Türkiye'nin en genç partisi, Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi. Partinin Ankara eşsözcüleri İnternethaber'e konuştu.
Abone olNESRİN YILMAZ/İNTERNETHABER-ANKARA- Yeşiller ve Sol. Hem yeşil hem de sol bir parti. Ve çok yeni. Partide başkan yok. Eşsözcüler var. Eşsözcülerden biri kadın olmak zorunda. İki eşsözcü kadın olabiliyor ama iki erkek birlikte bunu yapamıyor. Hem yeşil, hem sol, hem feminist, hem hayvan hakları için mücadele eden bu partiyi gelin Ankara eşsözcüleri, Hande Urbarlı ve Akın Atauz'dan dinleyelim.
TÜRKİYE'DE SOL DÜŞÜNCENİN YENİLENMESİ ŞART
Eşitlik ve Demokrasi Partisi ile Yeşiller Partisi'nn birleşme süreci nasıl gelişti?
Hande: Aslında ben bu sürece "birleşim" demeyi çok uygun bulmuyorum. "Yeni bir parti kurduk" demek bana daha doğru geliyor. Çünkü her iki partiden de gelmeyen ama yeni kurulan Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi'ne katılan çok arkadaşımız var. Biz "yeni bir siyaset" diyerek yola çıktık. Öncelikle bunu belirtmek istiyorum. Tabii ilk temas EDP ve Yeşiller arasında oldu. "Biz aslında çoğu meselede çok aynı düşünen insanlarız, neden ayrı salonlarda toplantı yapıyoruz" benzeri sorularla dostlar arasında sohbetlerle başladı bu süreç. Sonrasında bir araya geldikçe yeni bir siyasete olan ihtiyacı daha çok vurgulamaya başladık. Kötü deneyimlerimizden ya da Türkiye'nin gündemlerinden bahsederken, artık Türkiye'de hem solun tek başına hem de Yeşil düşüncenin tek başına yeterli olmadığını fark ettik. Böylelikle "Hem Sol Hem Yeşil bir Parti" düşüncesi doğmuş oldu ve "Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi" ortaya çıktı.
Akın: Hande'nin bu birleşme sürecine dair dediklerine ben de katılıyorum. Türkiye'de politikanın ve sol düşüncenin yenileşme ihtiyacı var. Dünyadaki gelişmeler karşısında sol düşünce kendisini yenileyememiş durumda. "Ekolojik düşünce" ise sadece ekoloji alanında kalmış, fakat hayatın bütün alanlarını kavrayamamış. Belki Almanya gibi bazı Avrupa ülkeleri bu alanda istisna sayılabilir. Genel olarak ise politik bir akım olarak yalnızca ekoloji alanına sıkışmış gibi. Dolayısıyla dünyanın bugünkü sorunlarının üstesinden gelmek için yeni bir sol düşünceye olan ihtiyaç bu iki partiyi birbirine yaklaştırdı diyebiliriz. Bu yaklaşma neticesinde, Türkiye'nin muhalif kanadının sesinin daha güçlü ve net argümanlarla çıkması için de bir fırsat doğduğuna inanıyorum.
LGBT,FEMİNİSTLER, ENGELLİLER, ANTİ-NÜKLEER, EKOLOJİ, HAYVAN ÖZGÜRLEŞMESİ...
Partiniz diğer partilerden farklı olarak hangi konularla ilgileniyor?
Hande: Bugüne kadar Türkiye'de üzerine güçlü politika üretilmeyen çeşitli alanlar vardı. Örneğin LGBT bireyler, feministler, engelliler, anti-nükleer hareket, doğa hareketleri, hayvan hakları ve hayvan özgürleşmesi hareketi gibi. Bu hareketler aslında birbirleriyle çok bağlantılı sorunları konu edinmekte. Hepsi de temelde, aynı ideolojik görüşlerin dezavantajlı duruma düşürdüğü konumlar ve kimlikler. Dolayısıyla bu kesimleri de ürettiği politikalarda kapsayacak, ve hiyerarşi kurmayacak yeni bir siyasete ihtiyaç vardı.
