BIST 9.281
DOLAR 34,59
EURO 36,55
ALTIN 2.931,39
HABER /  GÜNCEL

CHP KIBLESİNİ ÇEVİRDİ

Akın Birdal: Hükümet, CHP'den daha özgürlükçü.

Abone ol

Röportaj: Dilek Yaraş - İnternethaber

2. Bölüm

Türkiye’nin en büyük sorunu nedir sizce?

Militer, otoriter, anayasal ve yasal sistemdir.

Sorunların konuşarak çözümü yerine şiddete dayalı, silahlı çözümü ne getirir? İşte böyle bir linç kültürü getirir.

İşte bakın, yarın Elif Şafak yargılanacak. Olacak şey midir bu? Üyesi olmak istediğimiz uluslararası toplum ne diyor buna? Türkiye’nin demokratik güçleri, aydınları, yönetenleri ne diyor? ... (Bu söyleşi, Elif Şafak’ın mahkemesinden bir gün önce yapılmıştır. D.Y.)

Zaten, düşünce suçu başlı başına bir beladır. 301.madde; Türklüğü, Cumhuriyet’i, güvenlik güçlerini, meclisi, hükümeti aşağılamak ne demek? Herkes istediğini şiddete başvurmaksızın eleştirebilir. Düşünce özgürlüğü budur...

301. madde birçok yazarın yakasına yapıştı. Şu an 17 gazeteci içerde. Bu yetmiyormuş gibi terörle mücadele yasası da genişletildi. O zaman devlet gibi düşüneceksiniz. Devlet gibi düşünmediğiniz zaman mayınlı bir tarlada yürüyorsunuz demektir. Ne zaman, nerede patlayacağını kestiremezsiniz.

Elif Şafak düşünce özgürlüğünden dolayı yargılanırken karanlık bir güruh geliyor ve yargıyı etkilemeye çalışıyor. Ve bu güvenlik güçlerinin denetimi altında oluyor. Olacak şey mi bu.

Başbakan, Diyarbakır’da ağzına ‘’ Kürt sorunu’’ lafını alır almaz da birçok kesimin sert eleştirisine maruz kaldı...

Aslında bu, bir ‘Türk sorunu’ dur. Yani, Türkiye’nin sorunu, bölgemizin, Avrupa’nın sorunu. Çocukların ölümü insanlığın ortak sorunu değil midir zaten?... Bu sorunun çözümsüzlüğünün siyasal ekonomik rantını elde tutmak isteyen güçler var. Şiddet ve gerilimden yararlanan ve kendi varlığını koruyan güçler var. Asıl sorun budur.

Avrupa’nın sorunu derken...

Çünkü, Avrupa’nın bir hukuku var ve Türkiye AB süreci içinde.

Aslında bu da rayından çıkmış durumda. Avrupa Türkiye’yi tekrar içeri çekmeye çalışıyor. Çünkü; nihai olarak Avrupa Türkiye’siz, Türkiye de Avrupa’sız yapamayacak... Bu biliniyor.

AB’nin de Türkiye’ye ihtiyacı var mı sizce?

Var tabii.

Ne açıdan?

Türkiye’nin stratejik bölgesel rolünden ABD de, AB de vazgeçemez. Emperyalist, kapitalist dünya bir pazar arayışında. Ve şu anda Ortadoğu’da bütün bu barut fıçısının olması; her gün otuz kırk kişinin ölüyor olması; BM hukukunun yerle bir ediliyor olması; BM’nin buna seyirci kalması, emperyal emellerin yani Büyük Ortadoğu Projesi’nin bir sonucudur.

Bu proje, bütün Ortadoğu’yu ve mazlum halkları tehdit etmektedir. Şimdi İran saldırısı gündeme gelecektir... İslam dünyasını tehdit eden durum bir pazar paylaşımıdır ve Türkiye üzerinden olacaktır.

Kürt sorunun çözümü hakkında 'net' bir fikriniz var mı?

