Başbakan Davutoğlu, IŞİD sorununun çözülebilmesi için Suriye sorununun çözülmesi gerektiğini söyledi.
Abone olBaşbakan Ahmet Davutoğlu, Suriye sorunu çözülmedikçe bölgedeki IŞİD sorunun da çözülemeyeceğini söyledi. Irak'ta ABD'nin bıraktığı silahların IŞİD'in eline geçtiğini ifade eden Davutoğlu, Türkiye'nin doğru zamanda doğru kararlar aldığını söyledi.
Ahmet Davutoğlu 24 TV'de yayınlan özel programda Mustafa Karaalioğlu ve Akif Beki'nin gündeme dair sorularına canlı yayında yanıt verdi. Suriye konusunda Türkiye'nin Esed'e adeta yalvardığını ve gerekli reformları yapmasını istediğini ifade eden Davutoğlu, aksi takdirde bölgedeki radikalleşmenin artacağı uyarısını yıllar önce yaptıklarını söyledi. İşte Davutoğlu'nun açıklamalarından bazı satır başları;
DAVUTOĞLU'NDAN AKADEMİSYENLERE MAAŞ MÜJDESİ- TIKLAYIN
YÜREĞİNDEKİ SIZIYI ANLATTI- TIKLAYIN
Ahmet Davutoğlu 24 TV'de yayınlan özel programda Mustafa Karaalioğlu ve Akif Beki'nin gündeme dair sorularına canlı yayında yanıt verdi. Suriye konusunda Türkiye'nin Esed'e adeta yalvardığını ve gerekli reformları yapmasını istediğini ifade eden Davutoğlu, aksi takdirde bölgedeki radikalleşmenin artacağı uyarısını yıllar önce yaptıklarını söyledi. İşte Davutoğlu'nun açıklamalarından bazı satır başları;
DAVUTOĞLU'NDAN AKADEMİSYENLERE MAAŞ MÜJDESİ- TIKLAYIN
YÜREĞİNDEKİ SIZIYI ANLATTI- TIKLAYIN
"NEREDEYSE YALVARDIK"
Suriye krizi kontrol altına alınmazsa buraların hepsinde çok ciddi depremler olur diye anlatmaya çalıştık. Önce Esad’a 8 ay anlatmaya çalıştık. Dinlemedi, anlamadı. Zannetti ki bölge hala 80’li, 90’lı yıllarda babasının demir yumrukla ezdiği Hama, Humus dönemlerinde yaşıyor. Neredeyse yalvardık; “bu gidişat kötü, ülkenizle ilgili çok ciddi sıkıntılar var. Hepimiz etkileniriz. Şu reformları yapın.” Bu sefer diğer ülkelere anlatmaya çalıştık. Eğer bu rejim durdurulmazsa radikalleşme artacak.
"BASKI MEZHEP ÇATIŞMASINA DÖNDÜ"
Maalesef olan Suriye’de yüzde 12’lik sınırlı bir azınlık geri kalanı hükmetmeye çalışınca ve onlara her türlü baskıyla gelince bir mezhep çatışmasına dönüştü. Irak’ta Maliki için hatırlarsanız ne kadar çok eleştirildik. O zaman Başbakanımız Sayın Cumhurbaşkanımızın uyarıları içeride ne kadar çok eleştirildi. Kılıçdaroğlu kalktı gitti Bağdat’a Maliki’nin elini sıktı, sırf bizi rahatsız etmek için. Ne oldu? Sonunda Maliki’nin o politikaları Irak ordusunun Musul’dan her şeyi bırakarak kaçmasına yol açtı.
"ABD'NİN SİLAHLARI IŞİD'İN ELİNE GEÇTİ"
Her şeyi bırakmanın önemi şu; bıraktığı şeyler IŞİD’in eline geçti. Bütün dost ülkelere, muhalefeti destekleyelim derken ya muhalefete geçen silahlar başka yere geçerse gibi haklı bir kaygı vardı ama şimdi ABD’nin Irak’a bıraktığı silahlar külliyen, topluca en sofistike silahlar IŞİD’in eline geçti. Burada alternatif üretmediğiniz zaman, problemi vaktinde çözmediğiniz zaman bir sonraki döneme alacağınız tedbirin çıtası yükseliyor. Biz sınırımızda herhangi bir terör yapılanmasını, radikalleşmeyi istemeyiz. Ama bunun sebeplerine inmedikçe ve bunun sebepleri ortadan kaldırmadıkça bir grubu tasfiye edersiniz, başka bir grup çıkar.
