Dayı Yusuf'tan Yusuf Yusuf'a...
Günbatımına yakın saatlerdi. Tek katlı müstakil evin önünde duran taksi, yolcusunu indirdikten sonra manevra yaparak geldiği istikamette uzaklaşıp gözden kayboldu.
Gelen, Dayı Yusuf’tu.
Namı diğer Züğürt Yusuf…
Gençliğinde mahalle kabadayılığı ile nam salmıştı. Bu nedenle Dayı Yusuf diye anılıyordu. Evlendikten sonra ise sorumsuz davranışları sebebiyle, adının önüne Züğürt unvanı layık görülmüştü mahallelilerce.
Artık Züğürt Yusuf olarak anılıyordu.
Bugün de belli ki, sabah götürdüğü elde kalan son birkaç parçayı satmış, dönmüştü.
Son 13 sene boyunca çalışıp, üretip para kazanmak yerine, ihtiyaç duydukça babadan kalma arsaları, köydeki tarlaları satarak evi idare ediyordu.
Karısı Zülfiyâr ve çocukları Fatma ile Mehmet’in itirazlarına rağmen evlerinin bahçesi parsellenip satıldığı gün, kızılca kıyamet kopmuştu evde.
Bir süre sonra o para da tükenmiş, neredeyse uçan kuşa borçlu hale gelmişlerdi.
Sıra ev eşyalarındaydı!
Buzdolabı, televizyon, çamaşır makinesi gibi para edecek ne varsa babalar gibi satılıyordu.
Yusuf, taksinin hemen arkasından kapıya yanaşan kamyonet şoförüne, kömür torbalarının indirileceği yeri gösterdikten sonra elindeki birkaç poşet dolusu erzak ile girdi içeri. Kamyonetle gelebilecekken taksi ile gelmişti. İtibarından ödün veremezdi. Benzer durumlarda karısı eleştirdiğinde her seferinde öyle demişti.
"İtibarımızdan ödün veremeyiz"
Eve eli dolu olarak dönmüş olmanın gururuyla poşetleri kapı girişine bıraktı.
Sattığı eşyaların karşılığında makarna, pirinç, bulgur ve kışlık kömür satın almıştı, sabiler aç kalmasın, üşümesin diye.
- “Hanım…” diye seslendi karısına.
İnce örgülü kazağının kolları dirseklerine kadar katlanmış ve elleri sabunlu halde çıktı Zülfiyâr kadın. Makine olmadığı için çamaşırları banyoda leğende yıkıyordu.
- “Sen miydin bey?” diyerek çamaşır yıkamaya devam etmek üzere geri döndü.
Karısının bu tavrına içerlemişti Yusuf,
- “Huysuz, nankör kadın” diye söylendi.
Zülfiyâr, kocasının kendi kendine söylenmesi üzerine hızla geri dönüp karşısına dikildi. Öfkeliydi.
- “Yahu bey, evde ne var ne yok sattın. Tefeciye (IMF) 23,500 ile birlikte bakkala, kasaba, manava, arkadaşlarına, eşe dosta (diğer uluslar arası finansal kuruluşlar) olan borcumuz 130 bini bulmuştu, ödedin mi bari?”
- “Sen sus hanım, elinin hamuruyla erkek işine karışma. Hem sen anlamazsın bu işlerden.”
- “İyi de bey…”
- “Sus… Karşılık verme, çarparım elimin tersiyle.”
Çocuklar, evde esen sert havayı korku dolu gözlerle izlerken anne, ısrarla sorusunu yineliyordu.
- “Eee… Yeter artık, çarpacaksan çarp ama soruma cevap ver, ödedin mi?”
Yusuf, eşinin ilk defa karşılık verip diklenmesi karşısında şaşkına dönmüş ne diyeceğini bilemiyordu. Şaşkınlığı geçtiğinde eşininkiyle aynı ses tonunda yanıtı gecikmedi.