Emin olun var... Yani Kürt halkı ne istiyor? Kendi dilini, kimliğini, kültürünü ve Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı olduğunun güvencesini istiyor. Bunu anayasal bir güvenceye bağlı kılmak ve uygulamada da yansıtmak ...

Zaten yok mu bunlar?

Hayır, yok. Görüyoruz nasıl yaklaşıldığını.

'Kürt sorunu'  ifadesine Türkiye’yi bölen bir ifade olması endişesinden dolayı karşı çıkılıyor galiba ...

Bu paranoyadır. Sınansın denensin. Gerçekten bir arada yaşamayı istiyorlar mı istemiyorlar mı görülsün.

’Kürt sorunu’ abartılıyor ya da çarpıtılıyor mu diyorsunuz?

Elbette. Biz tehditsiz yaşayamıyoruz. Bazı güçler ‘tehdit’ gerekçesiyle dolanıyor zaten. İttihat Terakki’den günümüze süren bir devlet politikası var. Bence bundan vazgeçmek gerekiyor. Çok kültürlü bir dokunun Türkiye halkının zenginliği olduğunu kabul etmek gerekiyor.
Kabul etmekle de kalmayıp anayasal ve yasal güvencelere bağlı kılmak gerekiyor.

Nasıl yani?

Bu darbe anayasasının değişmesi gerekir. Evrensel hukuka insan hakları hukukuna bağlı demokratik bir anayasa olmalı.

Ama böyle bir anayasa, kışlanın talimatıyla hazırlanmamalı elbette. Türkiye’de yaşayan ve kendisini ilgilendiren konularda sözü olan bütün resmi ve sivil toplum örgütlerinin görüşlerine başvurulmalı.

Şu anda Kürt sorunu konusunda en çok dinlenilmesi gerek kesim kimdir peki?

Seçilmiş temsilcileri vardır. Belediye yönetimleri vardır ve DTP vardır.

Fakat, bunların PKK’nın uzantısı olduğu söyleniyor?

Söyleniyor... Dilin kemiği yok, herkes her şeyi söyler. Varsa delilleri ortaya çıkarırlar ve yargılarlar.

Sizce öyle değil mi?

Hayır... Kendileri her gün açıklama yapıyorlar. Hatta DTP eş genel başkanı kongrede bir takım olguları da dile getirmiştir.

Hangi olguları?

PKK ve DTP arasındaki bağı ve Kürt halkıyla, PKK, Kürt halkıyla DTP arasındaki ilişkileri... Bazı tespitler yapmıştır.

Bence; en önemli olan silahların susmasıdır...

Silahların susması çözer mi sorunu?

Bugünden yarına çözülmez bu sorunlar, ama ‘niyet’ çok önemli. Başbakan bir adını söyledi, (yani 'Kürt sorunu vardır', dedi) hemen silahlar sustu...


Kısacası, çözüm konusunda istek olması çok önemli... Her şeyden önce de silahlar susmalı ve konuşulacak bir ortam yaratılmalı. Bu yapılır ve kimin ne dediği dinlenirse bütün sorunlar barışçıl bir şekilde çözülecektir.

Bu bağlamda, geçtiğimiz hafta DTP’nin çağrısının karşılığını bulacağı kanallar açık tutulmalıdır. Bu çağrının saldırılarla provoke edilmesi önlenmelidir ve yetkililerin şu yaptı bu yaptı şeklindeki açıklamalarla yetinmeyip Diyarbakır’daki katliamın faillerini bulmaları gerekir. Bu failler bulunmadıkça yapılan hiçbir açıklamalar inandırıcı olmayacaktır.

İnsan Hakları Derneği’nin tek yanlı davrandığı iddialarına ne diyorsunuz? Ünlü yazarımız, Adalet Ağaoğlu, ''İHD sadece 'Kürt sorunu' ile ilgilenen bir örgüt olmuştur’’ gibi bir eleştiriyle istifa etmişti derneğinizden...

