Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, herhangi bir göçe karşı hazırlık yapıldığını söyledi
Abone olSuriye’deki olayların giderek tırmandığını belirten Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, herhangi bir göçe karşı hazırlık yapıldığını söyledi. Davutoğlu, “Rakamların çok olmasını arzu etmeyiz” dedi.
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, NTV’nin canlı yayınına konuk oldu. Davutoğlu, Suriye'deki olaylar başta olmak üzere merak edilen sorulara cevap verdi. İşte Davutoğlu'nun cevapları:
Seçmenlerle bir arada olmak normal bir diplomasiyi yürütmekten daha mı kolay?
İkisinin de kolay ve zor yanları var. Ama seçmenle bir arada olmak psikolojik olarak çok farklı. Diplomaside söz, dil ile zihin arasında bir ilişki kuruyorsunuz, seçmenle ilişkide kalpten kalbe bir iletişim kurabilirseniz etkili oluyor. Ben üç hafta içinden 31 ilçeye gideceğim dedim, 31’ini tamamladım. 35’e yakında beldeye gittik. Bütün o bölgenin nabzını seçmenlerimizle birlikte duyma imkanımız oldu.
Seçmenle bir arada olmak nasıl bir izlenim bırakıyor?
Bir kere sizin gerçek güç kaynağınızla doğrudan temasa geçmen ve desteklerini hissetmek daha bir insanın özgüvenini arttırıyor. Türk toplumunun Türkiye ile ilgili beklentisi çok yüksek. Bu tabii bizi zorlayan bir şey. Ama bir yandan da vasat bir ülke olmayı kabul etmeyen bir toplum. Aslında biz son 8 yıldır dış politikamızla bunu aşılamak istiyorduk. Halk bu mesajı almış, Türkiye'nin artık uluslararası bir aktör olduğunu anlamış bu sefer daha fazlasını talep ediyor. Dış politika gibi elit bir konu gibi görünen bir hususun halkımız tarafından bu derece yakın takip edilmesi, benimsenmesi ve yapmak istediklerimizin bu derece doğru anlaşılmış olması... Gerçekten çok olumlu tepkiler aldım. İsveç’te bir Türk vatandaşımız ‘Çok teşekkür ederim’ dedi. ‘Eskiden Türk olduğumuzu söylemezdik, artık sorsalar da Türk olduğumuzu söylesek diye düşünüyoruz’ dedi. Konya’yı da temsil edeceksem kendim görmem lazım. Akademisyen olarak hep talebeyiz. Bu sefer pratik içinde öğrenme, görme ve insanları tanımam lazımdı. Bir ay içinde doğrudan alan içinde bir eğitim oluyor.
Yeniden dışişleri bakanı olursak halkla daha sağlam bir iletişim kurma düşünülür mü?
Bunu yapmaya aslında başlamıştık. Daha önce büyükelçiler konferansları, diplomatik toplantılar Ankara’da yapılırdı. Ben ilk toplantıyı Mardin’de yaptım. Bu sene başında Erzurum’da yaptık, bir sonrakini Edirne’de yapacağız. Eskiden Ankara dışında İstanbul’da dışişleri bakanlığı temsilcimiz vardı, şimdi İzmir’e de atadık, bir de Antalya’ya açacağız. Ben uluslararası toplantıları yayma düşüncesindeyim. Geçen sene Sayın Papandreu’yu Sayın Başbakanımızla görüşmek için Erzurum’a getirdik. Böyle ziyaretleri, önemli toplantıları diğer şehirlerimize yayma konusunda daha adımlar atacağız.
Diğer partilerin adayları veya yerel yöneticileri size ilgi gösteriyorlar.
Evet, bu çok sık oluyor. Bir ilçeye gittiğimde belediye başkanı başka bir partiden de olsa ziyaret ettim. Orada bir seçim bürosu varsa gittim, sohbet ettim. Biz bütün Konya’yı temsil ediyoruz, siyasi rekabet var tabii ama... CHP, MHP ilçe başkanları beni karşılamaya geldiler, bunlar demokrasinin güzel taraflarıdır. Şu ana kadar da bir gerilim ortamı hiç olmadı.
