BIST 9.297
DOLAR 34,55
EURO 36,60
ALTIN 2.920,58
HABER /  MAGAZİN  /  KÜLTÜR VE SANAT

Çanakkale Savaşı hiç böyle yazılmadı.

Çılgın Türk'ün son romanı "Diriliş - Çanakkale 1915" martta çıkıyor.

Abone ol

ÇANAKKALE Savaşı’nı ve o dönemi en iyi özetleyen ve sonrasını sonsuza açan sözcüğün olduğunu düşünüyorum.

Ey sevgili gençler!   

Bu savaşları, lütfen sabırla, dikkatle, düşüne düşüne okuyunuz. Bunları heyecanlı, kanlı savaş sahneleri anlatmak için değil, hele savaşı övmek için hiç değil; irade, akıl, buluş, yurtseverlik, milli duruş, bilinç, sebat, kararlılık, inanç, benlik, gerçek kahramanlık, insanlık ve karakter sergisi oldukları için, bir milletin dirilişinin, uyanışının aşamalarını oluşturdukları için anlattım, bilmenizi istedim.

Bu olağanüstü zaferi hikaye ederken olayları hiç abartmadım. Ucuz kahramanlık hikayelerine, hasamet edebiyetına, şovence anlatıma hiç yer vermedim.

Birçok sayfayı, o kan deryası içinde, yarı aç, yarı tok, yurtlarını ve insanlıklarını koruyan kahramanlara duyduğum saygı ve minnet nedeniyle gözlerim yaşara yaşara yazdığımı söylemeliyim.

Diriliş’i yazarken bazı şehitlerin omuz başımda durdukları, yazdıklarımı denetledikleri duygusuna kapıldığım çok oldu.

Karşı yanın kahramanlarını belirtmeyi de ihmal etmedim.

Ayıplarımızı ve başarısızlıklarımızı da gösterdim."

GÜNAHSA GÜNAH DEYİP SAÇLARINI FEDA ETTİ

GEMİLERİN
bedeli 7 milyon lira tutuyordu. Hazinede ilk taksiti ödeyebilecek kadar bile para yoktu. Donanma Cemiyeti aracılığı ile halktan yardım istendi.

Bu istek büyük heyecan uyandırdı. Yeni bir yenilgi onursuzluğu ve acısı yaşamak istemeyen halk harekete geçti. Heyecan köpürerek, dalga dalga yayıldı.

Tarihin yazık ki adını kaydetmediği kimsesiz, yoksul bir kadın da unutulmayacak bir kahramanlık yaptı. Beyoğlu berberlerinin peruka (takma saç) yapmak için parasıyla saç aradıklarını duymuştu. Müslüman Türklerde kadınlar genellikle saçlarını kesmez, kesenlere iyi gözle bakılmazdı. Ama uzun saçından başka varlığı yoktu. Cepheden gelen yaralıları, iniltileri kesilmeyen göçmenleri, caddelerden yenilginin utancı içinde başları eğik geçen namuslu subayları düşündü. Günahsa günaha girmeyi, ayıplanmayı, hor görülmeyi, çirkin olmayı göze aldı; o kadar sevdiği saçlarını ağlaya ağlaya dibinden kesti. Rum berbere sattı, aldığı üç kuruşu koşa koşa Donanma Cemiyeti’ne yetiştirdi.

KADINLAR ASKERLİK DİLEKÇESİ VERDİLER

KADIN
Haklarını Savunma Derneği Yönetim Kurulu ile Dünyası dergisinin ileri gelen yazarları derginin Divanyolu’ndaki yönetim yerinde toplandılar. Derneğin Başkanı ve Derginin kurucusu Nuriye Hanımın çağrısı üzerine bir araya gelmişlerdi.

Nuriye Hanım, "Zaten kağıt sıkıntısı var" dedi, "Dergiyi zorlukla yayımlayabiliyoruz. Dergiyi kapatalım, bütün zamanımızı derneğe ayıralım. Birçok yolla ordumuza yardımcı olabiliriz. Kızılay, Donanma Cemiyeti, Müdafaa-yı Milliye Cemiyeti gibi yursever örgütlerin kadın kollarında da çalışabiliriz. Birçok üyemiz var. Üyemiz olmayanlardan da destek isteriz. Yardım toplayabiliriz. Çamaşır dikebilir, çorap örebilir, sargı bezi hazırlayabiliriz. Bu amaçla kadınların çalışacakları işlikler kurabiliriz. Ne dersiniz?"

Öneri oybirliği ile kabul edildi. Daha da ileri giderek Enver Paşaya bir telgraf çekip gerekirse askerlik yapmaya hazır olduklarını da bildirdiler.

GÖNÜLLÜ HEMŞİRELİK KURSLARI AÇILDI

KIZILAY
Kadınlar Kolu’nda çalışan hanımlardan biri, gönüllü hemşirelik kursu açılmasını önerdi. Öneri heyecanla, alkışlarla benimsendi. Bu olay yalnız bir hayır etkinliği olmaz, gerçekleşirse, birçok zincirin kırılmasını da kolaylaştırırdı. Öyle de olacaktı.

