BIST 9.675
DOLAR 35,22
EURO 36,72
ALTIN 2.964,03
HABER /  POLİTİKA

Davutoğlu'ndan flaş Kobani açıklaması

Başbakan Ahmet Davutoğlu, Köşk'teki zirve sonrası gündeme ilişkin gazetecilerin sorularını cevapladı.

Abone ol

Başbakan Davutoğlu, Kobani'nin düşmesini istemeyiz. Kobani'nin düşmemesi için ne gerekirse yaparız" dedi.

Tezkerenin savaşçı bir üslupla yazılmadığını ifade eden Davutoğlu, Türkiye'nin huzurunu bozacak bir teşebbüs halinde tedbirini aldıklarının altını çizdi.

Başbakan Davutoğlu, A Haber-ATV ortak canlı yayınında gazetecilerin sorularını yanıtladı.

Davutoğlu bir gazetecinin, "Güvenlik zirvesinde ne kararlar alındı?" şeklindeki sorusu üzerine, Suriye ve Irak sınırında Türkiye’deki şartlardan bağımsız olarak gelişen dinamik bir durum olduğunu söyledi.

Irak’taki bu dinamizmin 1991 Körfez Savaşıyla başladığını ve değişik aşamalardan geçerek bugüne kadar geldiğini anlatan Davutoğlu, "Yani 2003 müdahalesi, Amerikan işgali, arkasından ortaya çıkan hükümetin istikrarı sağlamak ve içselleştirici bir politika yerine mezhepçi bir temayülü, ona doğan tepkiler ortaya çıktı ve bunun getirdiği bir güvensizlik ortamı sınırımızda yaklaşık 20 senedir, aslında 20 seneyi aşkın 24 senedir, Irak sınırımızda bir belirsizlik hali var" diye konuştu.

Suriye sınırının daha istikrarlı olduğunu söyleyen Davutoğlu, "Ancak Suriye rejiminin baskılarıyla, 250 bin insanın ölmesi, 4 milyona yakın insanın mülteci, 10 milyona yakın insanın da içeride yerinden edilmesiyle üzerimize gelen göç dalgası ve bu otorite boşluğundan doğan radikal gruplaşmalar, IŞİD gibi bir terör örgütü için uygun zemin oluştu. Şimdi Suriye sınırımızda da büyük bir istikrarsızlık var. Biz bunları Türkiye’nin iç huzurunu etkilemeden, demokratik sürecimizi ki bu arada biz iki seçim, hatta üç seçim, 2011 Haziranında da seçim yaparken Suriye’den göçler geliyordu, demokrasimizi de siyasi istikrarımızı da sürdürerek bu güven boşluğuyla ciddi şekilde mücadele yürütüyoruz" dedi.

"Bugün geldiğimiz noktada böyle bir tezkereye ihtiyaç vardı" ifadesini kullanan Başbakan Davutoğlu, "2007’den beri Irak tezkeresi çıkartıyoruz, Dağlıca baskını, terör saldırısı sonrasında 2012’den beri de Suriye ile ilgili Akçakale’ye dönük saldırılarla başlayan ve oradan beri de bir Suriye tezkeremiz vardı. Biz bu iki tezkereyi birleştirdik. Çünkü bir çok açıdan yeni bir durum sözkonusu ve bu iki tezkereyi birleştirmek suretiyle daha entegre bir strateji, hem Irak, hem Suriye sınırlarını gözeten bir strateji geliştirme ihtiyacını da ortaya koymuş olduk. Başta ‘acaba hukuk tekniği itibarıyla ayrı mı düzenlesek’ diye de düşündük" diye konuştu.

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel'in Bakanlar Kurulu'na katıldığını ve bu durumun cumhuriyet tarihinde 2 kere olduğunu, daha önce İlker Başbuğ'un da bir bilgilendirme yaptığını hatırlatan Davutoğlu, bundan sonraki dönemde ihtiyaç doğdukça Genelkurmay Başkanının bilgilendirme yapacağını söyledi.