"TÜRKİYE DOĞRU ZAMANDA DOĞRU KARARLARI ALDI"
Biz Beşşar Esad’la görüştüğümüz dokuz ay zaman ABD yönetimi “bu görüşmeleri kesin, adamı cesaretlendiriyor bu görüşmeler” diye ısrar etti. Ve ben Beşşar Esad’ı ikna etmeye çalıştığımda o zaman bir iki hafta beklemeyi çok görmüştü ABD yönetimi. Sonra “biz artık ümidi kesip burada istikrar ancak ve ancak bu rejimin dönüşmesi ya da değişmesiyle sağlanır” dediğimizde müttefiklerimiz bu sefer daha alttan almaya başladılar. Kimyasal silah konusu da aynı şekilde. “Birlikte hareket edelim” dendiğinde bir müddet sonra tekrar bir yavaşlama oldu. Bunu şunun için zikrediyorum; Türkiye doğru zamanda doğru kararları aldı. Beşşar Esad’la o zaman görüşülmesi gerekiyordu. Çünkü yüzde bir bile ümit olsa o ümidi tüketmeden yol alınamazdı. Sonra zulmettiğinde de sert tutum takınmak gerekiyordu çünkü zulüm karşısında, baskı karşısında esnek tutum takındığınızda karşı taraf bunu zaaf olarak algılıyor. O zaman tutarlı bir politika eksikliği yaşandı uluslar arası toplumda.
ESAD’LA İŞBİRLİĞİ TEKLİFİ
Bazı yerlerde öyle bir kanaat var ki bu başka bir felaketin önünü açmaktır bu. NATO zirvesinde bunun dile getirildiğini duyduk, bunu da muhataplarımızla paylaştık. “IŞİD’i yok etmek için Esad ile işbirliği yapalım.” Bu ne demek biliyor musunuz? Tüm o şuanda muhalefete IŞİD’e kaymamış ılımlı muhalefeti bile IŞİD’e itmek demektir. Yani Esad’la işbirliği yapıldığını bildiği anda ÖSO bünyesindeki ve IŞİD’den de hoşlanmayan, hatta nefret eden kesimleri dahi oraya doğru itmek anlamına gelir. Ortadoğu halkları artık iki kötüden birini tercih etmek gibi bir kaderle karşı karşıya bırakılmamalı. Niye iyi bir alternatif ortaya koyamıyoruz?
"ZOR VE ÇİLELİ OLACAK"
Biz bu bölgede herkesin onurlu bir şekilde yaşadığı, kimsenin kimseye adı, mezhebi üzerinden bir zulüm yapamadığı, özgürlük ve güvenlik dengesinin sağlandığı ve bütün halkların iç içe geçmiş şekilde yaşadığı bir bölge hedefliyoruz. Göreceksiniz öyle ya da böyle, bugün veya yarın bütün bu kısır ve tarihle mütenasip olmayan bütün bu akımlardan arınacak ve kendi geleceğini kendi inşa edecek. Ama bu zor ve çileli olacak. Bunu hepimizin bilmesi lazım.
