BIST 9.725
DOLAR 35,20
EURO 36,75
ALTIN 2.968,40
HABER /  GÜNCEL

CHP bizi kıskanıyor!

AK Parti’li Akif Gülle, 30 yıldır iktidar olamayan CHP tarafından kıskanıldıklarını iddia etti. Gülle, İnternethaber Ankara Temsilcimiz Nesrin Yanık Çorakbaş'a konuşt

Abone ol

AK Parti’nin Halkla İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Akif Gülle, yalnızca iki yılda kat ettikleri mesafenin, 30 yıldır iktidar olamayan CHP tarafından kıskanıldığını söylüyor...

İnternethaber Ankara Temsilcisi Nesrin Yanık Çorakbaş’ın röportajı…

AK Parti’nin Halkla İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı ve Amasya Milletvekili Akif Gülle ile genel merkez binasında randevulaştık. Parti kapısından adım atar atmaz bize gösterilen sıcak ilgi, az sonra Akif Gülle ile konuşacağım AK Parti İletişim Merkezi’nin, misyonunu layıkıyla yerine getirdiğine dair ilk olumlu sinyalleri vermişti bile…

Akif Gülle, röportajımızda AK Parti’nin halkın kurmuş olduğu parti olmanın sorumluluğunu taşıdığını belirtti ve halkın bütün katmanları ile beraber olduklarını söyledi. Akif Gülle’nin, AK Parti’nin kısa sürede kat ettiği mesafe ile ilgili görüşlerini ve iddialarını eminim siz de ilginç bulacaksınız…

AK Parti İletişim Merkezi, bir siyasi parti yapısı içinde farklı konseptiyle dikkat çekiyor. Nasıl bir misyonu var AKİM’in?

Bu proje, bizim daha partiyi ilk kurduğumuz zamanlarda planladığımız bir çalışmaydı. Yaklaşık bir buçuk yıl önce faaliyete geçti. AKİM’i bir cümle ile ifade edecek olursak; “24 saat kesintisiz halkımızla iletişim aracı fonksiyonunu icra eden bir kuruluştur”. Kısa sürede, gerçekten düşündüklerimizden çok daha farklı bir sonuca ulaştık. Bu, Türkiye’de bir siyasi partinin ilk defa yaptığı bir şey. Siyasi partilerde halkla ilişkiler diye bir birim olur, ama AKİM boyutunda bir kuruluş yoktur. Hatta bırakın diğer partileri, şimdiye kadar AKİM çapında bu tür halkla ilişkiler hizmeti yürüten bir başka kurumla karşılaşmadım. Bir yıl içerisinde 150 bin vatandaşımız, bizzat AKİM aracılığı ile bize ya problemlerini iletmiş veya projesini, düşüncesini bildirmiş, sadece şahsi problemlerini değil ülke meseleleri hakkında kendi görüşünü de dile getirmiştir. Bunların bildirilmesinden sonra, arkadaşlarımız konu ile ilgili mutlaka bir işlem ve dönüş yapmışlardır. 

Vatandaşlar AKİM’e daha çok ne tür sorunlarla geliyor?


Tahmin edeceğiniz gibi, en fazla işsizlik sorunu ile karşı karşıya kalıyoruz. Türkiye’de AK Parti ile başlayan dönemde istihdam mantığının anlaşılmadığını görüyoruz. Vatandaşlarda hala, ‘Siyasetçiye ya da parti genel merkezine gidersem, il başkanından bir not iletirsem, ilde ya da yönetimde olduğumu ispat edersem veya delege olduğumu söylersem bana farklı bir muamele olur’ gibi bir algılama ve anlayış var. Bu algılama ortadan kalkmış değil, ama sonuçta böyle bir şey yok. 

Yıllardır siyasetin içine işlemiş bu alışkanlığı sürdürmek isteyenlerin direncini nasıl kırıyorsunuz?