VAR OLAN TEZKERELER GÜNCELLENDİ

Davutoğlu, "Şimdi bu tezkere, bu çerçevede bizim olaya bakışımızı netleştiren, netleştirmenin ötesinde herhangi bir tehdit ve risk karşısında hükümetimizin ve silahlı kuvvetlerimizin çabuk, etkin ve ulusal güvenliğimizi koruyan tedbir alma kapasitesini yasal zemine kavuşturan bir durum oluştu. Zaten var olan tezkerelerdi bunlar yani olağanüstü bir durumla hemen bugün yepyeni bir konjonktürle karşı karşıya kalıyor değiliz, var olan tezkereler bugünkü konjonktüre uygun hale getirildi" ifadesini kullandı.

4 SENARYO HAZIRLANDI

"Önümüzde 4 opsiyon var tabiri caizse, 4 senaryo veya 4 tavır alış sözkonusu olabilir" şeklinde konuşan Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Bütün bu gelişmeler yaşanırken ve bir de uluslararası bir koalisyon ilk defa Suriye ve Irak bağlamında oluşmuşken birincisi şunu diyebiliriz ‘Ne biz müdahale edelim veya ne biz bu konuya müdahil olalım ne de uluslararası toplum. Bırakalım doğal seyrinde devam etsin.' Bunu dememiz çok büyük bir risk içerir. Bunu dediğiniz anda bundan sonra IŞİD’in bütün sınır kapılarını kontrol etmesi ya da rejimin hava saldırıları sonrasında Halep başta olmak üzere çok daha büyük göç dalgalarıyla uğraşmamız anlamına gelir. Dolayısıyla var olan statükoyu seyretmek, izlemek 'kendi doğal seyrine bırakalım, bize dokunmayan yılan bin yaşasın' mantığı ki burada bize dokunan da bir yılan var, bu sözkonusu değil."

İkinci olarak, "Biz karışmayalım uluslararası koalisyon ne yapıyorsa yapsın" şeklinde bir senaryonun düşünülebileceğini dile getiren Davutoğlu, şöyle devam etti:

"Böyle dediğimiz anda da uluslararası koalisyon içinde bulunan hiçbir ülke, buna Amerika Birleşik Devletleri de dahil, bu olaydan bizim kadar etkilenmiyor ve hiçbir ülkede bu olayı Suriye’deki gelişmeleri, Irak’taki gelişmeleri bizim kadar etkileyebilecek, özellikle Suriye bağlamında, kapasiteye sahip değil. En çok etkilenen de biziz, en çok etkileyebilecek durumda olan da. Böyle bir şeyi Suriye gibi dost ve komşu ülkenin kaderini, Irak gibi dost ve komşu ülkenin kaderini ve hepsi akraba olan toplulukların kaderini uluslararası koalisyonun bizim olmadığımız karar mekanizmalarına bırakamayız. Üçüncü senaryo ‘uluslararası koalisyon madem var, tezkere çıkardık, uluslararası koalisyon bizden ne talep ederse biz değerlendirelim uygun görürsek yapalım, uygun görmezsek yapmayalım', bu da çok edilgen bir tavırdır. Yani karar bir yerde alınacak, Suriye’nin kaderi bir yerde belirlenecek, Irak’ın kaderi bir yerde belirlenecek ve Türkiye’ye denecek ki mesela ‘Bize şu destek ver’ biz de 'evet' veya 'hayır' diyeceğiz. Biz bunu da kabul etmeyiz.

Dördüncü senaryo, tezkereyi, onun için açık söyleyeyim, kelime kelime, bazı yerlerde bizzat ben kaleme aldım, kelime kelime, virgül virgül titizlikle yazdık. Tehditleri açık tanımladık. Alınacak tedbirlerin, muhtemel bütün çerçevesini net olarak belirledik ve şunu demiş oluyoruz biz bu tezkereyle; bizim Suriye ve Irak ile ilgili komşu ülkeler olarak, bölgemizle ilgili bizim bölgemizle olarak, başkalarının değil bizim bölgemiz olarak, Türkiye’nin sınırlarıyla ilgili, bizim ülkemiz ve ulusal çıkarlarımız olarak, milli bir stratejimiz vardır. Bunun esaslarını da daha eskiden beri devam eden, ben Dışişleri Bakanıyken, Sayın Cumhurbaşkanımız Başbakanken 3 yıllık müktesebat var, Suriye konusunda. Bugün oturan heyet, bilmiyorum kaçıncı toplantısını yaptı, yani son üç dört sene içinde 20-30."

