Caniler nasıl yetişiyor?
“Kazanmak için her yol mubah” anlayışı maalesef tek amacı kazanmak olan, his yoksunu, merhamet yoksunu, vicdan yoksunu bireyler yetiştiriyor.
Türkiye, geçtiğimiz hafta Ceren Özdemir cinayeti ile çalkalandı. Cinayeti işleyen Özgür Arduç’un verdiği ifadeler ise adeta kanımı dondurdu. Bu psikopat katilin bu toplumun içinden çıkmış olması en büyük yüzkaramız.
Sahi biz nasıl oldu da böyle caniler yetiştirir olduk?
Hayatının baharında bir genç kızın hiçbir suçu ve hiçbir şeyden haberi olmadığı halde öldürülmesi çok ama çok acı verici. Bu cinayetin hiçbir hafifletici sebebi olamaz.
“Hafifletici sebep” bir yana bu cinayetin işlenmesi için bir sebep bile yok ortada...
Çok ama çok acı verici bir cinayet...
Ancak bir şey daha var ki bu Ceren Özdemir’in öldürülmesinden bile daha dehşet verici, daha acı ve yaralayıcı... Katil Özgür Arduç’un yakalandıktan sonra verdiği ifade kan dondurucu nitelikte.
Arduç, ifadesinde şunları söylüyor:
“Bir marketten bıçak alıp insan avına çıktım. Çeşitli şahısları takip ederek, bıçak ve tornavida ile öldürmeyi düşündüm. Ancak son anda başkaları karşıma çıkınca gerçekleştiremedim. Olay sabahı, ‘Kimi öldürebilirim’ diye insan takibine başladım.
Karşıma bir bayan çıktı. Takip ederek, evinin bulunduğu binayı öğrendim. Ancak hangi daireye girdiğini görmedim. Bu kızı öldürmeyi çok istedim. Cezaevinden çıkınca adresini tespit etmiş olduğum bayanı öldüreceğim.
Caddede kısa boylu bayanı gözüme kestirerek takibe başladım. Bazen aramıza mesafe koyup bazen yan yana yürüdüm. Zile bastı. Tam kapıyı kapatacakken ‘Bakar mısınız’ deyip birlikte apartmana girdim ve bıçakladım. Pişman değilim. Cezaevinden çıkarsam yine insan öldürmeyi düşünüyorum.”
Aman Allahım...
Bunlar ne dehşet verici ifadeler...
Sırf öldürmüş olmak için öldürmek, öldürmek için insan seçmek...
Ben size daha acı verici olanı söyleyeyim mi?
Bu katil bizim içimizden çıktı...
Bu cani bu toplumun içinden çıktı...
Bu canavarı bizler yetiştirdik...
Bizim aile sistemimiz, bizim eğitim sistemimiz, bizim toplumumuz bu insanlıktan nasibini alamamış canavarı yetiştirdi.
Nasıl, nasıl, nasıl...
Biz; aile, eğitim sistemi ve toplum olarak nasıl böyle bir cani yetiştirebildik?
Son günlerde zihnim bu soruya cevap ararken bir arkadaşımın anlattığı olay bir nebze de olsa sorularıma ışık tuttu.
Arkadaşımın anlattıklarını aktarmaya çalışırken mekân, zaman, kurum ve kişi isimleri kullanmayacağım. Çünkü amacım bağcıyı dövmek değil üzüm yemek...
Arkadaşım, basketbol altyapı liglerinde mücadele eden bir takımda basketbol oynayan oğlunun maçını seyretmeye gitmiş. Karşı takım olukça iddialı, tam takım ve yaklaşık beş tane yönetici ve koçla çıkmışlar sahaya.
Diğer takım ise daha mütevazı bir kadroya sahip 8 oyuncu ve 1 koç ile çıkmışlar sahaya. Ancak işler hiç de iddialı takımın beklediği gibi gitmemiş ve maçta sürekli yenik oynamışlar.
Hatta bir ara fark oldukça açılmış. Bu gibi durumlarda takımın iyi oyuncusu faul yapmaya zorlanırmış ve oyuncu saha dışına çıkarılmaya çalışılırmış. Nitekim öyle olmuş ve galip takımın bir oyuncusu 5 faul sonucu oyundan atılmış lakin sonuç pek de değişmemiş.
İddialı takım son 3 dakikaya yenik girmiş. İşte tam da burada galip takımın en iyi oyuncusu sakatlanmış.
Buraya kadar her şey normal, oyun kurallar içerisinde oynanıyor. Ortada bir mücadele var. Ancak sakatlanma sonrası yaşanan olaylar normal değil.
Böyle bir durumda herkesin üzülmesi gerekir ancak mağlup takımın seyircileri yani anne-babaların arasında olaydan memnuniyetini belirten ifadeler duymuş arkadaşım. Yani mağlup takımın aileleri arasında zuhur eden bir durum!
“Sakatlandı, artık bu maçı alırız” ifadelerinin yanı sıra olaydan üzüntüsünü belirten baba ve diğer takımın seyircilerine “sakatlandıysa ne olmuş canım, abartmayın, olur böyle şeyler” nev’inden cümleler kurulmuş.
Arkadaşım “Bunları duyunca kan beynime sıçradı. Bir anne baba, bir kişinin sakatlanması üzerine nasıl olur da zafer planları yapabilir? Nasıl olur da bir çocuğun acılar içerisinde kıvranmasını hafife alabilir? Ayağının üzerine basamadan seke seke kenara giden bir çocuğun dramını görmezden gelebilir?” diyor.
Maalesef hem ailede hem eğitimde hem de toplumda çocuklarımızı birer yarış atı haline dönüştürdük.
“Kazanmak için her yol mubah” anlayışı maalesef tek amacı kazanmak olan, his yoksunu, merhamet yoksunu, vicdan yoksunu bireyler yetiştiriyor.
Biz belki farkında değiliz ama 14-15 yaşındaki çocuklarımıza aşıladığımız rekabetçi duygular onların ruh dünyasında çok daha büyük yaralar açıyor. Biz ise sadece günlük olarak kazandığımız başarılarla kendimizi tatmin ediyoruz.
Eğer ileride yeni Özgür Arduç’lar çıkmasını istemiyorsak çocuklarımızı daha merhametli, daha vicdanlı, daha insancıl yetiştirmeliyiz.
Tabi bunun için de her şeyden önce bizim daha merhametli, daha vicdanlı ve daha insancıl olmamız gerekiyor.