Partinizin örgütlenme yapısı ve diğer partilerden bu anlamda farkları hakkında sormak istiyorum. Mesela sizde başkan yok. Kotalarınız var. Bunları açıklayabilir misiniz?
Akın: Doğru. Bizde "Eşsözcülük" var.
Hande: Partimizin diğer partilerden en büyük farkı, hiyerarşik olmayan bir parti olmasıdır. Yaş hiyerarşisinin olmaması, merkezi yönetimin olmaması, toplumsal cinsiyet rolleri bakımından bir hiyararşi olmaması.
KADINLARA YÜZDE 50 KOTA
Kadınlara eşitlik veren bir parti yani?
Hande: Mesela eş sözcülerden ikisi de erkek olamıyor. En fazla biri erkek olabiliyor. İkisi de kadın olabiliyor. Kadınlara %50 kota var, ama bundan fazla da olabiliyor. Yani minimum %50 diye anlamak lazım.
Akın: Eşitliğin de ötesinde pozitif ayrımcılık diyebiliriz. Partimizin diğer partilerden en büyük farklarından biri, demokrasiyi gerçekten ve samimiyetle benimsemesidir. Bunun için de öncelikle kendi yapımızı kurarken ve örgütlenirken bunu göstermek zorundaydık. Bir parti demokrasiyi, eşitliği ve özgürlüğü benimsiyorum diyorsa bunu öncelikle kendi örgütlenme modelinde göstermelidir.
Bu özgürlüğün ve eşitliğin bir sınırı var mı?
Akın: Mesela bir parti, hem eşitliği savunuyorum hem de iş cinsiyet eşitliğine geldiğinde, hadi kadın-erkek eşitliği neyse diyip ama iş öbür cinsiyet ve cinsel kimliklere geldiğinde orada bir sınırım var diyemez. Ya da diğer canlılar da, bir bitki, bir hayvan da insanla nereden eşit olurmuş diyemez. Bu anlamda partimiz, eşitliği ve özgürlüğü gerçekten istediği için ve bunu kendi iç yönetim kurallarını koyarken de gösterdiği için sadece düzen partilerinden değil, düzen dışı partilerden de ayrılmaktadır.
DSİP GİBİ DOKTRİNER DEĞİLİZ
Hangi düzen dışı partiler mesela?
Akın: Mesela DSİP. DSİP ile konulara yaklaşımımız belki neredeyse tamamen örtüşmektedir ama bizim politikalarımızı belirleyen "doktriner" bir düşünce yoktur. Biz "solcuyuz" diyoruz ama bu sol nasıl bir sol üzerinde oturup konuşabiliriz. Ve "ben solu şu şekilde anlıyorum" diyen her insanın bu tartışmaya katılmasına, düşüncelerini savunabilmesine, bizi ikna etmesine açık bir özgürlük anlayışımız var. Biz bir doktrinle örgütlenmiyoruz yani. Bizim için eşitlik, özgürlük, demokrasinin gerçekten kurulması gibi ilkeler çerçevesinde ve bu kavramları nasıl anlıyorsak öyle anlama özgürlüğü içerisinde politika üretmek önemlidir.
Kaç üyeniz var?
Hande: Henüz yeni kurulan bir parti olduğumuz için kayıtlı üye sayımız fazla değil. Ama Ankara için konuşmak gerekirse kurulduktan sonra kısa bir süre içinde üye sayımızı ikiye katladık. Bu da oldukça sevindirici. Ahmet İnsel, Murat Belge, Oya Baydar Destekçilerimiz Arasında
Medyadan tanınmış simalar partinize desteğini açıklamıştı diye hatırlıyorum?
Akın: Doğru. Ahmet İnsel, Murat Belge, Oya Baydar'ı sayabilirim.
Partinizde %50 Kadın kotasından başka kotalar da mevcut mu?
Hande: %20 gençlik, %5 LGBT, % 5 de engelli kotası var.
