hassasiyetinden söz ederek herhalde "sıkıntı çıkarırız" gibi bir ifadede bulunmuş ve bu taslak düşünceye onay vermemişti. Böylece problemi bir kere daha halı altına süpürmeyi tercih etmiştik. Tercih etmiştik, çünkü yaklaşık bir yıl önce Kahramanmaraş'ta yaşananları çabuk unutmuştuk. (sf.663-664)
BU KiTAP NELERi ANLATIYOR?
İnsanın, yazdığı kitabın okuyucu için ne ifade edeceğini kendisinin söylemesi epey güç bir iş. Ben de bu güç işin altından kalkabilmek için, kitabı, biraz da vazifesi icabı iki defa okumuş bir kardeşimden, bu kitabı okumanın ona ne kattığını anlatmasını rica ettim. Bana söylediği şu oldu: "İlk başta sorumluluk hissinin ne ağır bir yük olduğunu hissettirdi bu kitap bana. Zor zamanlarda, ortalıkta görünmemenin değil, şartları da gözeterek, yapılabileceğin en iyisini yapma çabasının değerini düşündürttü. Yumuşak tavrın, güçlü bir irade ile birleştiğinde, en olumsuz durumlardan bile, ne verimli neticeler devşirebileceğini öğretti. Dedikodunun, gıybetin ve iftiranın değil, ancak yapılan işin, görülen vazifenin ve güzel niyetin orta ve uzun vadede hatırlanacak eserleri vücuda getirebileceğini gösterdi. Bir de gerçekten inanılan bir işte, bıkıp usanmadan gösterilen sebatın, başarının olmazsa olmazı olduğunu anlamamı sağladı."
ŞAŞIRTICI BİR ÜSLUP
İşi icabı hep kitaplarla iç içe olan bu kardeşime kitabı, bir hatırat olarak nasıl değerlendirdiğini sorduğumda ise şu cevabı aldım: "Kitabın dili açıkçası beni şaşırtacak kadar akıcıydı. Bununla birlikte anlatılan olayların mümkün olduğunca belgeli sunulması, hayatta olan tanıkların isimleriyle zikredilmesi, tartışmalı konularda sadece hafızaya güvenilmeyip, başka metinlerin de şehadetine başvurulması, yapılan işin ne denli ciddiye alındığını ve ne kadar zorlu bir sürecin sonunda kitabın baskıya hazır hale getirildiğini gösteriyordu." Kardeşime bu içten değerlendirmeleri için teşekkür ediyorum.