Ruşen Çakır, 14 Aralık operasyonu sonrası şiddetlenen hükümet-cemaat kavgasında gelinen son durumu kaleme aldı.
Abone olHabertürk gazetesi yazarı Ruşen Çakır, Gülen ile amansız bir mücadele giren Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın hasar tespit raporu çıkardı
Hükümet ile cemaat savaşını yakından takip eden Ruşen Çakır, "Cemaat'e karşı 'başkomutan' Erdoğan" başlıklı bugünkü yazısında ağır yaralı olan cemaati savaşı kaybettiğini anlamına gelmediğini yazdı.
Erdoğan'ın mücadeleyi tam olarak kazanamamasındaki nedenleri yazar, maddeler halinde böyle sıraladı:
DARBE SÖYLEMİNİN YETERSİZLİĞİ: Öncelikle siyasi iktidar, 17 ve 25 Aralık soruşturmaları sırasında dile getirilmiş olan yolsuzluk iddialarını boşa çıkarabilmiş değil. Aslında bu yönde pek bir çaba da görmedik. Daha çok, Cemaat'in tasarladığı "darbe"ye zemin hazırlamak için bu iddiaları ortaya attığı şeklindeki bir savunma öne çıktı. Yani iddialardan çok bunu kimlerin, neden ve nasıl gündeme getirdiği tartışılmak istendi. Sonuçta Cemaat'in (kötü) niyeti konusunda toplumun belli bir kesimi ikna edilmiş olsa da yolsuzluk iddiaları yalanlanmamış bir şekilde ortada duruyor. Öyle ki eski bakanların, bazı AKP'li milletvekillerinin de oylarıyla Yüce Divan'a gönderilme ihtimalinden ciddi olarak söz ediliyor.
ERDOĞAN'IN SAVAŞI: Cemaat 17-25 Aralık sürecinde gerek bakanları, gerek yakın arkadaşları, gerekse aile fertleri üzerinden doğrudan Erdoğan'ı hedef aldı. Yani amaç AKP'den ziyade Erdoğan'ın tasfiyesiydi.
O da kendisine ilan edilen savaşı kabul edip savunma ve karşı saldırıların komutasını bizzat üstlendi. Bir yıl zarfında Cemaat'e karşı stratejinin bizzat Erdoğan tarafından çizildiğini ve siyasi iktidarın değişik kademelerinden çok sayıda kişinin, onun beklentilerinin çok altında performans sergilediğini gördük. İktidar partisi, hükümet ve onun etki alanındaki medya dahil olmak üzere birçok yapıdaki değişikliklerde önde gelen kriterlerden birinin, Cemaat'e karşı mücadele azmi ve performansı olduğu açıktır.
İSLAMİ KAYGILAR: Bu bağlamda, Cemaat'e karşı savaşında Erdoğan'a en fazla ayak uydurabilen siyasetçi, gazeteci ve diğerlerine baktığımızda İslami hareket kökenlilerin çoğunlukta olmadığını görüyoruz. İktidar trenine yakın bir dönemde atlayan, kimisi dün Cemaat ile fazlasıyla içli dışlı olan bu kişilerin neden daha fazla öne çıktıkları sorusu önemlidir. Şahsen, İslami duyarlılıkları baskın olan kişilerin, Gülen ve cemaatinden hiç hoşlanmasalar, hatta nefret etseler bile, cumhuriyet tarihinde örneğine ilk kez rastladığımız, ülkenin en güçlü iki İslami yapısının birbiriyle amansız bir savaşa girişmiş olmasını bir türlü kabullenemediklerini düşünüyorum. Bu savaşın -kim kazanırsa kazansın veya kim ne kadar kaybederse kaybetsin- orta ve uzun vadede Türkiye'deki İslami hareketin aleyhine çok vahim sonuçlara yol açacağı öngörüsü AKP çevresinden bazı kişileri pasitize ediyor. İlginçtir, Gülen Cemaati bünyesinde bu tür kaygılarla nadiren karşılaşıyoruz. Bunda Gülen'in 40 yılı aşkın süredir kendi etrafında çok güçlü bir ağ örmüş olması etkili.
BASIN ÖZGÜRLÜĞÜNÜ UMURSAMAMANIN BEDELİ: 14 Aralık operasyonu, dün Gülen Cemaati'ne bağlı polis-adliye-medya üçgeninde kotarılan operasyonlara (Ergenekon, Balyoz, Odatv...) çok benziyor. Bu operasyonlarla gücüne güç katan Cemaat, kumpas düzenleyerek bazı gazetecileri içeri attırdığı andan itibaren düşüşe geçti. Siyasi iktidar da 14 Aralık operasyonunun basın özgürlüğü ihlali boyutunu önemsemiyor veya öyle gözükmek istiyor. Erdoğan siyasi hayatı boyunca medyayla savaşarak güç kazanmış olabilir ama gazetecilerin özgürlükleri söz konusu olduğunda bambaşka bir durumla karşılaşması kuvvetle muhtemel."