Akın: Bürokraside çalışan, devlet memuru olduğu için siyasi partilere katılması yasaklanmış olan kişilerin de fahri üye olabilme imkânı var. Bu fahri üyelerin diğer normal üyelerden parti içinde katılım ve oy kullanma anlamında bir farkları yok.
MEMURLAR DA SİYASİ PARTİLERE KATILABİLMELİ
Memurlar siyasi partilere katılabilmeli mi sizce?
Akın: Avrupa'daki duruma baktığımızda, memurların siyaset yapabilme kanallarının daha geniş olduğunu görüyoruz. Bürokrasideki sendikalaşma orada daha serbest. Ama Türkiye'de bu son derece kısıtlanmış durumda. Bence memurlar da siyaset yapabilmeli. Bu biraz da siyaseti nasıl gördüğümüzle alakalı. Siyaseti eğer kayırmacılık yapabilme gücünü elde etme olarak görüyorsak o zaman elbette memurların siyaset yapması tehlikeli. Ama siyaseti toplumun geleceği üzerine kolektif şekilde düşünmek olarak tanımlıyorsak memurlar da askerler de polisler de siyaset yapabilmeli.
Hande: Türkiye, memurların siyasi partilere katılmasını sağlayacak bazı uluslararası sözleşmeleri imzalamış durumda. Uluslararası sözleşmeler de iç hukuktan önce geliyor aslında. O yüzden, bu konuda iç hukukta gerekli değişiklikler yapılmalı diye düşünüyorum.
CHP SOL VE SOSYAL DEMOKRAT BİR PARTİ DEĞİL
Türkiye'de siyaset nasıl anlaşılıyor peki? Siz de sol bir partisiniz, CHP gibi köklü bir sol parti var ama aldığı oy oranı belli. Türkiye'de sol neden daha fazla oy alamıyor?
Akın: Türkiye'de siyaset gerçekten bir güç elde etme alanı. İktidar sahibi olmak ve iktidarın gücünü kullanarak daha fazla para kazanmak, ihalelerde partililerinizi kayırmanın, çocuklarını işe almanın kolaylaşması gibi işler yapabileceğiniz bir yer demek. Türkiye'de siyasi alan böyle belirlenmiş. Dolayısıyla sol olarak böyle bir güç kullanabilecek pozisyonda değilseniz, siyasette de güçlü olma şansınız yok. Çünkü en ufak birşey için bile herkes sana "Sen bana ne verebilirsin?" diye bakıyor. İltimas, kayırmacılık, torpil bekliyor. Sol partilerin bu anlamda hiçbir zaman böyle bir gücü olmayacak.
Neden solun böyle bir gücü olmayacak?
Akın: Çünkü kayırmacı bir politika uygulamayacaklar. "Ben senin yakınlarını daha iyi kayıracağım" diyerek politika yapmıyor sol partiler. Bu arada ben CHP'yi de sol bir parti olarak görmüyorum, bunu da belirtmek isterim.
CHP'yi niçin sol ve sosyal demokrat bir parti olarak görmüyorsunuz?
Akın: CHP'yi asla sol ve sosyal demokrat bir parti olarak görmüyorum. CHP'yi daha çok İttihatçi geleneği sürdüren, otoriter, tepeden inmeci, bürokratik ve toplumu bir mühendislik uygulayarak geliştirmeye, değiştirmeye, modernleştirmeye çalışan bir parti olarak görüyorum. Kendilerini halen, toplumun ne yapması doğru olur, bunu bilen bir güç olarak düşünüyorlar.
AKP'NİN EKONOMİ POLİTİKALARI EKOLOJİK YIKIM GETİRİYOR
AKP bu anlamda nasıl bir parti? AKP bu araçları kullandığı için mi güçlü bir parti sizce?