Kızılay Genel Başkanı Dr. Besim Ömer Paşa’yı ziyaret ettiler.

Öneriyi öğrenince Paşa’nın gözleri yaşardı.

Kadınların çalışmasını, meslek gereği de olsa bir erkeğe el sürmesini kabul etmeyen bağnazların tepkilerine göğüs gererek hemşirelik mesleğini o başlatmıştı. Açtığı kursu bitiren Müslüman hanımlar Trablus ve Balkan Savaşı sırasında Kızılay hastanelerinde çalışmışlardı. İçini çekti:

"O felaket günlerinin ertesinde, yeni kurs açmayı düşünemedik. Eskilerden bu önemli mesleği sürdüren ancak bir iki kişi kaldı. Evlenenler, belki de kocaları izin vermediği için ayrıldılar. İlk kursa pek az hanım katılabilmişti. Anlıyorum ki bu kez öyle olmayacak. Kurs açılacağını duyurun!"

Hanımlar odadan çıkar çıkmaz bu güzel hizmeti başlatmak için yardımcısını çağırdı.

SAVAŞ KARARINI TEK BAŞINA VERDİ

ENVER Paşa, sabah bütün raporları okudu. Bronsart Paşa, Alman Genelkurmayı’ndan aldığı emre göre bir rapor hazırlamıştı. Rapor, Osmanlı Devleti’nin savaşa nasıl gireceğini belirliyordu. Bir çeşit savaş senaryosuydu.

Odasında yapayalnızdı.

Tarih, geçmişi görkemle dolu imparatorluğun kaderini elinde tutan genç adamın bir karar vermesini bekliyordu. Durumu Türk kurmaylarla değerlendirebilirdi. Sadrazama bildirebilir, hükümete götürebilirdi. Cemal ve Talat Paşalarla toplanıp görüşebilirdi. Hiç birini yapmadı. Tarihin huzurunda tek başına durdu ve müthiş kararı verdi: Bronsart Paşanın raporunu onayladı!

Osmanlı Devleti’nin savaşa nasıl gireceğini açıklayan çok gizli belge Alman Genelkurmayına gönderildi.

MUSTAFA KEMAL ÇANAKKALE’DE

MUSTAFA Kemal, 3. Kolordu’ya malzeme taşıyan küçük bir gemiyle Tekirdağ’a geldi.

19. Tümen daha kuruluş halindeydi. Tümenin karargáhı bile yoktu. Üç alayı vardı. Biri 57. Alay’dı. Karma bir alaydı. Alayda Anadolu’nun her şehrinden birkaç kişi vardı. Türkiye sergisi gibiydi. Alay Komutanı Binbaşı Hüseyin Avni Bey, yürekli, bilgili, çalışkan bir subaydı.

Yeni kurulduğu için alaya daha sancak verilmemişti. Öteki iki alayın kuruluşu ise daha tamamlanmamıştı.

M. Kemal göreve başladığını Kolordu Komutanlığına bildirdi: 1 Şubat 1915.

M. Kemal’in ve yeni Türkiye’nin saati çalışmaya başlamıştı.

MEHMETÇİĞİN HELVA SEVİNCİ

HİLMİ
Bey hepsine teşekkür etti, yardımcısı Teğmen Fahri’ye de usulca, "Bugün akşam yemeğine irmik helvası ekleyelim" dedi, "Hak etti çocuklar."

Cebinden para vererek gereken malzemeyi aldırmasını rica etti.

İrmik helvası büyük olaydı.

Akşam az etli bulgur pilavı vardı. Bir de helva olduğunu duyunca asker bayram etti. Bataryanın uğuru Deli Mustafa ile Deli İbrahim zıpzıp zıpladılar. Bunlar 40 yaşında iki iyi çocuktu!

"Hey hey heyyyy!"

Er Edremitli Seyid’in gözleri dört açıldı, "Anaav"... diye inledi minnetle, ".. padişah sofrası da anca bu kadar olur!"

Duayla savaş kazanılsaydı Müslümanlar hiç yenilmezdi

TURGUT Özakman, ’Diriliş’ romanını ilk kez Hürriyet’e anlattı. Savaşta kadınların önemini ve o dönemde gelişen kadın hareketini anlatan Özakman, dönemin fotoğrafını çekiyor. Özakman, şunları söyledi:

KARAKUŞ MASALI DEĞİL Kİ BU

"Sanıyorum, Çanakkale ile ilgili eksiksize yakın bir kitaplığım oldu. Dünyadaki bununla ilgili bütün internet sitelerini taradık. Gereken hepsinden indirme yaptık, resim de indirdik. Bazı kimselerin, Çanakkale’yi görmeden bazı şeyleri yazdıkları anlaşılıyor. Bazıları zaten uçmuş. Bir kısmı gerçeği saptırıyor. Roman diye yazıyor ama bu ’Karakuş Masalı’ değil ki. Geçen sene, 1 Mayıs’ta eve kapandım, ocakın ortasında çıktım. Sekiz ay evden çıkmadım. O arada seçimde bir çıktım, bir iki kere yayınevine gittim o kadar. Her sokağa çıktığımda da Ankara’yı özlemiş olarak çıkıyordum.