- “Ödedim tabi. Tefeciye olan 23 bin 500’ü ödedim, daha ne olsun. Benim gibi kocayı bulmuş, bunuyorsun. Hem sen kimsin, kimsin ki bana hesap soruyorsun? Önce haddini bil.”
- “Haddimi bileyim öyle mi? Çocuklar evde aç sefil yaşarken senede iki sefer cep telefonunu değiştiriyorsun. Karını, çocuklarını konu komşuya rezil ederken itibarını cep telefonunda, müsrif harcamalarında arıyorsun ve hala “benim gibi kocayı bulmuş bunuyorsun” diyebiliyorsun! “ dedi ve hızla yatak odasındaki komodinin çekmecesinden çıkardığı kâğıdı kocasına uzattı.
- “Al işte, al bak. Sen kahvehanede pişpirik oynarken kapıya gelen alacaklıların tam listesi…” diyerek kâğıdı kocasına uzattı ve devam etti.
- “Tarlayı, tapanı satmadan önceki 130 bin olan borcumuz 600 bine ulaşmış. Bir de utanmadan tefeciye olan borcumuzu ödedim diyorsun.”
Evde derin bir sessizlik hâkim oldu. Yusuf, karısının eline tutuşturduğu kâğıt parçasıyla öylece kalakalmıştı. Sessizliği yine Zülfiyâr bozdu,
- “Yeter, artık tahammül edemiyorum. Çocukları da alıp baba evine dönüyorum. Ne halin varsa gör.” diyerek göz ucuyla çocuklarına baktı. Çocukları bu bakışın ne anlama geldiğini biliyorlardı. Önceden hazırladıkları birer küçük valizle annelerinin yanında belirdiler.
Yusuf, öfkesinden çılgına döndü.
Bir yandan adeta kükrercesine bağırırken diğer yandan eline geçen ne varsa kırıp döküyor, rastgele etrafa savuruyordu. Karısı kendisine karşı böylesine korkusuzca nasıl diklenilebilirdi, bu ne cüretti?
Kesin dışarıdan destek alıyordu. Onu komşular dolduruyordu ve işte Zülfiyâr, çocuklarla birlikte kendisini terk ediyordu.
Buna izin veremezdi.
Hemen yanı başında gözüne ilişen tek ayağı kırık sandalyeyi kaptığı gibi karısının başına vurdu. Zülfiyâr kadın, başından aldığı darbe ile olduğu yere yığıldı. Gürültü üzerine komşuları bahçe kapısının önünde toplanmış çaresiz olanları izliyorlardı. Mehmet, annesinin üzerine kapaklandı. Bir yandan ağlıyor diğer yandan babasının tekmelerine siper olmaya çalışıyordu çocuk bedeniyle. Yusuf, elinde kalan sandalye parçasını son kez savurduğunda Mehmet’in gözüne isabet etmiş, bir gözü o anda akmıştı.
Önce bir siren sesi duyuldu. Ekip arabasından inen polis memurları içeri girdiklerinde, Mehmet’i baygın halde yerde yatan annesinin üzerine kapaklanmış buldular. Fatma ise evin bir köşesine çömelmiş vaziyette ağlıyordu.
Yusuf elleri kelepçeli halde kapı önüne çıkarıldığında mahallelinin saldırısına uğradı. Korkudan gözleri uğramış halde darbenin nereden geleceğini görmeye çalışıyordu. Linç edilmekten, olay yerine sonradan gelen polis minibüsüne bindirilerek son anda kurtarılmıştı.
Yaralılar ambulansa alınırken hareket eden ekip minibüsüne mahallelinin saldırısı devam ediyordu.
Kalabalık dağılırken yaşı bir hayli ilerlemiş Gülsüm nine,
- “Dayı Yusuf’tan, Züğürt Yusuf’a şimdi de Yusuf Yusuf’a döndü. Olan yine Zülfiyâr kadına ve çocuklara oldu. Elleri kırılır inşallah…” dedi.