Otobüsteki kadar büyük bir fotoğrafınız hiç olmamış
O da alışamadığım bir şey, bakmamaya çalışıyorum.
Şu anda dış politikada en önemli sorun nedir?
En önemli konu Ortadoğu’daki değişim dalgası ve Suriye. Ortadoğu’daki değişim dalgasını mikroskobik ölçüde takip etmek, alanda ne oluyor ne sonuçlar doğurur Türkiye'nin menfaatleri açısından ne sonuçlar doğurur bunlar birinci gündem maddemizi oluşturmaya devam edecek. Balkanlar’da önemli gelişmeler oluyor, muhtemelen seçim sonrası kısa bir Balkan turu yapacağım. Miladiç’in yakalanması tabii Sırbistan’ın attığı çok önemli bir adımdı ama Bosna Hersek’te hâlâ bir hükümet kurulamadı.
Suriye sınırına yığılmalar var, daha geliş olur mu?
Biz olayların başlamasına müteakip zaten olabilecek muhtemel gelişmeleri kurumlarımız arasında bir çalışma yürütüyorduk. Suriye’de barışçıl bir geçiş süreci nasıl sağlanır önce onu sağlamaya, düşünmeye çalıştık. Halk, Türkiye bize sahip çıksın diye düşünüyor. Yönetimlerle çok iyi ilişkilerimiz vardı. Bizim takip ettiğimiz yol ise ulaşma imkanımız ve karşı tarafça ulaşılabilirlik şansı olan bütün durumlarda yönetimlere en doğru tavsiyelere bulunmak bu da reform ihtiyacıdır. Halka da taleplerinin haklı olmasıyla birlikte bunların barışçıl yöntemlerle dile getirilmesi gerektiği tavsiyesi olmuştur. Bu değişim artık zaruri ama barışçıl olması lazım. Suriye’de de bu konuda çok çaba sarf ettik.
Sayın Başbakanımız defalarca görüştü Sayın Esad’la ama maalesef reformlar istenen hızda gerçekleşmedi. Şiddet daha hızlı olmaya başladı ve bunun getirdiği birçok risk ortamı doğdu. Genel affın ilan edilmesi olumlu bir adımdı ama uygulama da bunu başka adımların takip etmesi lazımdı. İnsanlar yolun sonunu görmek istiyor. Maalesef son günlerde olaylar bir tırmanma trendi içine girdi. Dün de girişler oldu sınırımıza, ilerleyen günlerde artarsa hangisinin ne niyetle niçin irtica talebinde ya da sığındığını tespit etmekte durumundayız. Olayın insani boyutu var. Lojistik olarak barındırılması ihtiyaçlarının karşılanması boyutu var, hukuki boyutu var. Daha önce yaşadığımız tecrübeleri göze alarak en kapsamlı hazırlıkları yaptık ama ümit ederiz ki böyle bir şeye gerek olmaz. Yaklaşık bir ay önce 450 civarında bir giriş olmuştu sonra bir kısmı geri döndü, 250 civarında kaldı. Daha sonra daha az sayıda girişler oldu dün itibarıyla gene yüzü aşkın bir kadın, çoluk-çocuk 141 kişi sınıra geçme talebinde bulundular. Ama bunlar kontrol altında, rakamların daha çok olmasını tabii hiç arzu etmeyiz. Libya’da birtakım tecrübeler kazandık . Kurumlarımız bir organik bütün halinde çalışabilme kabiliyeti kazandı.
[PAGE]
‘Yolun sonunu Suriye halkı görmek istiyor, reformları bir zincirleme süreçte görmek istiyorlar’ dediniz. Yolun sonunda Beşar Esad’ı Kaddafi gibi bir pozisyon bekliyor mu?