DÖNEMİN EN ÖNEMLİ KADIN HAREKETİ

Çanakkale sadece Çanakkale’de olup biten bir olay değil. Bunun evveliyatı önemli. O tarihteki fikir akımları önemli; ama bir de kadın hareketi var, öbür zamanki fikir hareketinden çok daha önemli. İki sene evvel, Balkan Savaşı yapılmış, 600 yıllık bir imparatorluğun dev iki ordusu, bir kaç yıl evvel kurulmuş dört küçük ülkenin ordusundan dayak yiyor, bozguna uğruyor. Bulgar ordusu ta İstanbul’un eşiğine, Çatalca’ya kadar geliyor. Bu ordudan, Çanakkale ordusu nasıl çıkıyor? İşte kitap bu dirilişi anlatıyor.

KURTULUŞ SAVAŞI’NIN TAÇ KAPISI ÇANAKKALE

Çanakkale, Kurtuluş Savaşı’nın taç kapısı, girişi. Çanakkale, 1. Dünya Savaşı içerisinde büyük bir başarı. Ama sonunda yeniliyoruz. O kadar kudretle, şanla, şerefle koruduğumuz Çanakkale’yi Fransızlar gelip basıyorlar, onların oluyor. Yani Çanakkale’nin eğer bazı özellikleri olmasaydı, bu büyük yenilginin içerisinde bir teselli olarak kalacaktı. Ama öyle değil. Gelecek için çok önemli bazı özellikleri var. Birincisi Atatürk’ü tarih sahnesine çıkartıyor ilk defa. İki, inanılmaz bir özgüven geliyor. ’Biz kenetlenebilirsek, emperyalizmi yenebiliriz.’ İşte Milli Mücadele bu ruhla yapılmıştır. Onun özü, onun mayası Çanakkale ruhu. Üçüncü bir özelliği de o daracık alanda savaşın her türlüsünü yapmış genç komutanlar, sonradan bunların yüzde 90’ı milli mücadelede görev almıştır; o inanılmaz yoksulluk içerisinde orduyu zaferden, zafere koşturabilmiştir. Bu üç büyük temel özelliğiyle milli mücadeleyi yaratıyor, cumhuriyete kadar götürüyor.

MİLYONLARCA ANANIN DUASI ARKAMIZDA

Milli mücadelede, kağnıcı kadınlar vardır. Bu savaşta başka bir şey var. Her taraftan askerlere dağıtılsın diye, kuruyemiş, çerez hediyesi başlıyor. Sigara hediyesi başlıyor. Onlara mendil, çorap, çamaşır yollama hediyeleri başlıyor. Oradaki bir subayın söylediği bir söz var; ’Düşmanın arkasında donanma varsa, bizim arkamızda ondan daha güçlü bir şey var. Milyonlarca anamızın duası var’ diyor. Mehmetçik böyle hazırlanıyor kavgaya ve gelen insanların çok güçlü olduğu, çok yıkıcı olabileceği anlatılıyor.

KANTARLA TARTIP ASKERE ALDILAR

Ordu, Suriye’de, sırtında kışlık elbiseyle dövüşüyor, Sarıkamış’ta yazlık elbiseyle. Büyük Savaş’ın sonuna doğru artık ne varsa dibini kazıyoruz. Çocukların yaşına bakılmıyor; kantara konuluyor, 45 kiloysa askere gönderiliyor. İsterse 13 yaşında olsun. Bu erkeğini bitiriyor Anadolu’nun. Soluğu tükenmiş bir devletle ordu; silahı yok, cephanesi yok, neyle galip gelecekler? Ölüyorlar.

OSMANLI KİMİN KUCAĞINDA ÖLDÜ

Tam gerçeği konuşmak gerekirse, Osmanlı İmparatorluğu, Enver Paşa’nın kucağında ölmüştür. Bir insanın vatanı sevmesi başka şey, yararlı olması başka şey. Nice zararı dokunmuş insanlar da vatanseverdir. Sonuçta bir şeyi yok etmeyeceksin, halkına zarar vermeyecek, üzerine ipotek koymayacaksın, geleceğini karartmayacaksın. Her attığın adımı hesaplayacaksın, bir şey konuşmadan evvel, dokuz kere yutkunacaksın.

ÇANAKKALE’NİN KENDİSİ MUCİZE

Çanakkale’yi, Milli Mücadele’nin bir alternatifi gibi gösteriyorlar. 18 Mart çok uzun yıllardan beri kara ve deniz savaşlarının ortak Çanakkale günüydü. Son zamanlarda bu deniz zaferi günü gibi kutlanıyor, çünkü orada Atatürk yok. Çanakkale’de mucizeler yaratmaya, hurafeye gerek yok. Çanakkale’nin kendisi mucize. Onca yokluğa rağmen kendisi mucize."
(Hürriyet)