Onlar hep psikolojik savaşın propagandalarıdır. Artık geçerliliği ve inandırıcılığı kalmamıştır. Karşılığı yoktur.

Ama Adalet Ağaoğlu içindeydi İHD’nin...

Adalet Hanım yaşadığı talihsiz kaza nedeniyle, derneğin çalışmalarına pek fazla katılamadı. Katılmış olsaydı, egemen güçlerin propagandasının yanlış olduğunu anlardı.

Çünkü biz, barış, demokrasi ve herkes için insan hakları istiyoruz. İnsan hakları bir iktidar aracı değil ki. İHD, her görüşten, her kimlikten insanların çalıştığı bir yerdir. Türkiye’nin minyatürüdür adeta. Türkiye’nin ihtiyacı da budur zaten. Farklı kimliklerin, kültürlerin, inançların, cinsiyetlerin bir arada çalışması.

İyi de... Adalet Ağaoğlu –ki kendisi burada sadece bir örnektir-  gibi düşünen birçok insan var... Ne yazık ki birçok kişinin ağzından İHD’nin Kürtlerin haklarından ve sorunlarından başka bir şeyi umursamadığını duyuyoruz. Demek ki herkeste olmasa da en azından bazı kesimlerde böyle bir izlenim oluşmuş... Yani demek istiyorum ki; ateş olmayan yerden duman çıkmaz....

Dedim ya, psikolojik savaşın propagandasıdır bütün bunlar. Doğru değildir.

İHD’nin neyden yana, neye karşı olduğunu bilebilmek için medyanın İHD’ye yer vermesi gerekir.

Oysa, İnsan Hakları Savunucularının üzerinde keskin bir ambargo vardır. Biz konuşamıyoruz, kendimizi ifade edemiyoruz ki... Bizim adımıza başkaları konuşuyor.


İHD; Türkiye’nin imzaladığı ya da imzalamadığı bütün uluslararası hukukların ayrımcılığa karşı maddesi doğrultusunda, herkesin hak ve özgürlüklerini korumuştur. En önemlisi de bu yalnızca Türkiye ile sınırlı değildir. Bütün dünya halklarını kapsar.

Kim olursa olsun idam edilmesine, işkenceden geçirilmesine karşıyız. Kim olursa olsun. Bugün, örneğin bize işkence yapmış olanların bile işkence görmesine karşı çıkarız. Örneğin, bana suikast yapan insanların idam cezasıyla yargılanmasına da karşı çıktık biz.

Siz gönül rahatlığıyla şunu diyebilir misiniz: İHD sağcısı solcusu ile hiç kimseyi ayırmadan herkesin hakları için çalışır.

Elbette...

Bakın, başörtüsü konusunda bizim hiç çifte standardımız olmamıştır. Başörtülü öğrencilerin bize büyük sempatisi vardır. Biz İslamcı çevrelerin hak ve özgürlüklerini öncelik olarak gören ve sonra da bütün hak ve özgürlükler çerçevesinde çalışan Mazlum-Der ile çok kardeşçe bir ortak çalışma kültürü yarattık. Çok önemlidir bu.


'’Cumartesi anneleri’’ ve ‘’Cuma anneleri’’ diye de bir ayrım var bu ülkede. Bu konuda ne yaptınız?

Çok şey yapıldı. Biz bütün annelerin acılarının son bulması için , ‘artık anneler ağlamasın’ çağrısıyla kampanyalar yürüttük.

Ama bu duygusal bir çağrıdır. Eğer sorun demokratik ve barışçıl yollardan çözülmezse; silahların susması sağlanmazsa annelerin ağlaması kaçınılmazdır.

Her iki tarafın da annesi babası var... Ama bakın, son günlerdeki isyanlar bazı gazetecilerin marifetiyle maniple edildi. İsim vermeyelim şimdi ama bunlar gazetecilik falan yapmıyorlar. Görevleri var.