Esad, Kaddafi ve Mübarek’ten farklıydı, hala farklı. Çok daha genç, batıda eğitim almış. Dünyayı tanıyor ve Suriye’yi dışarı açma iradesini her zaman beyan etmiştir. Ocak ayında daha olaylar başlamadan serbest bir seçim yapılsaydı gene önemli bir çoğunlukla gelebilirdi. Ama maalesef güvenlik kaygıları ve ortaya çıkan kargaşa reform yapma hızını olumsuz yönde etkiledi. Bir açıklama ile bir eylem planı açıklamasıyla siyasi hukuki ve ekonomik bütün bir reform projesini takvimlendirmek. Reformu adım adım yaptığınız zaman insanların zihninde biz bir paradigma değişikliği yaşıyoruz intibası uyanmazsa taktik olarak algılanıyor. Burada gösterilebilecek üç tepki var. Bir, reform ihtiyacı var, değişim ihtiyacı vardır deyip bu değişimi bizzat yöneticilerin yönetmesi. İkincisi değişim ihtiyacı vardır deyip değişimi arkadan takip etmesi. Üçüncüsü, değişimi baştan reddeden bir tavır, bu hiç ümit vaat etmiyor. Suriye gibi ülkeler bu değişimi kendisi yönetsin istiyoruz, şiddet oluşmasın. Bir reform takvimi koyu bunu bunu yapacağım dersen o zaman şiddete başvuranları güvenlik tedbir uygularsınız. Ama bunu böyle yapmadığınız zaman halkın haklı bazı talepleri var. Ama aynı anda terör unsurları da var, ikisini ayırt etmek imkanı kalmıyor. Örgütlü bir muhalefetin olmaması ortada bir muhatabın olmamasını da sağlıyor. Ben bu süreci tarihin doğal akışı olarak görüyorum. Yolun sonu hakkında ümidim var. Farklı olan bu sürecin doğallık içinde yaşanmasını arzu ediyorduk ama bir patlama şekliden oldu. Bu bizim bölgemizde de biraz uzun sürebilir biraz sancılı olabilir ama daha az sancılı olabilmesi için hepimizin çabası lazım. Şu an itibariyle uluslararası müdahalenin şartları oluşmuş değil, biz bunu arzu da etmeyiz. İnşallah reform süreci hızlandırılır ve olaylar kontrol altına alınır. Suriye herhangi bir ülke değil. Ortadoğu’nun üç ana konusuna komşu olan tek ülke. Filistin, Lübnan, Irak. Mısır, Tunus ve Libya gibi daha homojen bir toplumda değil. Suriye konusunda herkesin olumlu katkıda bulunması lazımdır.
Economist’teki editörlerle bir yerde karşılaşsanız o yazıdan sonra ne derdiniz?
Aslıdan bazı muhabirleriyle görüşmelerimiz oldu. Doğrusu ben böyle bir yönlendirmenin uluslararası basın etiği açısından da doğru olmadığını ve bizi şaşırttığını ifade etmeliyim. Economist sadece bir analiz yapmıyor, dönüp Türk halkına şöyle oy kullanmalısınız aksi halde otoriter eğilim artar deme hakkına kimse sahip değil. Burada iki önerme beni rahatsız ediyor. Türkiye'nin geleceği ile ilgili neyin doğru olup olmadığına Türk halkı karar verir, kimsenin yönlendirmesine ihtiyacı yok. Başka ülkeler olsa başarı hikayesi olacak bir durum niye bizde otoriterleşmenin eğilimi olarak görülür. Herkes, Türk halkının demokrasiyi özümsemediği gibi bir kanaati nereden elde ediyor? Eğer Türkiye'de bir hükümet son 8 yıl içinde üç genel seçim, iki yerel seçim, iki referandum yapmışsa ve her bir seçimde oylarını artırarak sürdürmüşse ortak akıl Türkiye'de diyor ki ‘Bu parti başarılıdır, ben bu partinin devamını istiyorum’. Tabii bir analiz yapar, Cumhuriyet Halk Partisi’ni kendince benimser. Ama yalan ya da iftira gibi bir şey olmaması lazım. Bu iki sınır koyulduğu zaman biz eleştiriye bir şey demeyiz.