Açıkçası, insanların bizden aldığı cevapların onları daha da rahatlattığını görüyorum. Hangi cevaplar? ‘Hayır’ cevabı. Yani bizim toplumumuz aslında ‘hayır’ cevabını istiyor. Yani, ‘Ben bir yere gideyim, kardeşim bu iş olmaz densin de ben de olmayacağına inanayım’ diyor. İnsanların en büyük problemleri, olur ile olmaz arasındaki gidiş gelişlerinden kaynaklanıyor. ‘Acaba şuraya ulaşsam bu işi yapabilecek miyim’ gibi bir psikoloji, insanları daha çok sıkıntıya sokuyor. Arkadaşlarımız diyorlar ki, ‘TEDAŞ illerde yeni teknik eleman alımı yapıyor’. Tabi ki vatandaşımız geliyor ve soruyorlar. Biz de, ‘Hangi illerde çalışmak istiyorsanız, o ilin İş ve İşçi Bulma Kurumu’na müracaat edeceksiniz. İş ve İşçi Bulma Kurumu, o ilden kaç kişi alınacaksa onun iki katı kadar yüksek puan alanı sıralayacak, bildirecek ve yapılacak mülakatlarda yüzde elli azaltacak. Yani 30 kişi çalışacaksa, 60 kişi bildirilecek. 30 kişisi bunlardan alınacak. Hadi kardeşim sistem bu’. Bunu söylediğiniz zaman, insanlar çok rahat geri dönüp gidiyorlar. Eğer puanı iyiyse, biliyor ki ben burada işe girebilirim. Düşük puan almışsa, ‘Benim hakkım yok’ diyor. Benim hakkımın olmadığı gibi, bu puanı alan bir başkasının da hakkı yok. Bu rahatlamasını sağlıyor. 

Partinizin bu yeni yaklaşımını, taleplerinde siyasal yakınlığını kullanmak isteyenlere de biraz olsun yerleştirebildiniz mi?
Biraz değil, çok ciddi olarak yerleştirdiğimize inanıyorum. Yani, AK Parti kadrolarımızda görev yapan arkadaşlarımızın kendileri için farklı bir ayrıcalığı olmayacağını, en az bir başkası kadar biliyorlar. Ancak böyle bir uygulamamızın olmadığını, teşkilatlarımızın algıladığı kadar AK Partili olmayanlar algılayamadılar. Bu da eski siyaset alışkanlıklarının devamı. Yoksa bizim teşkilat mensupları bunu gayet iyi anladılar, onlarda özel bir problem yaşamıyorum. 

AK Parti içerisinde, eski siyaset geleneğinden gelenler de var. Bu talepler onlardan geldiğinde nasıl karşılıyorsunuz?


AK Parti içerisinde eski siyasetçiler yok. ‘Yenileşmiş eski siyasetçi’ diyelim. Ben, Fazilet Partisi’nden milletvekiliydim. AK Parti’nin siyasetteki en büyük fonksiyonu, değişim sürecini çok hızlı bir şekilde yakalamış ve kavramış olması. Bunda da en büyük avantajımız şu oldu; biz iki yıllık bir parti iken, Türkiye’de diğer partilerin 20 yılda ulaşamadıkları noktaya ulaştık. Nedir bu? İki yıl içerisinde bir parti kurduk, genel seçim ve yerel seçim yaşadık, iktidar olduk ve partinin kongresini topladık. Bu saydıklarımız, bir partinin yaşayabileceği en son şeyler. CHP’yi düşünün, yıllardan beri iktidar olma hadisesini yaşayamadı. CHP’nin 30 yılda yaşayamadığını, biz iki yılda yaşadık. Hızlı bir dönüşüm. Dolayısıyla, bizim kadrolarımız her şeyi bir defada yaşayınca, bir tecrübe kazandılar. Bundan dolayı kadrolarımızda problem yaşamıyoruz. 

Yani, partileşme süreciniz tümüyle tamamlandı mı?


Evet, öyle görüyorum. Bir partinin yaşadıklarını çok kısa bir sürede yaşamak çok kolay olmadı. Bizi bir hayli yıprattı. 

Siyasette gelenekleri yıkmak, değiştirmek kolay olmasa gerek, öyle değil mi?
Kolay değil. Benim gibi partinin kurulduğu günden beri görev yapan birisi olarak ifade ediyorum ki, çok kolay olmadı. Ama Türkiye’nin bu süreci yaşaması gerekiyordu. Dikkat ederseniz Türkiye, devletin istihdam kapısı olmaktan çıktığı anlayışı bu dönemde yaşadı. Yani süregelmiş klasik bir şey var; iktidara geleceksiniz, Devlet Su İşleri, Köy Hizmetleri gibi daha çok insan istihdam edebilecek alanlarda yeni kadrolar vereceksiniz. Üç bin kişi alacaksınız. Kimler alınacak? Tabi partililerden. İşte bunların hepsi ortadan kalktı. Türkiye’de 40 bin civarında yeni eleman alımı söz konusu. Bunun 25 bini öğretmen, 12 bini sağlık hizmetleri. Tüm birimlere alacağınız kamu personeli, 3-5 bini geçmez. Bu taleplerinde ortadan kalkması bizi çok rahatlattı.

