BIST 9.916
DOLAR 35,04
EURO 36,43
ALTIN 2.940,80
HABER /  GÜNCEL

Çıkan ses kayıtları AK Parti'nin oy oranını etkilemedi!

Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi eski Dekanı, Gazetecilik Bölümü Başkanı Prof. Dr. Nurettin Güz İnternethaber'’e konuştu.

Abone ol

NESRİN YILMAZ
İNTERNETHABER-ANKARA

Malum, seçimlere 2 gün kaldı. Belki de genel seçim havasındaki tek yerel seçim olarak tarihe geçecek kadar değişik bir seçim süreci yaşıyoruz. Tüm Türkiye pazar akşamına kilitlendi, herkesin aklında seçim sonuçları var.

Söylendiği gibi, Türkiye en "değişik" seçim süreçlerinden birinden geçiyor. Kim kazanacak, kim kaybedecek, meydanlar sandığa ne kadar yansıyacak, ses kayıtları seçim sonuçları üzerinde ne kadar etkili olacak, bu seçimle Türkiye'de iktidar değişecek mi, iktidar seçimi kazansa bile aslında "kaybeden" olabilir mi?

Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi eski Dekanı, Gazetecilik Bölümü Başkanı Prof. Dr. Nurettin Güz 2014 yerel seçiminin olası sonuçlarını İnternethaber'den Nesrin Yılmaz'a değerlendirdi.


Seçime sayılı günler kaldı, bir iletişimci olarak kamuoyunun seçime bu derece kilitlendiği bir başka seçim daha yaşadık mı?

EN GERGİN SEÇİM

Yapılacak olan 30 Mart seçimleri son dönemde gördüğümüz en gergin seçim olarak görünüyor. Son 12 yıllık döneme baktığımızda genellikle seçim dönemlerinin daha sakin geçtiğini görüyoruz. Bu sakinlikte sanırım iktidar ve muhalefet partilerinin konumları ile ilgili beklentilerinin büyük oranda önceden belli olmasıdır. Partiler açısından sıralama önceden öngörülebiliyorsa siyasetin çok gergin olmadığına şahit oluyoruz. Seçimin kamuoyu gündeminin en önemli, belki de tek gündem maddesi olmasının sebebi budur.

Siz, insanların bu derece siyasetin içine bir şekilde dahil olmasını neye bağlıyorsunuz?

SİYASİLER GERGİNLİĞİ İSTEYEREK ARTIRIYOR

Gerginliğin birçok sebebi vardır. Bunda tabii ki siyasi aktörlerin tutumu temel bir rol oynar. İktidar ve muhalefet partileri bu dönemde gerginliği bilerek ve isteyerek artırıyorlar. Başbakan Erdoğan’ın bu konuda daha büyük bir role sahip olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Gerginlik politikasını 17 Aralık süreciyle ilişkilendirebilirsiniz ama bana göre temel sebep bu değildir. Başbakan Erdoğan, 17 Aralık sürecini de bir argüman olarak kullanmak suretiyle aslında kendi tabanını daha organize etmeye çalıştı ve açık söylemek gerekirse bunda da başarılı oldu. Başbakanın mitinglerine bakarsanız bunu görürsünüz.

İyi ama sıradan insanların bu sürece katılımı sadece siyasi aktörlerle mi ilgili?

GERGİNLİK SEÇİM SÜRECİYLE SINIRLI DEĞİL

Aslında kamuoyundaki gerginlik seçim süreciyle sınırlı değil. Gezi olaylarıyla birlikte başlayan ve dalga dalga ülke sathına yayılan protestolar toplumda zaten var olan ama fazla kamuoyu gündemine gelmeyen kutuplaşmayı artırdı. Gezi protestolarına iktidarın reaksiyonu ve tabanını hareketlendirmesi toplumdaki gerginliği büyük boyutlara ulaştırdı. Seçim sathındaki kutuplaşmanın büyük boyutlara ulaşmasının sebebi budur. Bu kutuplaşma sebebiyledir ki yerel seçim kampanyalarının yapıldığı bu dönemde vatandaşlar olarak bizler yerel gündem ve adayları tartışmak yerine iktidar ve icraatlarını, ya da “paralel yapı”yı tartışıyoruz.

Mademki Gezi Olayları bir dönüm noktası, neden büyük boyutlu protestolar yapıldı? Neydi bunu tetikleyen?