"3 AYDIR BİZİ AÇIKLAMA YAPMAYA ZORLUYORLAR"
Amerika’nın ne istediği ne kadar belliyse, bizim ne için imza atmadığımız da o kadar açık ve bellidir. Bunun için arife tarif gerekmez. Niye imza atmamamızın gerekçesine de zarar verir. Bizim göz önüne almamız gereken bir başka faktör var; rehinelerimiz var. Derin hayal kırıklığı yaşadığım hususlardan birisi bu konu. Bu Amerikalı rehineler neredeyse iki yıldır oradalar. Ve bunlar gazeteci. Ama onların gazeteci arkadaşlar, onların orada olduğunu ilan etmediler, yazmadılar. Amerikan kamuoyu bunu yazmadı. Hergün Amerika’da kongrede yönetim muhalifleri çıkıp da bunu gündeme getirmediler. Bunun için sert tartışmalar yaşanmadı. Yönetimi bu konuda açıklama yapmaya zorlamadılar. İki vukuat olmasına rağmen hala zorlanıyorlar. Niye biliyor musunuz? Çünkü bu insani durum hassasiyet gerektirir. Herkesin konuşması gereken anlar vardır, herkesin bir insan canı için susması gereken anlar vardır. Üç aydır bütün uyarılarımıza rağmen bugün gelen TÜSİAD heyeti, basın özgürlüğü ve bu konuları açtıklarında kendilerine de söyledim. Basın özgürlüğü veya eleştiri bir haktır. Ama bunun da bir etik sınırları var. Başka bir insanın hayatı söz konusu olduğunda dikkatli olunmazsa bir insanın hayatından daha aziz olan bir başka özgürlük olabilir mi? Üç aydır bize her gün açıklama yapmaya zorluyorlar. Cumhurbaşkanımızı, Dışişleri olduğum dönemlerde, şimdi. Hala geçen gün mecliste eski bir diplomat sorumsuzca bunu gündeme getiriyor. Yani isteniyor ki biz bir açıklama yapalım ve karşılığında rehinelerimiz de zarar görsün. Bundan memnun mu olunacak? Beni bu sorumsuzluk ve muhalefetin bu duyarsızlığı gerçekten üzüyor. Basında da var bu duyarsızlıklar. Nihayetinde herkes bunun sebebini biliyor.
"DEVLET ADAMI OLMAYA GEREK YOK, İNSAN OLMAK YETER"
Daha önce böyle olaylar yaşadık. Afganistan’da uzun bir kaçırılmadan sonra ailesine ve kaçırılan kod adı “mühendis” diye bildiğimiz bir vatandaşımıza susması telkin edildi. O Anadolu insanları devlete güvenip sustular. Bir buçuk yıl sonra her gün takip ediyordum. “Mühendis” geldi, evine de döndü. Şimdi beklediğimiz tek şey bu; sorumluluk içinde davranılması. Tutup da “IŞİD’le şu konu müzakere ediliyor” diye ortalığı asılsız haberlerle velveleye verdiğiniz zaman, hatırlarsınız Süleyman Şah’la ilgili şeyler, bunları bu konuda hassasiyetler göstermek için devlet adamı olmaya gerek yok. Bu olayları çok yakından da takip etmeye gerek yok. İnsan olmak yeter. İnsan olmak ve bir empati yapmak, onlar yerine düşünmek, onların aileleri yerine düşünmek yeter. Ama maalesef devlet adamı olmak iddiasındakiler de dahi bu konuda insani bütün duyarlıktan uzak davranıyorlar. Önemli olan burada hepimiz milli beraberlik içinde hem onlar için dua etmeliyiz, hem de elimizden gelen her türlü gayretle zaten çalışmakta olan devlet birimlerimize destek olmalıyız, köstek değil.
SANKİ HİÇ KANUN ÇIKMAMIŞ GİBİ…
Bizde maalesef şöyle bir kanaat var; kanunu çıkaralım, saldım çayıra mevlam kayıra şeyiyle kanun kütüphanelerde, köşelerde dursun. Bir problem çıktığında başvurulmak üzere dursun. İşveren sendikalarına, işçi sendikalarına da açıkça söyledim bunu; bu kanun sizler için çıktı. Ama benim gördüğüm 10 işçimizin vefat ettiği kazada derinlemesine baktığımda gördüğüm şey ve emin olan bütün görüşleri de alarak olayın oluş şekliyle ilgili bir resim zihnimde canlandırdıktan sonra bu sonuca vardım. Kanun bir yerde duruyor, uygulama ise sanki kanun hiç çıkmamış gibi bambaşka bir alanda seyrediyor. O zaman buna bir el atmamız gerekiyor. Bundan sonra bir kanun çıktığında bu kanunla ilgili ciddi bir eğitim ya da oryantasyon yapılacak."