“Bu partiyi halk kurdu, biz kurumsallaştırdık; bunun sorumluluğunu yerine getirmemiz gerekir” demiştiniz. AK Parti, almış olduğu sorumluluğu bugün ne kadar yerine getirdi?
Şunun altını çizmek istiyorum; bizim bu sorumluluğu ne kadar yerine getirdiğimizin en güzel kanıtını, bizim dışımızdaki partilerin bu konudaki kıskançlıklarında görebiliriz. Bir siyasi partinin genel başkanı, sayın başbakanın fakir sofralarında iftarda beraber yemek yemesini olağanüstü eleştirdi. Böyle şey olur mu? Bu mantığı anlamak mümkün değil. Hatta ben bir cümle kullandım; ‘Eğer bu bir kıskançlık değilse, böyle bir anlayış, psikolojik olarak çok daha büyük bir sorumsuzluk’. Şimdi bu ülkenin başbakanının, halkının en zayıf en kesimine ‘Ben sizinle beraberim’ demesinden daha doğal ne olabilir? Sayın Başbakan her akşam beş yıldızlı otellerde adeta kuş sütünün de bulunduğu lüks sofralarda iftar açsa, daha mı şık olacak? 

Sayın Erdoğan, belediye başkanlığı döneminde de bunları yapıyordu galiba…
Sayın başbakanın geçmişinde bu tür örnekler aynen yaşandı. Sayın başbakanın yaptığı, bizim bütün teşkilatlarımızda görev alan arkadaşlarımızın her birisinin yaptığı bu. Bütün arkadaşlarım, bu toplumun fakir sofralarını paylaşma gayreti içerisindeler. 

Milletvekillerine de fakir sofralarını paylaşmaları yönünde çağrı yapıldı mı?
Tabiî. Ankara’daki tüm milletvekillerimiz halkın arasına katılıyorlar. Halkın kurmuş olduğu parti olmak demek, elbette halkın bütün katmanları ile beraber olmak, ama özellikle halkın size ihtiyaç duyduğu kitleler ile çok daha fazla beraber olmak anlamını taşır. Biz de bunu sağlamaya çalışıyoruz. AK Parti’ye günde yüzlerce insan gelir. Kim olursa olsun, aşağıya gelen insanlar kapıda karşılanır. Çay kahve ikram edilir, eğer öğle vakti ise yemekhanede ücretsiz olarak hepimizin yediği yemekten yerler. Orada arkadaşlarımız problemlerini çözerlerse çözerler, ama bizimle görüşmesini gerektirecek bir konu varsa bize gelir. Kısaca ‘Ben Ankara’ya gittim ama derdimi anlatacağım bir vatandaş bulamadım’ diyen bir kişi olmaz. Bunu biz şahıs olarak da yapmak istiyoruz.   

Mecliste yaşanan TCK tartışmalarından sonra AK Parti içerisinde kırgınlıklar yaşandığı kamuoyuna yansıdı. Şu anda uzlaşma sağlandı mı?
Bu konuda da, bizim dışımızdakilerin yeni döneme henüz alışamadıklarını görüyoruz. Türkiye’de en stratejik kararların alındığı dönemi biz yaşadık, bu iki yıl zarfında. Başta dış politika olmak üzere, Kıbrıs meselesi, AB konusu ve Irak sorunu. Bunlar gerçekten büyük meselelerdi. Mesela tezkere konusunu, kurulda iki gün tartıştık. İki gün tartıştığımıza göre, farklı görüşlerimiz olmuş demek ki. Şimdi bu tartışmadan biz rahatsız değiliz, ama partimizin dışındakiler rahatsız oluyor. Grup seçimleri yaptık. Hangi yolla seçimleri gerçekleştirebileceğimizi bile tartıştık. Sonuçta, önce arkadaşlarımızın bir temayülünü aldık. Aldığımız temayüllerden, en fazla hangi görevlerde kimlerin görünmek istediğini ortaya koyduk. Şu arkadaşlarımızın içerisinden bu arkadaşlarımızın, grup başkan vekili olması isteniyor. On tane isim verdik ve demokratik bir katılımla bu beraberlik sağlandı. 

Parti olarak bu uzlaşma ortamını nasıl sağlıyorsunuz?
Elbette ki demokratik katılım çok önemli. Bizim çıkış noktamız; biz tekelci aklı değil, ortak aklı ifade ediyoruz. Yani genel başkan diktatörlüğü, daha farklı ifade ile ‘genel başkan despotizmi’ yaşayan bir parti asla değiliz. Partinin bütün kararları, partinin en yüksek karar merciî olan Yürütme Kurulu’nda sonuna kadar tartışılır. Herkes tek tek düşüncesini ortaya koyar ve kararlar alınır. 