İKTİDAR YORGUNLUĞU

Konu çok tartışıldı ve hemen herkes bir şeyler söyledi. Kimi hortumundan, kimi ayağına bakarak sütundan söz etti ama bana göre tabloya genel açıdan bakılmadı, yani bu tarif edilen bir fildir diyemedi. Şunu söylemek istiyorum, farklı açılardan bakabilirsiniz ama gezinin açık ve net bir tarifi vardır, o da iktidar yorgunluğudur. Mevcut durum da bunun devamıdır.

İktidar yorgunluğu kavramı sanırım yeni ve ilginç, biraz açar mısınız?

SEÇİMİ KAZANSA DA TEMELDE BİR ŞEYLER DEĞİŞMELİDİR

Demokrasi ile idare edilen hemen her ülkede iktidarlar seçimle işbaşına gelir, tekrar seçime girer, kazanır ve iktidar olur. Ama bir süre sonra iktidar partisi seçimi kazansa da temel yapıda bir şeyleri değiştirmek zorunda kalır. Bu kimi zaman lideridir, kimi zaman kadrolarıdır, kimi zaman da lider olmasa bile üst yönetimidir. Birçok örneği var, en son örneği İngiltere Başbakanı Tony Blair’dir. Partisi üçüncü kere seçimleri kazanmasına rağmen hatırlayacaksınız Blair başbakanlığı Brown’a bırakmak zorunda kaldı. Gezi olaylarından sonra Türkiye’de Başbakan Erdoğan ve iktidar partisinin yaşadığı da büyük oranda bununla ilgilidir.

Yani başbakanın değişmesi gerektiğini mi söylüyorsunuz?

GERGİNLİK POLİTİKASI BU SEFER DE KURTARIR AMA SONRA...

Hayır, konu sadece Başbakan Erdoğan değil. İktidara gelmişsiniz, yerel yönetimlerin çoğunu almışsınız ve 12 yıla yakın süre kadrolarınızla birlikte ülkeyi idare ediyorsunuz. Bu uzun bir süredir. Tabanınız da dahil toplum bir değişim ister. Bunu göremezse de bir şekilde tepki ortaya koyar ve nitekim koyuyor da. İktidar partisinde milletvekilleri için konan üç dönem şartı bu statikliği belki bir ölçüde hafifletebilirse de daha köklü değişimin gerekli olacağını düşünüyorum. Uyguladıkları gerginlik politikası, gezi protestolarında Başbakan ve iktidar partisini kurtardı, yerel seçimlerde de işi yarayacak gibi ama sonrası için yetmez gibi görünüyor. Çünkü önümüzde Cumhurbaşkanlığı ve genel seçimler var. Başbakan Erdoğan mutlaka buna yönelik köklü değişiklikler hazırlamak durumunda.

Peki, bu yerel seçim sonucu, sonrasında iktidarı değiştirir mi?

İKTİDAR DEĞİŞMEZ

Bana göre değiştirmez. Daha önceki dönemlerde de örneğini gördük. Rahmetli Özal ve ANAP 1989 Yerel Seçimlerinde oy oranını geriye düşürdü. 1987 Genel Seçimlerinde % 36 oranında oy almışken, bu oran 1989’da % 21.75’e düştü. O zaman da çok tartışmalar oldu ama iktidar değişmedi. Üstelik Özal partisinin parlamento çoğunluğu ile Cumhurbaşkanı seçildi. Bazı çevrelerin, AK Parti 30 Mart Yerel Seçimlerinde, 2009’daki oy oranı olan % 38’in altında bir oy alırsa iktidarı bırakır düşüncesi çok mantıklı gelmiyor. Sonuçta seçmen de siyasi partiler de biliyor ki bu seçimde vatandaş yerel yöneticilerini seçecektir, iktidarı seçmeyecektir. Seçim sonunda iktidar partisi AK Parti belli oy oranının altına düşecek olursa bunu seçmenin bir ihtarı/ikazı olarak algılamak durumundadır.

İlk kez seçimler öncesi bazı akademisyenler, köşe yazarları, gazeteciler oy vereceği adayın ismini rahatça açıklıyor, bu neyle açıklanabilir?