Hande: Ben AKP'nin başarısında ekonomi politikalarının çok önemli olduğunu düşünüyorum. Sadece ekonomik büyüme odaklı bir şekilde, kapitalist küreselleşmeye Türkiye'yi eklemleyen bir yerde duruyor. Mesela 10 yılda şu kadar kilometre otoyol yaptık diyor. Aslında bu otoyollar ekolojik bir yıkıma neden oluyor. Bu ekonomik yaklaşım, enerji açığını da her gün daha da fazla büyüten bir sonuca götürüyor. Fosil yakıtlara bağımlılığı ya da endüstriyalizmi artıran bir büyüme bu. Fakat bu, insanlara öyle bir pazarlanıyor ki, "şu kadar yol yaptık", "şu kadar fabrika yaptık", "bütün dünya nükleeri kullanıyor, biz onlardan geri mi kalalım" şeklinde. Bunların yol açtığı ve açacağı çevresel ve ekolojik yıkımlar hiç gündeme getirilmiyor. Bu ekonomik büyümeyle beraber paylaşımda adaletin yitirilmesi, payların gittikçe azalıyor olması, çok az bir kesimin zenginleşmesi, iş güvenliğinin, sosyal güvenliğin yerlerde olması, iklim felaketleri görmezden geliniyor. İnsanlar bu ekonomik büyümenin yıkıcı etkilerini hayatlarında birebir yaşasalar da bir umursamazlık içinde oluyorlar.
Akın: AKP, CHP'ye göre daha toplumcu, daha popülist ve daha halkçı bir parti. Fakat o da gücü elde etmek için sadece farklı araçsallaştırmaları kullanıyor. İnsanların inançlarını, geleneklerini, korumak istedikleri değerleri kullanarak bu gücü nasıl elde ederim diye bakıyor. Sorgulanması gereken belki de kalkınmacı mantık. Türkiye II. Dünya Savaşı'ndan beri kalkınan bir ülke. Geçmişe ve bugüne kısa vadeli bir bakış açısıyla bakarsak, bu bir başarı. Ama uzun vadede bu kalkınmada kullanılan yöntemlerin pahası ne? Neyi feda ederek kalkınıyoruz, bu kalkınmanın maliyeti ne, bu sorular sorulmalı. Bu sorular uzun vadeli sorular. Benim iklimim değişirse, bundan 20 yıl sonra, 50 yıl sonra, hatta 500 yıl sonra gözükecek birşey. Ama bugün evime bir LCD televizyon girse, bir de otomobilim olsa fena mı olur diye düşünüyoruz. Evime daha çok elektronik cihaz girerse, belki daha çok enerji kullanırım ama daha çok eğlenirim; arabam olursa her yere daha rahat giderim diye bakıyoruz hayata. Bunlar çok somut ve bugüne ait. Ama bunun bir pahası var ve o da bugün değil ama yarın ortaya çıkacak. Bunları da birilerinin çıkıp söylemesi gerekiyor. Ormanlarımı, ırmaklarımı yok edersem, enerji elde etmek için bütün kaynaklarımı fütursuzca kullanırsam, madenlerin hepsini çıkarmak için seferber olup yeryüzünün şeklini değiştirirsem, bitki örtüsünü üzerinden kaldırırsam ne olacak? Sadece insan açısından da bakmamalıyım, o kesilen ağaçlarda, ormanlarda yaşayan bütün canlıları da düşünmeliyim. Hayvanlar, böcekler, yani habitatın bütün unsurlarının geleceği için de bakmalıyım.
İCLAL AYDIN VE BÜLENT ERSOY DOĞAYI BİLMİYORLAR
Bülent Ersoy, kürkleriyle kameralar önüne çıkmaktan hiç rahatsuz değil, ne düşünüyorsunuz?
Hande: Biz insan merkezli değil, doğa merkezli siyaset yapıyoruz derken bunları kast ediyoruz. Çünkü ekoloji sadece Türkiye'yle de ilgili bir mesele değil. Mesela Türkiye, fosil yakıtlarını en çok kullanan ülkelerden. Ve bizim burada atmosfere saldığımız karbondioksit, dünyanın öbür ucundaki ada ülkelerini batırıyor. Türkiye'de yaşamayan diğer canlıların yok olmasına sebep oluyor. Böyle birşeye hakkımız olmadığını düşünüyoruz. Türkiye'de yaşayan insanların bu konular üzerinde de bir nebze de olsa düşünmesini ve sorgulamasını istiyoruz. Ama insanlar doğayı da bir acayip görüyorlar. Daha geçenlerde İclal Aydın, üzerinde kürk olmasına rağmen çıkıp "Ama evimde 2 kedim var" dedi örneğin. Cinsiyet kimliği itibariyle, zulüm görmenin, acı çekmenin ne demek olduğunu en iyi bilmesi gerekenlerden biri olan Bülent Ersoy çıkıp timsah derisinden çantasını savunabiliyor. İnsanlar doğayı bahçesinde yetiştirdiği bir ağaç ve evinde beraber yaşadığı hayvan olarak görüyor. Bu kadar basit değil.