Buna tam demokratik bir ortam diyebilir miyiz?
Tam demokrasiyi işletmek, tek başımıza bizim elimizde değil. Türkiye’de asla tam demokrasiyi işlettiğimizi iddia edemeyiz. Tam demokrasiyi işletebilmemiz için, almamız gereken çok mesafe var. Bu, parti örgütlerinin oluşumundan başlar, milletvekili seçimleri, parlamento oluşumu, siyasi partiler yasasına kadar tam demokrasi için almamız gereken mesafe var. Biz bu şartlarda, elimizden geldiği kadar demokratik olmaya çalışıyoruz. 

Avrupa basınında Kızılcahamam’daki toplantı çok dikkat çekti. Bunu neye bağlıyorsunuz?
Avrupa’da, her partinin söylediği çok yakından takip ediliyor. Özellikle Ak Parti’nin siyasi çevrelerin oluşumunda aldığı mesafeleri ve başarısını çok yakından takip ediyorlar. O nedenle, Kızılcahamam’ın gündeme gelmesini bu manada değerlendirmek gerekir. Çünkü, gerçekten bugün AK Parti mesafesinde Avrupa’da çok geniş kitlelere, bu kadar kısa sürede ulaşmış ve netice almış parti yok. Bir ülkede, iki yılda kurulan bir partinin olağanüstü mesafe alması, siyaset yapan herkesi yakından ilgilendiriyor. Sadece Kızılcahamam değil, iktidarımızla, partimizle, genel başkanımızla alakalı hemen hemen her gün Avrupa’nın saygın gazetelerinde, dergilerinde makaleler çıkıyor. Dolayısıyla bunu onun uzantısı olarak düşünüyorum. 

Bu kadar yakından gözlemlenmek partinizde tedirginlik yaratmıyor mu?
Başarınız gözlemleniyorsa bir tedirginlik olmaz. Başarılarımızı gözlemliyorlar. 

Kızılcahamam toplantısından hemen sonra da gündeme, kabine değişikliği konusu geldi. Kabinede revizyon olacak mı?
Bunlar her dönem konuşulan şeyler. Benim şahsi düşüncem, kısa sürede hükümetimizde revizyon beklemiyoruz. Ama tabi ki, kabine sayın başbakanımın taktirinde olan bir şey. Kendisi ne zaman böyle bir şey isterse, bu taktirini kullanacaktır. 

Bazı bakanların görevlerinde yıprandığı yönünde basında çıkan haberleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bunlar sadece bizim dönemde değil, aşağı yukarı her iktidar döneminde yapılan konuşmalardır. Ancak total olarak hadiseye baktığımızda, 59’uncu hükümet siyaset tarihini en başarılı hükümetlerinden biri olduğuna göre, bakanlarımızı da bu noktada değerlendirmek icap eder. Elbette genel manada, bakanlar da başarılı bakanlar demektir.

Türkiye, AB ile ilgili büyük bir beklenti içinde. Bu konuda sizin yaklaşımınız nedir?
Biz, hep beklentilere endeksli bir ülkeyiz. Artık beklentilere göre değil, realitelere göre hareket etmeliyiz diye düşünüyorum. Realite de şudur; iki yıldır AK Parti iktidarı AB yolunda Avrupalıları dahi hayrete düşürecek mesafe almıştır. İlerleme raporunda bu açıkça teyit edilmiştir. Ama almamız gereken çok mesafe, gitmemiz gereken çok menziller var. Bu süreçte şu ana kadar geldiğimiz şekilde yolumuza devam edersek, önümüzde ciddi bir engelin kalmayacağını düşünüyoruz.

Sizce müzakere tarihi almayı umduğumuz 17 Aralık’ta bir sürpriz yaşayabilir miyiz?
Tabi en büyük sürpriz, hiç vakit kaybetmeden müzakerelerin başlamasıdır. Bu da bizim için sürpriz değil, bir gerçek ve olması gerekendir.

Fransa’da yaşanan Türkiye aleyhtarı tartışmalar kararı etkileyebilir mi?
Bu tartışmalar halk kitleleri arasında yaşanan tartışmalardır. Halkın tartışmasını normal karşılamak gerekir. Ancak AB, belirlemiş olduğu kriterlere uygun bir süreçte yoluna devam eden Türkiye’ye engel çıkarmayacak, AB yöneticilerine farklı bir yaklaşım oluşma imkanı vermeyecektir. 

AB sürecinde çıkartılan yasaların, toplumca benimsenmesinin yasaları yapmaktan daha zor olacağı konuşuluyor. Bununla ilgili sizin de endişeleriniz var mı?


Endişelerimiz yok, ama dikkat etmemiz gereken noktalar var. Mutlaka bu yasaları çıkarmak çok önemli bir adımdı. Bu adımı attık, ama bu yolda yürümek de en az bu yasaları çıkarmak kadar önemli. Türkiye’deki demokratik olgunlaşma sürecinde bir problemle karşılaşmayacağımıza inanıyorum.