Farklı yorumları ve üslubu ile dikkat çeken Milliyet yazarı yazar Can Dündar gazecetiliğinin 25. yılını kutladı. Dündar, meslek hayatına nasıl başladığını anlattı.
Abone olMilliyet yazarı Can Dündar mesleğe başlamasının 25. yılını kutladı. Can Dündar okul yıllarında Yankı dergisi ile başladığı meslek hayatını bugüne kadar geldiği noktaya kadar kısaca özetledi İşte Can Dündar'ın yazısı: Özel bir yazı olacak; çünkü benim için özel bir hafta bu... Meslekte 25. yılımı kutluyorum. Çeyrek asır önce, böyle bir temmuz sabahı tırmanmıştım Konur Sokak, 27 numaranın basamaklarını... "Yankı" dergisi tabelasının asılı olduğu ahşap kapıyı çaldım. Yazı İşleri Müdürü Ömer Tarkan'la randevum vardı. Görüştük. SBF Basın Yayın Yüksek Okulu'nda öğrenci olduğumu, 2'ye geçtiğimi söyledim. "Sınıf arkadaşım Aydın Özdalga'nın selamları var"dı. Sadece okuyarak gazeteci olamayacağımı, bir yandan çalışmam gerektiğini hissediyordum. Kalemime güveniyordum. 10 dakika sonra işbaşı yaptım. O hafta Mehmet Ali Ağca yakalandı ve Agah Oktay Güner'le ilk röportajım yayımlandı. "Ne zafer"di! * * * Gerçek bir okuldu Yankı... Küçük, mütevazı, ama etkili ve çok iyi eğitim veren bir okul... Benden önce Yalçın Küçük'ten, Mehmet Y. Yılmaz'a, Avni Özgürel'den Şefik Kahramankaptan'a, Hikmet Bila ve Fikret Bila' dan Vecdi Seviğ'e, Önder Şenyapılı, Çelik Arıoba'dan Kurthan Fişek'e kadar nice meslek erbabı gelip geçmişti. Ben çalışmaya başladığımda ise yanı başımda Ahmet Taner Kışlalı, Hıncal Uluç, Nihat Subaşı, Yılmaz Ateş, Serhat Hürkan gibi isimlerden oluşan dev bir kadro vardı. Tabii en önemlisi, Mehmet Ali Kışlalı başımızdaydı. Gazetecilikte ne öğrendiysem ondan öğrendim. Tabir caizse "döve döve" gazeteci yaptı beni... hepimizi... Yazıdaki her satırın hesabını verebilmeyi, karmaşık bir olayı anlaşılır bir dille yazabilmeyi, sıkıcı bir konuyu ilginç hale getirebilmeyi, otorite karşısında eğilip bükülmemeyi, sorumluluk altına girebilmeyi öğretti. Haberi izler, oturur yazar, fotoğrafını çeker, karanlık odada basar, sayfaya montajlardık. Meslekteki ilk 5 yılımı o büroda geçirdim. 21 yaşında Basın Yayın'dan mezun olduğumda, ilk gün iş istemeye gittiğim yazı işleri müdürü koltuğunda ben oturuyordum. * * * Yıldızlarını göstermeyen, onların ışığını derginin adına yönlendiren bir kurumdu Yankı... Bütün yazılar tek bir elden çıkmış gibi yazılırdı. Günde en az 3 yazı yazdığımız halde ancak çok olağanüstü olaylarda imzamız kullanılırdı. İmza, büyük mükafattı. Yankı tecrübesi sayesinde - bu kez Hıncal Uluç'un tavsiyesiyle işbaşı yaptığım - bir sonraki dergi durağım Nokta'da zorlanmadım hiç... Ne şans! Bu kez elimden tutan, dergiciliğin bir başka efsane ismiydi: Ercan Arıklı... Nokta, Yankı'nın tersine, kendi ışığıyla yıldızlarını parlatan bir kurumdu. Adım, orada duyuldu. O sayededir ki, hayatımın bir başka dergi durağındaki buluşmamızda Arıklı "Artık köşe yazarlığının vakti geldi" dedi ve Aktüel'de "Ada"ya can verdi. 1994'ün eylül ayıydı. Birkaç ay sonra Yeni Yüzyıl'da da bir "Ada"m olacaktı. * * * Velhasıl, köşe yazarlığımın da 10. yılı bu yıl... Bu vesileyle, - kişisel bir kutlamaya sizi ortak etmek pahasına - bana el veren, emek veren, fırsat veren, omuz veren yukarıda adını zikrettiğim ustaların her birine bir şükran mesajı yollamak istedim buradan... Bir kısmı erkenden "yıldız"lara karışmış olsa da... Yetiştirdiklerinin mürüvvetini görürler nasıl olsa...