Akın: İnsanlara otomobil kullanma, bisiklet kullan, işine metroyla git ki ekolojik tahribat olmasın, ada ülkeleri batmasın dediğinizde "Bana ne" diyor. O timsah derisinden çanta üretilirken, o timsahın derisi çıkarılırken ne kadar acı çektiğini düşünmüyor. Böyle düşünen insanlara ulaşmak ve birşeyleri sorgulatmak o kadar zor ki.
ADEM-İ MERKEZİYETÇİ BİR PARTİYİZ
Yerel seçimlere katılacak mısınız? Bir hedefiniz var mı?
Akın: Henüz bu anlamda ciddi bir plan ve programımızın olmadığını itiraf edebilirim. Kuruluş aşamalarının sancıları ile uğraşıyoruz. Az önce saydığımız sebeplerden ötürü, kısa vadeli değil uzun vadeli sorunlara odaklanmamızdan ötürü bunu henüz başaramadık.
Hiyerarşik olmayan bir parti olmanız bu anlamda bir dezavantaj oluyor olabilir mi?
Akın: Onun da etkileri var elbette. Merkeziyetçi olmamanın, karar alma süreçlerinde getirdiği güçlükler var.
Hande: Her ne kadar merkeziyetçi olmayalım, hiyararşik olmayalım desek de, bunu inanarak savunsak da, insanların alışkanlıklarını değiştirmesi de kolay olmuyor. Meseleler bir noktada tıkandığında insanlar "birileri karar alsın ve uygulansın" diyip fazla müdahil olmak istemeyebiliyorlar. Başkansız bir yönetim nasıl olur, kararlar karşılıklı paylaşımla, kimseyi baskılamadan, azınlıkları bastırmadan tam bir demokrasi içinde merkezi bir otoritenin buyruğu olmaksızın nasıl alınır, tüm bunları biz de öğreniyoruz.
Partinizin finansal kaynakları neler?
Akın: Üye aidatlarından, destekçilerin gönüllü katkılarından başka herhangi bir kaynağımız yok. Mesela bu dairenin iç dekorasyonu, mobilyaları, tesisatının kurulması hep gönüllü katkılarla ve imece usulü halledildi.
KAMUDA BAŞÖRTÜSÜNÜ DESTEKLİYORUZ
Türkiye'de tartışılan sorunlara ilişkin sizin görüşleriniz neler? Mesela başörtüsü özgürlüğü konusunda ne düşünüyorsunuz?
Akın: Geçenlerde, Memur-Sen öncülüğünde yürütülen kamuda başörtüsü kampanyası için kurulan bir standı gördüğümde hemen gittim imzamı verdim. Hakikaten demokratik, ve baskıcı olmayan bir ortamı sağlamak istiyorsak herkes istediği kıyafetle istediğini yapabilmeli. Fakat, sosyolog Şerif Mardin'in belirttiği gibi, zaman içinde başı kapalı kadınlar başı açıklar üzerinde bir mahalle baskısı unsuru olacaksa, o yolun açılmasını da istemem. Her kadının kıyafeti konusunda, başını örtecekse de örtmeyecekse de kendi iradesiyle buna karar veriyor olmasını doğru buluyorum. Örtünmek veya örtünmemek konusunda kadın kendisi karar vermeli. Örtünmeye geçmek kadar, örtüsüzlüğe geçmek de aynı kolaylıkta olmalı diye düşünüyorum. Ne siyasi erk, ne devlet, ne de gelenek ve inançlar bu konuda bir baskı unsuru olmamalı.