İNSANLARIN O VERECEĞİ PARTİYİ AÇIKLAMASI GAYET DOĞAL

Aslında bardağın dolu tarafını görmeye çalışmalıyız. Akademisyen de olsa, yazar da olsa insanların oy vereceği parti ve adayı açıklaması bana göre malumu ilandan başka bir şey değil. Çünkü seçmen de kamuoyunun gündeminde olan akademisyen, köşe yazarları veya gazetecilerin kime oy vereceğini az çok bilir. Kaldı ki demokratik bir ülkede yaşıyoruz, farklı düşünce ve tutumlara saygı göstermemiz demokratik bir olgunluğun göstergesidir. O halde insanların siyasi eğilimlerini açıklamasından daha doğal ne olabilir ki? Sorun, siyasi eğilimlerin, oy verilecek aday ya da partinin açıklanması değil, bu tutumlarından dolayı insanların baskı ve zorlamaya tabi tutulmasıdır. Ama bildiğim kadarıyla böyle bir zorlama veya baskı yok. Üstelik farklı görüşteki insanlar oy vereceği isimler veya partiler konusunda birbirleriyle tartışıyor, hatta ironi bile yapabiliyorlar. Bu durum ülke demokrasisinin geldiği konumu göstermesi açısından önemli ve sevindiricidir.

Meydanlardaki ikiye bölünmüş Türkiye görüntüsü seçim sonrası için endişe verici mi?

BAŞBAKAN GERGİNLİĞİ ÖZELLİKLE TIRMANDIRIYOR

Seçimlerde zafer kazanmak daha çok algı yönetimine bağlıdır. Hemen her siyasi lider kendisine göre doğru olanı yapıyor. Başbakan Erdoğan’ın tabanını toparlamak ve sıkılaştırmak için gerginliği özellikle tırmandırdığını düşünüyorum. Ama buna karşılık CHP lideri Kılıçdaroğlu çok daha kucaklayıcı bir tavır sergiliyor. Partisinin oy oranını artırmaya çalışıyor. Sol tabanın tepkilerine rağmen bu uğurda sağdan önemli isimleri aday yaptı. MHP lideri Bahçeli’nin daha önceki seçimlerde görülmemiş oranda en küçük yerleşim birimleri de dahil ülke sathını dolaşması ve başarı için varını yoğunu ortaya koyması seçim yarışının ne kadar çekişmeli geçtiğini gösteriyor. Siyasi liderler ve parti tabanlarının yoğun çalışması ister istemez seçim gerginliğini gündeme getiriyor. Demokratik olgunluk düzeyimiz gerçekten iyi ise seçim sonrasında bu gerginliği toplum olarak atarız. Siyasi parti liderleri dahil –ki tamamı biliyorsunuz seçmeni hep sağduyuya davet ediyor, vatandaşın seçim sonrasında bu gerginliği atacağını düşünüyorum. Herkes sözünü önce meydanlarda, sonra sandıkta söyleyebiliyorsa sonrasında diyecek bir şeyi kalır mı?

Liderler seçim meydanlarının kalabalık olmasıyla övünüyor, peki en çok kalabalığı toplayan en çok oyu mu alır?

MİTİNG MEYDANI VE SANDIK SONUCU FARKLI OLABİLİR

Siyasi tansiyonun yüksek olduğu seçim dönemlerinde miting meydanlarındaki kalabalıklar hep fazla olmuştur. Parti mitinglerindeki kalabalığın çok olması bununla ilgilidir. Ama biz yine biliyoruz ki, mitinglerdeki kalabalık eşittir oy oranı anlamına gelmiyor. Miting meydanları bir fikir verse de sandık sonucu farklı olabiliyor. İdeolojik konumu daha ön planda olan, daha organize partiler miting meydanlarına daha fazla taraftarını toplayabiliyor. Ama cazibe merkezi olamayan ve kalabalıkları toplayamayan partiler de fazla değil yeteri kadar oy alamıyor. Mitingleri coşkulu geçmeyen, hatta miting bile yapamayan partilerin çok oy aldığını dünya siyaset tarihinin hiçbir sayfası yazmıyor.

Son günlerde ortaya çıkan ses kayıtları insanları oy vereceği partiden soğutur mu?

SES KAYITLARI BU KADAR YOĞUN OLMASAYDI

Yaşanan 17 Aralık sürecinden sonra siyaset kurumu ve toplum bir anda kendilerine “ne oluyoruz” diye sordu. Sonra bir toparlanma oldu. Ses kayıtları bu kadar yoğun değil de daha az olsaydı sanırım kayıtları yayınlayan güçlerin istediği şekilde bir etkilenme olurdu. Toplum belki ses kayıtlarını göz ardı etmiyor ama bu kayıtları da gölgede bırakan yeni bir sorunla karşı kaşıya kaldı: Dinlenme korkusu. Medyada yayınlanan haberlerin gerçeği ne oranda yansıttığı bilinememesine rağmen iddialar korkunç. Dolayısıyla ses kayıtları ile ilgili olabilecek sonuçlar önemli oranda gölgelendi. Teknolojinin geldiği boyut ve montajla birçok hayali şeyin yapılabildiği seçmen tarafından da görüldüğü için etkinin sınırlı olacağını düşünüyorum. Burada tabii nerede durduğunuz önemli. Muhalefet saflarında duruyorsanız ses kayıtları gerçek der ve iktidara tavır alırsınız. Ama iktidar tarafında yer almışsanız ses kayıtları montaj der yolunuza devam edersiniz. Zaten yaşadığımız süreç de bu değil mi?

