Çare Sadettin Teksoy
Olayları görmemiz ile kavramamız arasında derin bir uçurum oluşmuş. Korkutmaktan ve korkmaktan başka hiçbir şey konuşamaz hale gelmişiz.
Günlerdir konuşuluyor.
“Osmanlıca öğretilsin mi yoksa öğretilmesin mi…
Öğretilecekse zorunlu mu olsun yoksa seçmeli mi…”
İnanın bir kaç gündür süren tartışmaları izlediğinizde; teknik sayılabilecek bir konuda bile kaygılarımızın, endişelerimizin nasıl mevzunun önüne geçtiğini fark edeceksiniz.
Olayları görmemiz ile kavramamız arasında derin bir uçurum oluşmuş. Korkutmaktan ve korkmaktan başka hiçbir şey konuşamaz hale gelmişiz.
***
Konuya böyle bakınca aklıma direk Alferd Hitchock'un “Vertigo (Ölüm korkusu)” isimli filmi geldi.
İçinde bulunduğumuz hali çok güzel anlatan bir örnek diye düşündüm.
İzlemiş misindir bilmiyorum.
Hitchock bu filminde, izleyenlerde korku ve endişe hissi yaratmak için dâhice bir fikir geliştirir. Bunu da “Ters zoom” denilen bir teknikle, görme duyumuzu oluşturan mekanizmayı afallatarak başarır.
Filmin bir sahnesinde, “ileriye doğru zoom yapan kamera, raylar üzerinde geriye çekilir” ve bu görüntü izleyici de endişe-korku duygusu yaratır.
Oluşan bu tedirginlik hissinin sebebi nedir diye sorarsanız;
İnsan, mekanı ve cisimleri algılarken perspektif ve cisim boyutunu baz alır.
Bunu yaparken de sol ve sağ göz arasındaki bir kaç santimetrelik açıklık sebebiyle iki farklı veri elde eder. Bu iki boyutlu (2D) görüntü, beyinde birleştirilip üç boyuta (3D) dönüştürülür. Yani görüntüyü bilinenin aksine göz değil, kendisine gelen dataları yorumlayan beyin oluşturur. O bu işlemi yaparken, ne kadar doğru bir bilgi ortaya çıkarırsa siz de o denli sağlıklı bir görüntüye sahip olursunuz.
Hitchock’un ters zoom tekniğinde beyin “çelişkili” görüntüler/bilgiler topladığı için görme süreci aksar ve bu anormalliğe izleyicilerin beyni refleks vererek korku hormonu salgılar. Bu nedenle endişe ve tedirginlik duygusu hissedilir.
***
İşte içine düştüğümüz durum tam da Hithock’un yarattığı ters zoom hali.
Artık beynimiz sağlıklı bir biçimde dışsal verileri yorumlayamıyor.
Çünkü olayları görme ve kavrama mekanizmamız altüst olmuş durumda. Beynimiz sadece kaygı üretiyor.
Ve bu nedenle kaygıları bir kenara bırakıp, en teknik konuları bile nesnel biçimde ele alamıyor. Bir tehdidin parçası haline dönüştürüyor.
En haybeden meseleden seçim barajı, hukuk sistemi gibi hayati problemlere kadar her şey bu görme bozukluğunun esiri olmuş.
“Osmanlıca dersi” denildiği gibi muhalefetin ilk refleksi “Dindar nesil yetiştirecekler” oluyor. Acaba iyi bir şey mi, yararlı mı, zararlı mı... Cık... Bunu düşünen yok.
Diğer yanda ise her şeyi darbe, mili iradeye ket vurma olarak gören bir hükümet söz konusu…
Şüphesiz Cumhurbaşkanı’nın “isteseniz de istemeseniz de olacak” şeklindeki gibi üstenci açıklamaları da bir meydan okuma olarak bu korkunun alevini güçlendiriyor. Cephe siyasetini kızıştırarak belli kesimlerin kaygı duymasına neden oluyor.
Eski toplumlarda da üretim alanının, araçlarının tehdit altında olması destan, masal, efsane gibi halk edebiyatı ürünlerinde dev, vahşi hayvan motifleriyle anlatılırdı.
Örneğin tarımla uğraşan bir toplumda, su kenarında yaşayan ve suyu içip bitirdiği iddia edilen canavarlardan bahsedilirdi.
Böylece oradaki korku-endişe cisimleştirilirdi. Ete kemiğe bürünürdü.
Şuan yapılan da bundan farksız değil.
Faiz lobileri, darbe söylemleri yeni yaratılan postmodern hikayelerin canavarları…
Bu sebeplerden ötürü bir birinden uzaklaşan, kendi yarattığı devleri, inleri cinleri tehlike olarak gören bir toplum haline geldik.
Ve onların gölgesinin yarattığı karanlık nedeniyle “adalet, eğitim, özgürlük” gibi netameli ve önemli konuları bile kendi özgül ağırlıklarında tartışamayan bir topluma dönüştük.
Doğru düzgün konuşamadığımız, tartışamadığımız için,
Adalet bir türlü yerli yerine oturmuyor.
Örgün eğitim, karşılığını vermiyor.
Özgürlükler, yatay alanda istediğimiz gibi genişlemiyor.
***
Osmanlı dersi müfredata konar ya da konmaz, bu konu iki gün sonra unutulur.
Ama emin olun bu kafayla gidersek, bizi bir tek canavar uzmanı Sadettin Teksoy kurtarır.
Dertlerimize deva bulmak, en sonunda ona kalır.