Hande: Ben insanların inanç ve kültürel kimliklerini, kamuda da olsa gizlememeleri gerektiğini düşünüyorum. Ama bu meseleyi daha çok erkeklerin konuşuyor olmasından, canla başla bunun üzerinden politika yapmasından biraz rahatsızlık duyuyorum. Bu konuyu erkekler hiç konuşmasın demiyorum ama örneğin kadınlara ilişkin böyle bir konuda kampanya yürüten Memur-Sen'in yönetiminde hiç kadın olmaması benim için büyük bir problem. Erkeklerin, başörtüsü üzerinden politika yapması, aslında kadın bedeni üzerindeki bir tahakkümü yeniden üreten bir sonuca götürüyor. Fakat dediğim gibi, insanlar kamuda da olsa ne siyasi, ne cinsel ne de kültürel kimliklerini gizlememeli. Dikkat etmemiz gereken husus, kamuda bu alanda bir serbestleşmenin hizmet alanlar üzerinde bir baskı ve ayrımcılık haline dönüşmemesi olmalı.
ERGENEKON DAVASI BAŞTA HEYECAN VERİYORDU
Türkiye'de başka bir önemli mesele de, askerin siyasetteki yeri. Mesela Ergenekon ve Balyoz Davalarının gidişatı konusunda ne düşünüyorsunuz?
Hande: Türkiye'de askeri vesayet sorunu son birkaç yıl içinde geriledi. Ama ben bittiğini söylemek için henüz çok erken olduğunu düşünüyorum. Sorulması gereken, askeri vesayet zayıfladı, ya da bitti desek bile acaba askeri vesayetin getirdiği sorunlar çözüldü mü? Hayır, çözülmedi.
Ne gibi sorunlar mesela?
Hande: İnsanların özgürleşmesine çok bir katkı sağladı mı diye baktığımda sağlamadığını görüyorum. AKP, askeri vesayetin gerilemesini kendi otoritesini güçlendirmek için kullandı ve kendisini yeni bir baskı unsuru olarak üretti. Ergenekon Davası'na gelecek olursak, darbelerle yüzleşmek ve darbe girişimleriyle mücadele etmek çok önemli. Bu davalar başladığında da toplumun farklı kesimlerinde heyecanlar yarattı. Ama kim olursa olsun, darbeci de olsa, adil yargılanma hakkı elinden alınamaz. Tutukluluk sürelerinin uzaması, delillerdeki belirsizlikler, yargının aslında eskiden de süregelen sorunları insanlardaki bu sevinci ve inancı kıran bir yöne doğru gidiyor. En azından benim açımdan durum bu şekilde.
Akın: Militarizmin geriletilmesi ve bir demokrasinin içinde olmaması gereken konumunun yok edilmesinde çok büyük bir yarar var. Buna hakikaten Türkiye demokrasisinin birincil ihtiyacı diyebilirim. Çünkü Türkiye'de askerlerin o egemen konumu sürdükçe demokrasinin işleyebileceğine kimse inanmıyordu. Halk nereye oy verirse versin, çok sapıtırlarsa askerler gelirler ve düzeltirler diye bir düşünce vardı. Bu düşünce ve neredeyse cumhuriyetin başından beri askerlerin siyasetteki güçlü varlığı hiçbir zaman eksilmedi. Onlar bir kurucu irade olduklarını söylediler ve siyasetteki rollerini hiçbir zaman terk etmediler. Şimdi artık yavaş yavaş, istemeye istemeye bu rollerini terk ediyorlar. Bence bu harika birşey. Dolayısıyla, militarizm geriletilirse bundan kim kazanacak sorusunu sormamalıyız belki. Kazanan, Türkiye'nin demokrasisi, meseleye bu şekilde bakmalıyız diye düşünüyorum. Bundan ilk kazançlı çıkacak elbette ki mevcut siyasi iktidardır. Bu siyasi iktidar matah birşey mi, beğeniyor muyuz, hayır. Ama kim kazanırsa kazansın, demokrasimiz normal bir demokrasi standardına doğru gelişme yoluna girmiştir. Eğer mevcut AKP bundan daha çok kazançlı çıkıyorsa, bunun sebebi diğer partilerin, CHP'nin, MHP'nin, militarizmin geriletilmesi için yeterince çaba göstermemiş olmasıdır. Ama şunu da eklemeliyim, askerin siyasetteki rolünü geriletmek için yapılan mahkemeler adil ve olması gerektiği gibi kurallarına uygun yürütülüyor mu, benim de kuşkularım var. Yani niye bu işi kurallara uygun yapmıyorlar, bunu da anlamış değilim. Çünkü askeri darbe yapmak veya yapmaya çalışmak bir suçsa, ki suç, bunu doğru düzgün yargılamak da mümkün olmalı. Bu durum, militarizmin değirmenine su taşıyor.