AK Parti sadece bu ses kayıtları yüzünden oy kaybetmiş midir, ettiyse, ne kadar oy kaybetmiştir?

AK PARTİ TABANI SES KAYITLARININ MONTAJ OLDUĞUNU DÜŞÜNÜYOR

Yapılan araştırmalara bakıldığı zaman genel olarak ses kayıtlarının AK Parti’ye oy kaybettirmediğini gösteriyor. Gerçeği 30 Martta göreceğiz. Ses kayıtlarını her seçmen farklı algılıyor. AK Parti tabanı ses kayıtlarının montaj olduğunu düşünüyor ve hedefin Başbakan Erdoğan olduğu kanaatini taşıdığı için dikkate almıyor. Dikkate alanların büyük çoğunluğu ise zaten AK Parti’ye oy vermiyor. Bir kısım yazar ve yorumcunun anlayamadığı konu budur. Türkiye’de kamuoyunun sağduyusunun her zaman galip geldiği görülmüştür. Siz bazı odaklar yoluyla ve kaynağı belli olmayan çevrelerce ses kayıtlarını servis ederseniz içeriği ile ilgili kuşkuyu ortadan kaldıramazsınız. Aslında toplum bu dönemde, ses kayıtları yerine yerel seçimleri, adayları, politikaları ve icraatları tartışabilseydi AK Parti, CHP ve MHP oy oranlarında daha farklı bir sonuç görülebilirdi. Türk toplumunun antidemokratik bir yöntemle siyasetin kurgulanmasına çok fazla pirim vermediği kanaatindeyim. Bu düşüncem sadece son dönemdeki ses kayıtlarıyla ilgili değil elbet.

Bundan sonra çıkacak her hangi bir ses kaydı ya da görüntü kaseti oyları etkiler mi?

KAMUOYU ARTIK SES KAYITLARINA İLGİ DUYMUYOR

Seçim sürecinde o kadar ses kaydı yayınlandı ki kamuoyu artık ilgi duymuyor. Ses kayıtlarını dinleyenler bile içerikle ilgili düşünmek yerine çoğu kere merakı gidermek ya da sohbet konusu olması için bunlara ilgi gösteriyor. Bu sebeple yayınlanacak yeni ses kayıtlarının oy oranları açısından partilerin lehine veya aleyhine bir durum yaratacağını sanmıyorum. Demokrasilerde iktidarın değiştirilmesinin yolunun sandık olduğunu hepimizin bilip içimize sindirmemiz gerekiyor. Malum ses kayıtları ve kasetler sadece AK Parti ile ilgili değildir. Bu şantaj unsurları Sayın Baykal’a, 2011 Seçim döneminde MHP milletvekili adaylarına yönelik olarak da kullanıldı. Sorunu mevzi olarak değerlendirmek yerine demokratik kuralları işletmek gerekmektedir. İktidarı ve muhalefetiyle, vatandaşları ve kurumlarıyla demokratik ilkelere sahip çıkıldığı oranda ülke, toplum ve siyaset kurumu bu sorunlar aşacaktır.

Meydanlarda liderlerin kullandığı sert dil seçmen üzerinde nasıl bir etki yapıyor?

SERT ÜSLUP SEÇMENİ ETKİLEMİYOR

Geçmiş dönemlerde yapılan seçimleri hatırlayanlar iyi bilecektir, seçim meydanlarında liderlerin kullandığı dil sertleştiğinde seçmen de sertleşir ve kamplaşırdı. Kamuoyunda bir gerginlik olduğu konusundaki genel kanaate rağmen vatandaşların bundan çok etkilendiğini düşünmüyorum. Liderlerin sert üslubu seçmene yansımış olsaydı herhalde çok sakin bir seçim kampanyası dönemi geçirmezdik. Kamuoyunun büyük bölümü liderlerin sert üslubunu izliyor/dinliyor ama sadece izliyor/dinliyor. Ötesine geçmiyor. Ulaştığımız demokratik olgunluk ve hoşgörü adına bu sevindiricidir.

Twitter yasağı AK Parti'ye oy kaybettirmiş olabilir mi?

BAŞBAKAN'IN BİR YAYINI TOPTAN DURDURMASI SAVUNULABİLİR Mİ?