Başbakanlık görevine geldikten sonra da, iki ayrı karar alarak, "çözüm süreci" ve "ulusal güvenlik" mekanizmalarını kurduklarını, bu mekanizmaların her hafta düzenli olarak toplandığını anlatan Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Birinde çözüm süreci, birinde ulusal güvenlik. Birbirleriyle irtibatlı olduğunda da birlikte topluyoruz. Sonuncusunu, Bakanlar Kurulunun arasında yaptık, çıktık tekrar yaptık, Bakanlar Kuruluna girdik. Hiç aksatmadan yaptık. İhtiyaç olduğunda da Cumhurbaşkanımız başkanlığında, biraz önce bir araya geldiğimiz gibi bir araya geliyoruz."

Davutoğlu, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan başkanlığında yapılan son Güvenlik Zirvesi'nde, Suriye ilgili 4. senaryonun mu ele alındığının sorulması üzerine de şöyle konuştu:

"Sayın Cumhurbaşkanımız daha New York'a gitmeden zaten benim başkanlığımda yapılan ulusal güvenlik mekanizmasında, biz Suriye'deki gelişmeler karşısında, IŞİD’in de karşı tutumu, PYD, Suriye rejimi, Özgür Suriye Ordusu, bütün bunları çerçeveleyip içerideki güvenlik tedbirleri, Suriye'de ve Irak'ta alınması gereken tedbirlerle ilgili bir genel çerçeve stratejik plan hazırladık. Cumhurbaşkanımız, New York'a gitmeden bazı şeyleri istişare ettik. O zaman rehine sorumuz da vardı. New York'ta BM Güvenlik Konseyi toplantıları devam ederken, Cumhurbaşkanımız Obama ile Biden ile görüşürken biz de Ankara'da Kobani'den gelen göç dalgası üzerine yine bir toplantı yaptık. Bu sefer Kobani de dahil olmak üzere neler yapabileceğimizi, içeride ve dışarıda ne yapabileceğimizi bir eylem planı üzerine oturttuk. Evvelsi gün Bakanlar kurulu içinde bunu daha da netleştirdik yani. O netleşmeye göre de tezkeremizin çerçevesini belirledik."

KOBANİ'NİN DÜŞMEMESİ İÇİN NE GEREKİYORSA YAPARIZ

Bir gazetecinin ''Kobani düşerse ne olur?'' sorusunu Davutoğlu, ''Kobani'nin düşmesini istemeyiz. Kobani'den gelen kardeşlerimize kucağımızı açtık. Kobani'nin düşmemesi için ne gerekiyorsa da elimizden geleni yaparız'' diyerek yanıtladı.

Daha düne kadar oradan Araplar, Türkmenler gelirken, "Niye bu Özgür Suriye Ordusu'na yardım ediyorsunuz, niye bu gelenlere yardım ediyorsunuz'' diye CHP'nin kendisine gensoru verdiğini anımsatan Davutoğlu, o zamanki BDP'nin de aynı tutumu takındığını söyledi.

Davutoğlu, ''Bunun Türkiye ilişkisi ne? Saldıran IŞİD, düşen Kobani. Bizimle ilgisi şu; biz oradaki Kürt kardeşlerimize sahip çıkarız. Ama bunun çözüm süreci ile doğrudan irtibatını kurmanın hiçbir mantığı yok. Kim böyle bir irtibat kurarsa bu gayet anlamsız bir şey'' değerlendirmesinde bulundu.

Bu irtibatı kim kuruyorsa yanlış olduğunu ifade eden Davutoğlu, şöyle devam etti:

''İster şu, ister bu. Tamamıyla yanlış. Suriye'deki Kürt halkına da yardım etmez bu tutum. Suriye'deki Kürt halkının da, Arap halkının da, Türkmen halkının da dönüp sığınabileceği tek yer Türkiye. Türkiye'yi kaybederek kim, neyi yapabilir bölgede? Başka bir yere mi gidilebilecekti. Kobani halkı nereye gitti? 186 bin kişi oldu, biraz önce rakamı aldık. 186 bin kişi, yaklaşık 10 gün içinde girdi. Nereye gidecekti Türkiye Cumhuriyeti olmasaydı. Türkiye Cumhuriyeti'nde düzen olmasaydı gelirler miydi? Çözüm sürecinin sağladığı Türkiye'de barış ortamı olmasa Kobanili Kürtler Türkiye'ye rahatlıkla gelebilirler miydi? Rahat edebilirler miydi, bir çatışma ortamı Türkiye'de olsaydı. Herkesin aklını başına alması lazım. Çözüm sürecinde biz muhatap görülüyorsak ki, biz muhatabız, esas asli olarak biz belirleyiciyiz. Herkes bilsin ki Türkiye çözüm sürecinin sürdürme iradesini dün tezkereyle birlikte, biz çözüm sürecinin bütün mekanizmasını Bakanlar Kurulu ile benim imzamla esasa bağladık. Yani çıkan yasayı uygulama planına oturttuk.''