KÜRTLER VE TÜRKLER ERMENİLERE SOYKIRIM UYGULADILAR
Gündemde İmralı görüşmeleri var. Bu görüşmeleri nasıl yorumluyorsunuz?
Akın: İmralı sürecine partimiz olumlu bakıyor. Ben de olumlu bakıyorum. Bu bir barış süreci. Toplumsal bir barışa ihtiyacımız var. Bu barış süreci Kürtlerin, Türklerin, diğer farklı etnisitelerle bir arada yaşayıp yaşayamayacağı ile ilgili bir sınav. Türkiye bu sorunu kendi politikacılarıyla, kendi toplumuyla, askerleriyle bir şekilde çözmek zorunda. Ama bunun zor bir süreç olduğunu da biliyorum. İRA ile İngiltere'nin neredeyse yüz yıl süren bir mücadeleden sonra bunu çözebilmesini, İspanya'daki Bask ve Katalan sorunu, Hindistan'daki benzeri mücadeleleri düşünecek olursak işimizin hiç de kolay olmadığı açık. Türkiye bu sorunu çözmek istiyorsa bütün tarafların kendi milliyetçiliklerini törpülemesi lazım. Türklerin de Kürtlerin de bunu yapması ve herkes için özgürlüğü ve çoğulculuğu içlerine sindirmesi lazım. Ötekiler zaten kalmadığı için Kürtler ve Türkler diyorum, çünkü ne yazık ki temizledik diğer bütün farklı ırkları. Türkler bu milliyetçilik törpülemesine en az hazır olan grup. Kürtler bu konuda daha iyi durumda. Mesela Diyarbakır Belediyesi'nin Ermeni kilisesini onarması olağanüstü bir başarı. Kürtlerin Ermenilerden, Süryanilerden özür dilemesi çok iyi birşey. Çünkü o yıllarda o topraklarda, Kürdistan'da bu etnik temizlikler onların eliyle yapıldı. Osmanlı ve Cumhuriyet hükümetleri yaptırttı ama kılıcı tutan, kafayı kesen Kürtler oldu.
1915 yılında Ermenilerin yaşadığı bir soykırım mıydı yoksa katliam mı?
Akın: Ben kesinlikle soykırım diyorum.
Kürtlerin bu toplumsal barış sürecinde atması gereken adımlar yok mu sizce?
Akın: Kürtlerin de o aşiret yapısından çoğulcu ve demokratik bir yapıya geçmeleri hiç kolay değil. Normalde kuşaklar içinde belki yüz yıl sürebilecek bir süreci biz Kürtlerden hemen bekliyoruz, ve sorunsuz bir geçiş olsun istiyoruz. Bu kolay olmayacak. Aynı zamanda bu Araplar için de geçerli. Mesela onları hiç konuşmuyoruz ama Türkiye'de üçüncü büyük etnik grup Araplar.
KÜRTLERİN TALEPLERİ KARŞILANMALI
Hande: İmralı görüşmeleri bence de çok önemli ve sevindirici. Fakat çatışmaları durdurmak Kürt sorununu çözmek için yeterli olacak mı sorusunu da sormamız gerektiğini düşünüyorum. Kürt halkının bazı haklı talepleri var ve bu taleplerin karşılanması gerekmekte.
