Cennete hoş geldiniz
Belgrad Otogarından kalkacak olan Guca otobüsüne binince anlıyoruz ki, numaralı biletlerimizin fazlaca önemi yok. Erken gelen oturuyor!
Boş kalan son iki koltuğa Tolga Sezgin ile ben çöküyoruz. Şoför ise hâlâ yolcu alıyor, bir yandan da para topluyor.
Yaklaşık üç buçuk saatlik yolculuğu ayakta tamamlalan yolcular var. Şoföre gözün doysun diyeceğiz ama insanların başka seçenekleri yok.
Guca Otogarında indiğimiz de minik bir umutsuzluk dalgası bizi sarmalıyor. Hiç bir sosyal tesisi bulunmayan kampinglerde çadır yeri için 20 Euro rica ediliyor.
Bizim cadırımız, uyku tulumumuz ve yatak niyetine üstüne serileceğimiz matımız da yok. Kiralama imkanı olabilir ama bu çileli koşullara da kişi başı 40-50 Euro vermemiz gerekebilir.
Tolga ile kentin içine doğru umut yürüyüşüne başlıyoruz. Aman bu nasıl bir köy?
Bütün evlerin balkonları, pencerleri, kapı girişleri ve bahçeleri rengarenk çiçekler içinde...
Kısa boylu ağaçları üzüm salkımı yoğunluğunda kımızı, yeşil, sarı elmalar, üç dört çeşit armutlar, dalları kıracak dolulukta mürdüm erikleriyle yerlere kadar eğilmiş bizi selamlıyor.
Tolga ikimiz adına görüş bildiriyor:
-Abi cennete geldik!
Gerçekten de cennete geldik ama küçük bir sorunumuz var: Yatacak yerimiz yok!
Böylesi ortamlara olan yatkılığımız anında devreye giriyor. Yarım saat sonra Vera ve Zarko Stanojeviç çiftinin evini buluyoruz. Vera’nın ilk eşinden oğlu Goran Paunoviç de misafir olarak evde bulunması dil sorununu da çözüyor.
Evlerinin bir odasını bize kiralıyorlar. Günlük kişi başına 20 Euro dediklerinde, boyunlarına atlamak için kendimi zor zaptediyorum.
Biraz önce çayıra serilmek için 20 Euro istenmiş birine, duşu tuvaleti sıcak suyu olan yumuşacık bir yatak sunulduğunda başka ne hissedilebilinir ki?
Kırklı yaşların başında olan Goran tarih profesörü... Savaş karşıtı olması aramızda tanışmamışlıktan gelen bütün mesafeleri kaldırıp atıyor.
Sırbistan’ın kalbi olarak bilinen Guca’da savaş karşıtı bir Sırp bulmak bizim talihimiz olsa gerek...
Annesi Vera bize hoş geldin kahvesi tapıyor. Guca’da sadece cezvede pişirilen çekilmiş kahve içiliyor. Goran. ‘Türk Kahvesi’ diyerek ikram ediyor.
Evin reisi Zarko kahvenin yanına iyi gider diyerek Sırp rakısı koyuyor, minik likör kadehlerine. Sonra hep birlikte kaldırıyoruz:
-Guca’nın şerefine, hoş geldiniz, dostluğa hoş bulduk!