VEBALİ BU KARARI ALANLAR ÜZERİNE OLUR

Bir taraftan da ciddi bir yol haritası üzerinde çerçeve müzakereler yürüttüklerini ifade eden Davutoğlu, şunları kaydetti:

''Bu kadar gelinmiş bir yolda, eğer Kobani düştü diye, Türkiye'nin hiçbir dahli, hiçbir vebalinin olmadığı, aksine PYD'nin vebalinin olduğu şekilde Kobani düşerse, bunu dönüp çözüm sürecine mal etmek istenirse bu yapılabilecek en büyük hata olur. Böyle bir hatanın vebali de bu kararı alanlar üzerine olur. Ama bizim yanımızda durulursa, Türkiye, Suriye'deki Kürtlerin de hamisidir, Türkmenlerin, Arapların olduğu gibi Suriyeli Kürtler de bizim kardeşimizdir. Yemen Türküsü'ne mesnet teşkil eden birliklerin gittiği yerler bugün bizim güneydoğu sınırımızda, Suriye'deki Kürt aşiretleridir. Bakın 186 bin kişi geldi, hemen akrabalarını buldu. Çünkü hepsi akraba. Her zaman söyledim Sayın Demirtaş'a da, sizin sadece Kürtler için yüreğiniz yanıyor olabilir, sadece onlar için eyleme geçiyor olabilirsiniz. Ama biz Türkiye Cumhuriyeti devletiyiz. Nasıl Kürtlerin akrabaları varsa, Bayır Bucak Türkmenlerinin de akrabaları var. İdlib'deki Arapların da Reyhanlı'da akrabaları var.''

Davutoğlu, ''Türkiye Cumhuriyeti devleti kendi vatandaşlarına ve vatandaşlarının dışardaki akrabalarına bakarken bir etnik grubu esas almaz. Bizim için hiç fark etmez, Kobani'deki, Haseki'deki Kürtler de bizim kardeşimizdir. Ne yardım gerekiyorsa yapacağız'' değerlendirmesinde bulundu.

Eğer orada bir yanlış şey varsa bunun temel sorumlusunun PYD olduğunu belirten Davutoğlu, ''Onlar maalesef rejim ile işbirliğine girdiler. 'Rejim bize dokunmadıkça Araplar ve Türkmenleri ne kadar katlederse katletsin sesimiz çıkmaz' dediler. HDP'den veya BDP'den bu Suriye zulmü sürerken bir tek ses duydunuz mu? 'Türkmenlere niye zulmediyorsunuz?' diye bir ses çıktı mı? 'Araplara niye zulmediyorsunuz?' diye bir ses çıktı mı? Bizim için hepsi insan ve hepsine elimizi uzatacağız'' diye konuştu.

IŞİD İSRAİL'DEN HİÇ BAHSETMİYOR

Bir gazetecinin ''IŞİD de hiç İsrail'den, Gazze'den bahsetmiyor. Çok enteresan bir tablo'' değerlendirmesi üzerine Davutoğlu, ''Tabi, çok ilginçtir son dönemde İsrail ve Gazze'den en çok bahseden de Türkiye. Başka ülkeler şimdi zikretmeyeyim. Hani neredeyse Irak, Suriye, Lübnan hattında bütün bu mezhep çatışmasında taraf olan ülkeler, diğer konularda aynı hassasiyeti göstermiyorlar. Gerçekten çok ibret dolu bir dönem yaşıyoruz'' yorumunu yaptı.

Uçuşa yasak bölgenin de talepleri olduğunu dile getiren Davutoğlu, "Çünkü bütün bunların sebebi uçuşa yasak bölge olmamasıdır. Niye? Çünkü hatırlayacaksınız savaşın ilk yıllarında Türkiye'nin bütün sınırı ılımlı muhalefet tarafından, Suriye Ulusal Koalisyonu tarafından kontrol edildi. IŞİD falan yoktu. PYD bir yerlerde sıkışmıştı, birkaç kantona. Ne oldu? Hava kuvvetleriyle Suriye, öyle ağır bir bombardıman yaptı ki rejim, scott füzeleriyle yaptı, bu olumlu muhalefet ciddi darbe aldı" diye konuştu.