Bir konu siyasetin argümanı haline geldiği zaman neyin ne olduğunu çoğu zaman öğrenemiyorsunuz. Herkes bir şey söylüyor, üstelik de doğru söylüyor ama bir türlü taraflar anlaşamıyor. Şimdi twitter konusuna baktığınız zaman da bunu görüyorsunuz. Başbakan Erdoğan diyor ki, twitter bizim mahkeme kararını uygulamıyor, vatandaşlarımızla ilgili gerçeğe aykırı yayınları kaldırmıyor, Türkiye Cumhuriyeti Devletini dikkate almıyor. Peki böyle bir uygulamaya bırakın siyasetçi, lider veya yetkili birisi olmayı vatandaş olarak rıza gösterebilir misiniz? Buraya kadar kesinlikle doğru ve arkasında durulacak bir görüş. Ama yine iletişim alanında birazcık bilgi sahibi olanlar bilirler ki bir yayın kuruluşunu toptan susturmak yerine ilgili yayınları engellemeniz düşünce, iletişim özgürlüğünün bir gereğidir. Bir başbakanın bir yayını toptan susturması savunulabilir mi?

Madalyonun diğer yüzüne bakıyorsunuz, ana muhalefet lideri, twitterın vatandaşlarımızla ilgili yanlış, karalayıcı yayınlarını dikkate almıyor, mahkemelerin verdiği kararları uygulamamasını görmüyor, siyasi rant uğruna doğrudan Başbakanı hedef alarak sadece twitterın kapatılması konusunu gündemine alıyor.

Nasıl olması gerekirdi?

İktidarı ve muhalefetiyle önce yalan, yanlış, karalayıcı yayınlarıyla vatandaşı mağdur eden, mahkeme kararlarını uygulamayan, Türk Devletini veya kurumlarını dikkate almayan twittera karşı ortak bir duruş sergilenmeliydi. Daha sonra yaptırımlarla ilgili olarak nüanslar üzerinde iktidar ve muhalefet tartışmalıydı. Ama bu böyle yapılmadı ve yapılmıyor. Anlayacağınız herkes kendi açısından konuyu değerlendiriyor. Dolayısıyla liderlerin bu tavırları tabanlarına da yansıyor. AK Parti tabanını dikkate aldığınızda yasağın onları çok etkileyeceği kanaatinde değilim.

Siz anketler yaptırıyorsunuz, anket sonuçları Türkiye genelinde nasıl?

KAMUOYU ARAŞTIRMASI YÖNLENDİRME AMAÇLI YAPILABİLİYOR

Malum seçim yasaklarına girdik. Seçim kampanyası döneminde epeyce araştırma sonucu yayınlandı. Burada hangi araştırma kuruluşunun hangi partiyle ilgili hangi oranda bir oy tahmini yaptığından çok tahminlerdeki farklılıklar üzerinde durabiliriz. Bir partiyle ilgili araştırma şirketlerinin yaptığı tahminler arasındaki fark % 15, % 20 ve hatta % 25’e varabiliyor. Kamuoyu araştırmaları bilimsel, objektif, kamuoyu eğilimlerini doğru yansıtan araçlarsa bir partinin oy oranını bir araştırma şirketi % 30, diğeri % 50 olarak tahmin edebilir mi? Bilimsel bir yöntemle yapıyorsa edemez. Neden yapıyor? Bunun bir tek anlamı vardır, o da kamuoyu araştırmasının yönlendirme amaçlı olarak yapılması ve yayınlamasıdır. Ne yazık ki bu seçim döneminde de bazı araştırma şirketleri iyi bir sınav vermedi. Tabii olan bu konuda düzgün çalışan ve tahmin yapan kuruluşların kamuoyu nezdindeki imajlarına oldu. Çünkü toplumun büyük bölümü araştırma yapan şirketleri ayrı değerlendirmek yerine genel olarak yafta yapıştırmayı yeğliyor.

31 Mart sabahı nasıl bir Türkiye'ye uyanacağız, değişen ne olacak?

KAZANAN TÜRKİYE OLACAKTIR

Türkiye 31 Mart sabahına yerel yöneticilerini seçmiş, seçimin yoğun gündemini bitirmiş olarak uyanacaktır. Seçimler demokrasinin bayramıdır. Kazanan ve kaybedenleriyle birlikte ülke yerel yöneticilerini seçmiş olarak yeni bir döneme girecektir. Seçim gündeminden çıkıp olağan hayatına dönecektir insanlar. Seçim sonuçları siyasi parti ve adaylar için ne olursa olsun kazanan ülke, Türkiye olacaktır.