BIST 9.725
DOLAR 35,19
EURO 36,71
ALTIN 2.968,20
HABER /  GÜNCEL

Cüneyd Zapsu Erdoğan'ı hatalı buldu

"Başbakan’ı geçen yıl uyarmıştım, rektörlere güvenmekle hata etti" diyen Zapsu'nun açıklamaları oldukça ilginç.

Abone ol

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın A Takımı içinde yer alan Cüneyd Zapsu, “YÖK Kanunu geçen yıl çıkmalıydı.” dedi. O dönemin perde arkasına ışık tutan Zapsu, Başbakan’ı rektörlerin oyalama taktiği yaptığı konusunda uyardığını aktardı. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın sırdaşı olarak bilinen, ancak sessizliği ile dikkat çeken işadamı Cüneyd Zapsu, evinin kapılarını ilk kez Zaman’a açtı. Zapsu, ailesinden Erdoğan ile tanışmasına, YÖK Kanunu tartışmalarından AK Parti’nin muhafazakâr demokrat tanımı hakkında ne düşündüğüne kadar pek çok konuda Nuriye Akman’a çarpıcı açıklamalarda bulundu. YÖK Kanunu’nun bir sene önce çıkması gerektiğini belirten Zapsu, hükümetin ‘rektörlerle birlikte yapalım’ düşüncesine o dönemde karşı çıkmış. “Ben baştan Tayyip Bey’e söyledim. Rektörler sadece işi yapmamak için uzatıyorlar. Anlaşma yapacakları falan yok.” diyen Zapsu, gelinen noktanın kendisini haklı çıkardığını kaydetti. Başbakan’ın sırdaşı, “İmam-Hatip Yasası çıkarıldı.” şeklindeki iddiaların da inandırıcı olmadığını ifade ederek, “Biz sadece imam-hatip ve meslek liselilere yapılan haksızlığa son verdik. Esas eğitim reformu sırada.” dedi. AK Parti için kullanılan ‘muhafazakâr demokrat’ kavramına katılmadığını kaydeden Zapsu, “Mevcudu değiştirdiğimiz için devrimciyiz.” diye konuştu. AK Parti’nin yaptığı hataları sorarak başlasam? YÖK Kanunu’nun bir sene evvel yapılması lazımdı. YÖK’le, Üniversitelerarası Kurul’la birlikte yapabiliriz, kimse de karşı çıkmaz diye düşündüler. Ben o konuda inanmayın demiştim. Yani çok nezaket ve iyi niyetli bakıldı. Bizimkilerde ben onu görüyorum çok. Ben iş hayatından geldiğim için biraz daha belki bazı konularda negatif bakıyorum. Baştan daha sert bakıyorum. Tayyip Bey olsun, Abdullah Bey olsun, hakikaten daha iyi niyetli, daha nazik düşünüyorlar bazen... Aynı şekilde işte Kıbrıs konusunda, Sayın Rauf Denktaş konusunda da öyleydi. Ne değişirdi bir sene evvel? Ben baştan söyledim. Hüseyin Bey’e (Milli Eğitim Bakanı) de Tayyip Bey’e de söyledim. Bunlar anlaşma yapmayacaklar. Sadece işi yapmamak için uzatıyorlar. Bir yıl önce çıksaydı yasa değişecek miydi durum? Bundan daha kötüsü olamazdı. Şu anda çok hoş bir durum değil. Cumhurbaşkanı ne yapacak, belli. Ne oldu peki? Çok güzel giden ekonomiye bir anda çok kötü demeye başladılar. Halbuki yok öyle bir şey. Öyle kafalar var ki düzeltemiyorsunuz. İnanmıyorlar, ne yaparsanız yapın. Mutlaka arkasında başka bir şey arıyorlar. Bir sene evvel de bunları söylemeyecekler miydi? Ama bir sene kazanmış olacaktık. Şu anda akla kara birazcık belli oldu. Ama basın anlayışlı bakıyordu, fazla kurcalanmıyordu. Şimdi o rüzgârlar da gitti. Gene gelir onlar. Yani başarısız bir girişim olarak hatırlanacak, diyebilir miyiz? Zannetmiyorum. Çünkü bu daha başlangıç. Daha kaç senemiz var önümüzde. Ama gerginlik olacağını da zannetmiyorum bundan fazla. Bakın bu konuda ‘Gizli ajandalarını gerçekleştirmeye başladılar’ diye feryat edenlere karşı benim düşüncem şu: Parti programına, seçim beyannamesine ve Acil Eylem Planı’na bakın. YÖK ve meslek lisesi haksızlığının ortadan kaldırılacağı hep söylendi. Yani gizli bir ajanda meselesi saçma! Başka? 