Altında ne olabilir? Yazıyı yazan kişinin kişisel bakışı mı, Türkiye'den o yazıyla ilgili olarak birtakım veri gidişi mi, bir yönlendirme mi?
Bunların hepsi. Maalesef Türkiye'den artık kendileri için iktidar imkanı kalmadığını düşünenlerden Brüksel ve Washington’da bu tarz temaslar olduğunu ben biliyorum. Bazı çevrelerde son zamanlarda Türkiye'nin aşırı güçlendiğine dair bir rahatsızlık da var. Eğer tabii Türkiye güçlenmişse bu kullanılabilir. Bu bir güçse mazur görülebilir, teşvik edilebilir gibi geliyor ama kullanılmayacak kadar da güçlendiği durumuna geldiğinde acaba bunu ne kadar nasıl bir kontrol içinde tutabiliriz kanaati olabilir. Birçok yerde bazen kıskançlık, bazen başka şekilde görüyoruz. Bizim istediğimiz eğer Cumhuriyet Halk Partisi birileri tarafından teşvike diliyorsa şu yönde edilsin; AK Parti başarılı bir performans sergiledi, bir vizyon ortaya koydu siz de kendi vizyonunuzu ortaya koyun; hatta her türlü yardım yapılsın CHP’ye. Yeter ki Cumhuriyet Halk Partisi, tutarlı ve birbiri ile çelişkili olmayan, Diyarbakır’da da Konya’da da, Erzurum’da da kullanılabilecek argümanlara dayalı bir alternatif vizyona sahip olsun. Mesela bir dış politika paradigması geliştirsin, ben bundan Dışişleri Bakanı olarak mutluluk duyarım. Filistin uzlaşısı olduğunda birçok kalem şunu yazdı; ‘Türkiye devre dışında, bu barışı Mısır sağladı.’ Türkiye, Ortadoğu denkleminin dışında kaldı. Biz diplomatik mahremiyet gereği o konuda yaptığımız katkıları bile anlatmadık. Ama bunu Robert Fisk açıkladı. Ama ‘Türkiye Ortadoğu’da devrede ve barışı sağlıyor’ diye gazetede küçük haberler şekliden geçiyor. Ortadoğu’daki her süreçte biz varız. Ana muhalefet partisi de çıksın ‘Ben bu süreçleri şöyle yöneteceğim’ desin. Eğer bir teşvik olacaksa; Türk halkını korkutarak ‘Bakın AK Parti gelirse otoriterleşme artacak, dolayısıyla hiçbir şey söylemese dahi Cumhuriyet Halk Partisi’ne verin’ şeklinde değil de Cumhuriyet Halk Partisi’ne teorik destek versinler. Avrupa Birliği normlarına daha fazla vurgu yapsın, daha fazla özgürlükçü olsun, yeni anayasa konusunda görüş beyan etsin. Biz de iktidar partisi olarak bu konularda alternatif bir şey çıkmış olmasının kamçılanmasını hissedelim. Ama bu olmayacak. Sosyal devlet anlayışı ile ilgili şeyler söylediler, bunun gibi şeyler olsun ama hep harcama ile ilgili bunun kaynağı yok. Ama mesele tartışmayı burada tutmak. Dış bir destekle Türkiye'nin dış politikasına belirleme dönemleri artık bitti.
Kaddafi’ye karşı bir kara harekatı bekliyor musunuz?
Yarın sabah erken Libya toplantısı için Birleşik Arap Emirlikleri’ne gideceğim. Şu anda bütün çabamız askeri harekatın artmasına gerek duyulmayacak şekilde bir geçiş sürecini garanti altına almak. Maalesef Kaddafi bütün çağrılara rağmen devam edeceğini söylüyor. Trablus yönetiminin bu konuda daha sağlıklı değerlendirmeler yapmasını temin edecek şekilde bizim etkimizi sürdürmemiz lazım.