Hangi haklı talepler mesela?
Hande: Anadilde eğitim, kamuda çok dilli hizmet, yerleşim yerlerine eski isimlerinin geri verilmesi, Terörle Mücadele Kanunu mağduru çocukların mağduriyetlerinin giderilmesi gibi hak taleplerinin öncelikle karşılanması lazım. Ben "eşit yurttaşlık" kavramını çok önemsiyorum. Birlikte barış içinde yaşayabilmek için eşit yurttaşlık tanımının iyi yapılması ve bunun anayasa ve yasalarca güvence altına alınması lazım. Sadece Kürtlerin değil, farklı bütün kimlik ve kültürlerin de anayasada güvence altına alınması şart. Tek tek isim isim de belirtmeksizin, hiçbir kimliğe atıfta bulunmadan genel bir güvence garantisi olması bu sorunun çözümü noktasında atılması gereken bir adım. Aynı zamanda bu savaşın getirdiği bir ekolojik yıkım da var, bu konuların da gündeme gelmesi lazım. Kullanılan bombaların yarattığı tahribat ve orman yangınları, mayınlı arazilerin izleri gibi.
Akın: Şu noktayı da mutlaka eklemek gerekir. Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi sağlanmalı ve özerklik talepleri dikkate alınmalı. Partimizin yereli önceleyen ve önemseyen politikaları kapsamında da bunlar çok önemli konular. Çünkü biz merkeziyetçiliği reddeden, adem-i merkeziyetçiliği savunan bir partiyiz. Türkiye Cumhuriyeti'nin atması gereken en acil adımlardan birisi, Avrupa Konseyi'nin Yerel Yönetimler ve Özerklik Şartı'nın uygulanması.
KÜRT SORUNUNDA AKP DEVLETÇİ, CHP IRKÇI, BDP ŞİDDETİ SAVUNUYOR
Kürt sorunu hakkında AKP'den, BDP'den ve CHP'den hangi noktalarda farklı düşünüyorsunuz?
Akın: AKP halen bu meselede milliyetçi bakış açısını bitirmedi. Bundan daha korkuncu, devletçi bakış açısın terk etmedi. Çok merkeziyetçi ve kendi gücüne güvenen, karşısındaki daha küçük olan gücü susturup oturtarak sonuç elde etmek isteyen tavrını değiştirmedi. Bence bu bir tehlike işareti. Bizim partimiz ise, bu milliyetçiliğin olmadığı daha eşitlikçi bir ortamda bu sorunun giderilmesini istiyor. CHP'ye gelecek olursak, bu meselede milliyetçi bile değil hatta bilakis ırkçı bir politika izliyor. BDP'nin konumunda ise bir "ezilen ulus milliyetçiliği" görüyoruz. Biz milliyetçi değiliz ama biz ezilen bir ulusuz diyorlar. O yüzden de ezilen ulusun ezilmemek için kendi milli kimliğine dayanarak karşı duruşunu örgütlemesi ve ayakta durmak için bunu kullanması meşrudur diye bakıyor. Ezilen ulus milliyetçiliği, dünyada da halen güçlü bir politik ideoloji. Ama ben şiddete inanmayan bir insanım ve şiddetsiz politik çözümlerin mümkün olabileceğini düşünüyorum. Partimizin de böyle düşündüğünü zannediyorum. Dünyada şiddet içermeyen muhalefetlerin de örnekleri var, en bilineni Gandi'nin mücadelesi mesela. Şiddetsizlik politikalarının ne Türkler ne de Kürtler tarafından üzerinde çok düşünülmüş ve aranmış politikalar olmadığını düşünüyorum.
Hande: Şunu eklemek istiyorum. Zaten silah ruhsatı olanlar partimize üye olamıyorlar. Sadece meslekleri gereği, emekli asker vb. kişiler üye olabilirler ama mesleği gerektirmediği halde silah taşıyanlar partimize katılamazlar.