TAKTİK BİR KOALİSYON KURDULAR

Başbakan Davutoğlu, şöyle devam etti:

"Suriye rejimi ile IŞİD arasındaki işbirliğinin sebebi şu; Suriye rejiminin hava kuvvetleri var ama alanda cesaretle savaşacak askeri yok. Halep'te, Humus'ta, İdlib'de, özellikle Sunnilerin yoğunlukta olduğu yerlerde. Çünkü Suriye Hava Kuvvetlerinin tümü tek bir mezhepten. Tek tük Sunni pilot çıksa, alıyor uçağı Ürdün'e kaçtı bir kısmı, bir kısmı silahlarıyla teslim oldu falan. Maalesef Suriye rejimi mezhep çatışmasını kendi başlattı. Ben bunun olmaması için Beşşar Esed'e, saatlerce, aylarca yalvarmamızın sebebi buydu. 'Siz ordunuzun karakterini biliyorsunuz, karşı karşıya getirmeyin ordu ile halkı'. Bunu çok anlatmaya çalıştım ama yaptı bunu. Bu sefer Suriye Ulusal Koalisyon güçleri çekilince rejim askerleri de oralara girecek gücü ve cesareti olmayınca Rakka'da, IŞİD geldi oraları kapattı. Ve IŞİD ile rejim, uzun süre, 2-3 ay öncesine kadar hiç çatışmadılar. Taktik bir koalisyon kurdular. Rejim vurdu havadan, IŞİD karadan girdi, PYD de bunu seyretti. Çünkü PYD, 'Kendi bölgem, nasıl olsa ben rejimle işbirliği yaptım' dedi. 'IŞİD'e de dokunmayayım' dedi. 'Özgür Suriye Ordusu gerilerse ben onun geldiği yerleri kapatırım ve Cerablus gibi Münbiç alanı gibi kontrol edersem Haseki kantonuyla Kobani kantonu ve Afrin kantonu birleşir' diye düşündü. 'Bırakalım bu Özgür Suriye Ordusu darbeyi yesin' dedi. Bu tavır, buna sebebiyet verdi. Biz PYD'ye anlattık, bu hal geçici..."

"Amerika'ya anlattınız mı?" sorusu üzerine de Davutoğlu, "Amerika'ya ne kadar anlattık, ne kadar. Keşke o kriptolar yayınlansa. Bazen Wikileaks denilen şey, çıktığı gün biliyorsunuz ben Amerika'daydım, Dışişleri Bakanı olarak Hillary Clinton ile ilk basın açıklamasını biz yaptık. Benimle ilgili de Amerikan kayıtlarında 'En tehlikeli adam' diye yorumu çıkmıştı biliyorsunuz Wikileaks'te. Çok zor bir basın toplantısıydı Sayın Clinton açısından. Aramızda belli bir işbirliği var, dostluk var. Ama bir taraftan da kayıtta benimle ilgili yazılanlar. Çıkarken biraz tedirgindi, 'Hiç merak etme' dedim. Bir soru üzerine de şeyi söyledim sonra, 'Keşke bütün kayıtlar ortaya çıksa da Türkiye'nin ne kadar ilkeli, ne kadar doğrudan konuştuğu bilinse'. İkili dil hiç kullanmadık biz" ifadesini kullandı.

BU SÖZ TAMAMEN EFSANEDİR

Davutoğlu, "Suriye'de olaylar başlandığında Esed'in iki hafta içinde gideceğini söylediği" iddiasının hatırlatılması üzerine ise "Hiç demedim. Bu söz tamamıyla efsanedir" dedi.

Bu sözü 2012 yılının Ekim ayında söylediğini, o dönemde, Esed'in atadığı başbakanın Suriye'den kaçtığını, muhalefetin cumhurbaşkanlığı sarayına kadar yaklaştığını, Halep ve Musul'un da düşme noktasına geldiğini anımsatan Davutoğlu, bu konjonktürde eğer uluslararası destek olsaydı durumun değişeceğini söyledi.