Dalkavuklar yokken gerçekleri haykırmak...
Şimdi gerçekleri bütün çıplaklığı ile haykırma zamanı. Şimdi doğruları doğru insanlara ulaştırma, ikaz etme vakti.
Devir, Avcı lakabıyla meşhur Sultan Dördüncü Mehmed devri...
Osmanlı Devleti’nin hırpalanmaya başladığı yıllar...
Her gün payitahta serhatlerden acı haberler geliyor, küffar neredeyse galebe çalmak üzere!
Acaba Padişah, olup bitenlerden, kalelerin küffar eline geçişinden habersiz miydi?
Elbette değildi, lakin huluskâr insanlar duvarını aşamıyor, bu insanların, “İsabet buyurdunuz Hünkârım” şeklinde özetlenebilecek övgüleri arasında gerçekleri göremiyordu.
Abdullah Efendi, Sultan Dördüncü Mehmed devri hocalarından bir gönül eri ve bir alimdi. Yalnız İstanbul’da değil, neredeyse bütün İslâm âleminde adı, sanı bilinir, sözü, sohbeti dinlenir, kendisine güvenilirdi.
Bir cuma sabahı kapısına gelen Padişah’ın habercisi "Efendi Hazretleri, Padişahımız, zat-ı âlinizi Davutpaşa Camii Şerifi’ne dâvet buyurmaktalar, ‘Gelsün, va'z-u nasihat itsün, irşad olalım’ demekte” deyince sabrı çoktan taşmış da duygu ve düşüncelerini Padişah’a ulaştırmak için çoktan beri müsait bir fırsat kollayan Abdullah Efendi teklifi canına minnet saydı.
Cuma sünnetinden sonra çıktığı hutbede ağlayarak şunları söyledi:
“Ey ümmet-i Muhammed! Devlet sahipsiz mi kaldı. Şehir ve kalelerimiz bir bir küffar eline geçiyor. Müslümanın canı, malı, mahremiyeti pay-mal oldu. Camilerimiz kiliseye döndürüldü. İmdi günahlarımıza tövbe edelim. Secdeye kapanıp, göz yaşlarımızdan yerde çimen bitinceye kadar da ağlayalım. Belki o zaman bağışlanırız.”
“Nedur bu hay-huy, nedur bu nefs-i emmareye uymalar? Niçün gaflet uykusundan uyanmıyoruz?” deyiverdi.
Padişah, yüreğini inciten hutbeyi başı önünde sessizce dinledi. Namaz biter bitmez de adamlarına gerekli şekilde derhal hazırlanmaları emrini verdi.
Şimdi bu menkıbeyi niçin anlattığımı merak ediyorsunuzdur. Sizi daha fazla merakta bırakmamak için sadede geleceğim...
Şahsi çıkarları ve ikballeri için gerçekleri olduğundan farklı gösteren veya gerçekleri saklayan insanlar aynı zamanda gerçekleri söyleyecek insanların da yöneticilere ulaşmasını engelliyorlar.
Ancak bu insanların yaptıkları artık çuvala sığmaz hale geldi ve 31 Mart seçimlerinde acı bir tablo ile karşı karşıya kaldık.
Huluskâr insanların yıllardır yaptıklarının faturası maalesef çok acı oldu.
Ancak bu faturanın bir de şöyle hayırlara vesile olacak bir sonucu oldu: “Batan gemiyi önce fareler terkeder” darb-ı meseli yöneticilerin etrafını adeta işgal etmiş olan dalkavuk takımı çil yavrusu gibi dağılmaya başladı-başlayacak.
Gençlik, altın değerindeki günlerin insana sunulmuş külfetsiz nimet dönemi. Sınırlı ve kısıtlı bir nimet! Dinçlik ve dinamizmle kazanılabilecek öz sermaye.
Evet, son on yıldır gençlik siyaset mecralarında kimi zaman payanda görevi kimi zaman statü telaşı ile köşe kapma yarışı içerisinde kendi geleceğini ve ülkesinin geleceğini tehlikeye attı.
Son on yıldır rol model olarak sahada yer alanlar toplumun kahir ekseriyetini kâh sevindirerek kâh korkutarak dize getirmeye çalıştı. Her fırsatta her mecrada sesinin dozunu yükselterek toplumu şekillendirmeye çalıştı.
En alt teşkilat tabakasındaki dahi siyasetin kudretinden referansla ailesini, mahallesini, köyünü şekillendirme telaşında oldu.
31 Mart seçimleri İstanbul merkezli irdelendiğinde siyaset mecrasındaki gürültü çıkaran gençleri ve dalkavukları şimdilik sükunete gark etti.
Duygularımla hareket ettiğimde İstanbul sonuçları beni üzüntüye sevk etti. Cumhurbaşkanının canla başla il il, bucak bucak çalışmasının yanında dava şuurundan yoksun bu tayfanın yan gelip yatması yüzünden İstanbul’un kaybedilmiş olması üzücü.
Lakin akıl ve mantık ile meseleyi düşündüğümde şu fotoğrafı gördüm: Abdullah Efendi misali gerçeği korkusuzca haykıranlara gün doğdu.
İşte tamda burada toplumu siyasetin kudreti ile şekillendirmeye çalışanların susmuş olduğu anda devreye Abdullah Efendiler girmeli.
Zaman Abdullah Efendilerin toplumu doğru yönlendirmeleri noktasında müthiş bir fırsat sunmuş oldu. Efendiler va'z-u nasihat ile seslerini yükselterek önümüze ışık tutmalı.
Engel olabilecek dalkavuklar yok ortada. Şimdi onlar can derdinde.
Şimdi gerçekleri bütün çıplaklığı ile haykırma zamanı. Şimdi doğruları doğru insanlara ulaştırma, ikaz etme vakti.
Ehli hamiyetin omuzlarında çok büyük bir yük var ve bu sefer mazeretleri de yok.
Eğer gerçekler, ikazlar, nasihatler şimdi yapılmayacaksa ne zaman yapılacak acaba?
Eğer günümüzün Abdullah Efendileri bu fırsatı da değerlendiremezlerse ahirette hesapları çok çetin olacak, böyle biline...