1973’ten 1999’a kadar, Ecevit’ten Demirel’e kadar tüm iktidarlarda meslek liselilerin kat sayısı 0,80 ile çarpılırdı. Sonra bir anda 0,30’a indirildi. Bu son değişiklikte çoğu yine 0,45’e çıkıyordu. Yani Ecevit zamanında laik eğitime zarar verilmiyordu da, 0,45’te veriliyor öyle mi? Üstelik bugün en fazla şikâyet eden Sayın Deniz Baykal da 1973’ten 1999’a kadar kaç sefer bakanlık yaptı. Başka? YÖK Kanunu 12 madde. 11’i tamam. Ama unutalım... Bir tanesi meslek lisesi ile ilgili... Bitmedi, 1 milyon 129 bin meslek liseliden 90 bini İHL’li... Peki geri kalanlar? Onlar da unutuluyor ve bu kanuna ‘İmam Hatip Kanunu’ deniyor. Pek inandırıcı olmuyorlar. Üstelik esas geniş bir eğitim reformu yolda. Bu sadece bir nevi acil tamir bakımdı. Açıkça yapılan bir haksızlığı durdurma kanunu. Bence yanlış yapılmamıştır. Deniz Bey, ‘Türkiye’ye 2,5 milyara patladı.’ demekte. Bazıları da doların çıkışının sebebini bu kanunda bulmakta. El insaf. Biraz dünyaya bakın. Petrol 20’den 40 küsur dolarlara çıkmış. Amerika kendi faizlerini yükseltiyor. Ne hacet? Biz daha iyisini biliyoruz, asıl suçlu YÖK Kanunu. Yanlış varsa daha önce gelmemiş olmasıdır. Tayyip Bey’e hatasını rahatlıkla söyleyebiliyor musunuz? Söyleyemediğim an orada bir dakika bile durmam. Peki hiç mi eksiği yok? Olur mu öyle şey canım, hepimizin var. Bazen bazı kimseleri muhatap almaması, kendi işine bakması gerekiyor diye düşünüyorum. Ama dayanamıyor. Ama bazı şeyleri de çok çabuk öğreniyor. Hele o Avrupa seyahatlerine ilk başladığımızda, sabah gittiğimizde, diyelim ki 10 üzerinden 5 aldı. Öğlen gittiğimiz 7, akşam gittiğimiz 8’di. Tezkerenin geçmesini istediniz, ama geçmedi. Şimdi iyi ki geçmemiş diyor musunuz? Hayır. ‘İyi ki geçmemiş’ demiyorum. Irak’ın durumunu görünce nasıl demiyorsunuz? -Ne biliyorsunuz acaba, nasıl olacağını, biz orada olsaydık? O yüzden hayırlısı neyse o oldu diyorum. Vesvese denilen şey lûgatımda yok. AK Parti’nin muhafazakâr demokrat tanımlamasını onaylıyor musunuz? Tam tersini düşünüyorum. O deyimle hemfikir değilim. Muhafazakârız, doğrudur. Ama muhafazakârlığımız sadece kültürel değerler açısından. Bence tam tersi, biz devrimciyiz. Çünkü muhafazakâr, eski şeyi muhafaza etmek diye de anlaşılabiliyor. Halbuki bizim yaptığımız şu anda bir devrim. Tayyip Bey’e ‘muhafazakâr demokrat deyimini kullanmayalım’ demediniz mi? Halen tartışırız. Tabii onun da hakkı var. Muhafazakârlığı biraz evvel söylediğim mânâda anlıyor. Ben diyorum ki, muhafazakâr, mevcudu himaye etme gibi anlaşılabiliyor. Biz mevcudu değiştirmek istiyoruz. Nitekim onu yapıyoruz. Zaten 21. yüzyılda, eski muhafazakâr, sosyal demokrat, liberal kavramları göremiyorum. AK Parti bugün ekonomide liberal, değerlerde muhafazakâr. ‘Sosyal demokratım’ diyen partiden ise çok daha fazla sosyaliz. Ama birçok başka konuda Türkiye’ye göre devrimci. Gölge adam olmayı seçtiniz. Sonuçta siz bir işadamısınız. Güçlü bir holdingsiniz. Bağlantılarınız var. Perde arkasında kalmak sizi daha güçlü kılar. Gizlenerek daha rahat yapılabilir bazı şeyler. Ortada bir lider vardır, siz geri planda kalıp işinizi yürütürsünüz. Üç tane noktam oldu benim AK Parti konusunda. Birincisi, kurucu olmayı bile düşünmezken, herkes gelip sonra çekildiğinde başka çarem yoktu. Orada ben ismimi verdim. İkincisi, milletvekilliği gündeme gelince istemediğimi söyledim. Bunu pek anlatamadım da. Birçok arkadaşım da Allah bilir, söylemese bile düşünmüştür, ‘bu kendini ne zannediyor’ gibilerinden. Nuriye Hanım belki çok optimist, çok idealist birisiyim ama siyasi partileri bir fikrin dağıtım şirketi gibi görüyorum. Arkadaşlarıma bakıyorum şu anda o kadar fazla yüklü ki hepsi. Düşünüp, siyaset yapma, planlama yapmaya vakitleri yok. Birilerinin mutfakta çalışması lazım. Bugünkü yapıda herkes ya bakandır, ya milletvekilidir. Bir şekilde zaten, olmak için can atıyorlar. O yüzden vakıfların kurulması gerekir diye düşünüyorum yurtdışındaki gibi. Think tank anlamında mı? Evet. Bu yüzden TESEV’in de Danışma Kurulu üyesiyim. TESEV’i inşaallah öyle bir imkân olarak görüyorum ve hakikaten de siyaset üretmeye başladı. Türkiye’de NGO’lar (sivil toplum örgütleri) yok. Siyasi parti aynı zamanda bir kahve vazifesi görüyor. Halbuki bunlar geliştiği zaman siyasi parti ana vazifesine döner ve belirli bir siyasi mesajı verir. Komünikasyon daha da arttığında, belki hiç gerek kalmayacak siyasi partiye. Geldik üçüncü noktaya. Önümüzde inşaallah AB kararı var. Olsa da olmasa da bizim halkımıza şu mesajı vermemiz lazım: “Bu reformları biz yaptık. Hep beraber bunları uygulamamız lazım. Bunun için bize en az bir beş sene lazım. Oturtana kadar bunu.” AB görüşmeleri de bence o yüzden lazım zaten. Bu reformları uygulayacak vakti bize kazandıracaklar. Yine de siyasetin geri planında kalmanız, işadamı şapkanızı parlatmadı mı? Doğru, haklısınız. Seçimler oldu, Tayyip Bey’e dedim ki: “Buraya kadar. Bundan sonra nasılsa, başkakan da olacaksın. Benim işim bu kadar.” Fakat, işte o gece Ankara’ya gittik. Sonra bir baktık ki, mutlaka bizim Avrupa’ya çıkmamız gerekiyor. Hem AB hem de Türkiye açısından. Orada da faydalı olabileceğimi gördüm ve kaldım. Bir hafta-on gün kadar sonra bütün şirketlerin yönetiminden ve ortaklıktan ayrıldım. Abime devrettim. Satabilecek imkânım yok hemen. Ama diyeceksiniz ki ailenizin var. Ne yapayım? Ama işlerim daha mı iyi gitti, ne alakası var? Tam tersi ben iş yapamıyorum şu anda. Misalen, fındık benim 26 senedir meslek edindiğim bir iş. Bütün dünyada, Afrika’sından Kuzey Kutbu’na kadar görmediğim çikolata fabrikası yoktur. 12 sene İhracatçılar Birliği başkanlığını yaptım. Fındık tanıtım grubunun kurucusu oldum. Şimdi sektörde gelinebilecek en üst pozisyona Allah getirdi. INC (International Nut Counsil: Fındık, fıstık ve badem gibi tüm kuruyemişleri kapsayan 46 ülkenin temsil edildiği kuruluş) denilen kuruluşun başındayım. Hatta enteresan bir hikâye vardır burada. Tayyip Bey de bilmez bu kısmını. Hadi anlatın. Ben çok fazla vakit aldığından dolayı, sosyal görevlerimden de istifa ettim. Bir sürü kuruluşu bıraktım. INC’de yönetimindeydim. 