İtalya ve İspanya’da hukuk’un, savcıların, medyanın ve kamuoyunun gücüyle temiz toplum yaratıldı. Kontrgerilla temizlendi.

Ama, bizim bir kısım medyamızla demokrasi ve sivilleşmeyi nasıl yan yana koyabilirsiniz ki? Tam karşı yerde duruyorlar....

Toplum, bilgi edinme hakkından yararlanamayınca vicdanı harekete geçirecek özgür bir kamuoyu da yaratamazsınız.

Ya yargı...

Yargının gücü, nerden yana işlediği belli. Türkiye’nin en büyük gereksinmelerinden biri de en üst düzeyde bir yargı reformudur.

Bir insan hakları savunucusu olarak, iktidar ve ana muhalefet partisini karşılaştırmanızı istesem sizden...

Hükümet, ana muhalefete karşı tam tersi daha özgürlükçü, daha eşitlikçi, daha sivil görünüyor. Oysa, diyalektik olarak bunun tam tersi olması gerekir.

İnanmasalar da –örneğin- Faşist Hitlerci, Nasyonalist partiler bile söylemlerinde Sosyal Demokratlardan daha eşitlikçi, özgürlükçü, hale geldiler... İktidardayken onlar da milletin anasını ağlatıyorlardı ama muhalefet olmanın gereği budur... Bir de ana muhalefet partisine bakın bakalım, nereye çevirmiş kıblesini?...

Nereye?

Militarizme, şovenizme... Resmi ideolojiye ve resmi tarihe...


Ben, Cumhuriyet Halk Partisi tabanının da onların bu söylemlerinden rahatsız olduklarını düşünüyorum.

Kim muhalefet, kim iktidar biraz karışmış gibi galiba...

Muhalefet yok işte... Bence Türkiye’nin bu süreçteki en büyük talihsizliği de bu...

Ezilenlerden, emekçilerden yana olan sol ve sosyalist partiler kendi aidiyetlerini koruyarak bir çatı altında toplanamadılar.


Niye olmuyor peki bu...

Bu da bir kültür meselesi. Halbuki, aynı şeyi isteyen insanlar bir araya gelmeli.

Vatan haini kimdir sizce?

Tarifi bellidir. Nazım Hikmet anlatmıştır onu:

‘’... siz vatanperverseniz, siz yurtseverseniz, ben yurt
hainiyim, ben vatan hainiyim.
Vatan çiftliklerinizse,
kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan,
vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan,
vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın,
fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan,
vatan tırnaklarıysa ağalarınızın,
vatan, mızraklı ilmühalse, vatan, polis copuysa,
ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan,
vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması topuysa,
vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan,
ben vatan hainiyim....’’, demiştir... Alın şöyle günlük gazeteleri ve görün Nazım’ın anlattığı insanların fotoğraflarını.

....

Çok yoğun olan ve sürekli değişen –yoksa değişir gibi görünen mi deseydim- Türkiye gündeminden ötürü Birdal’ın yayınlanmış üç kitabından söz etmeye hiç zaman kalmadı...

Belge Yayınlarından çıkan Solelim’ de cezaevi anılarını anlatan; yine aynı yayınevinden çıkan Cansuyu’nda ise Yeni Gündem gazetesindeki köşe yazılarını derleyen Birdal, en sonunda edebiyat dünyasına da girmiş ve Aykırı Yayınlarından çıkan ‘’Betula’’ isimli, kahramanlarının bazen 70’li bazen de 90’lı yıllardaki toplumsal-siyasal ve bireysel mücadelelerini anlatan öykü kitabına imza atmış.

Şu günlerde, cezaevi anılarının yer aldığı Cansuyu’nu –genişleterek- tekrar basıma hazırlayan Birdal, bundan sonra edebiyat çalışmalarına ağırlık verme arzusunda... 

                                         -BİTTİ-