23 kişilik bir yönetim kurulu var. Türk fındığını temsilen oradayım. İki sene evvel, Cape Town’da genel kurul var. On küsur senedir Amerikalılar başında bu işin. Üçe bölünmüş INC. Amerikan grubu çok güçlü. Çünkü Amerikalılar hem üretici hem tüketici. Avrupalılar var, tüketici olarak çok güçlüler. Bir de üçüncü dünya var, ‘diğer’ deniyor. Avrupalılarla diğerleri ile anlaşmış, başka birini başkan yapacaklar. “Amerikalılardan artık bıktık.” diyorlar. Tam siyaset gibi. Gece saat on ikide kapım çalındı. Amerika’nın en büyük şirketlerinin yöneticileri. “Bunlar şu Avrupalıyı seçecek. Biz yanlış görüyoruz, sen ne diyorsun?” “Evet.” dedim, “O adam doğru olmaz.” “O zaman yarın biz seni aday gösterelim. Seni aday gösterirsek, diğer dediğimiz, İran, Hindistan, Çin, filan, diğerine oy vermezler. Sana oy verirler. Yeterli oy olmaz. Seçim bir sene sonraya ertelenir. Ne diyorsun?” “Peki.” dedim. Seçilmeyeceğim diye giriyorum. Ertesi gün, daha öbürü adaylığını koyamadan, Amerikalılar beni aday gösterdi. İnanır mısınız, oybirliğiyle seçildim. Neye bağlıyorsunuz bunu? Altı senedir yönetimdeydim. Herkesle iyi geçindim. Kıpkırmızı bir halde, inanamıyorum. Bütün vazifelerimi bırakmışım. Tayyip Bey’le çalışıyorum. Bir tek burada yönetimdeyim. O da mühim değil, senede üç defa yönetim kurulu toplantısına gidip geliyorum. Başkanlık, full time bir iş aslında. Dünyanın her yerinde her hafta toplantı var. Felaket bir durumda ne yapacağımı şaşırdım, dışarı çıkıp Tayyip Bey’i aradım. Dedim ki, “Hatırlıyor musunuz, ben böyle böyle bir yönetimdeydim. Başkan seçilme imkânım var, ne dersiniz?” “Bu uluslararası bir kuruluştu değil mi?” dedi. “Evet.” dedim. “Seçilebilirsen dene o zaman.” dedi. “Tamam.” dedim. Tabii çok rahatlamıştım. Çünkü çoktan seçilmiştim. Türkiye’de kadına pozitif ayrımcılık şart Kadına olumlu ayrımcılık konusunda partinizle hemfikir misiniz peki? Hemfikir değilim. Türkiye’de halen müspet ayrımcılık şart. Daha en başta ben kadınlar kolu gibi bir şeye karşı çıkmıştım, “Erkekler kolu da kuralım.” demiştim. Çünkü bana kadını çok alçaltıcı gibi görünmüştü o zaman. Ancak bugün görüyorum ki daha bir müddet memleketimizde pozitif ayrımcılık şart. Sebep kadın milletvekili oranımızın yüzde 4 olması değil. Türkmenistan, Pakistan, Malezya’da Türkiye’nin 7-8 misli. Yani işin Müslümanlıkla alakası yok. Çok daha vahim bir şey söyleyeyim, önümüzdeki günlerde açıklanacak olan ve TESEV’in yurdumuzdaki kadınlar üzerine yaptığı araştırmada, “Yeniden doğsanız erkek olarak doğmak ister misiniz?” sualine yüzde 40 küsur “Evet” diye cevap vermiş! Bu ne kadar sıhhatsiz, hasta bir topluma dönüştüğümüzü göstermez mi? Misalen cinsel tacize uğrayan kadınlarımızın yüzde 80’inden fazlası bunu açıklayamıyor! Böyle bir ülkede gözümüzü kapayamayız. Mutlaka belirli bir müddet dahi olsa müspet ayrımcılık yapmamız lazım.