Can Dündar, Beşiktaş-Fenerbahçe maçını değil, maçı izleyenleri yorumluyor: Kapışıp küfrederek de olsa rekabeti tatmamız ve ille bir arada yaşamamız lazım.
Abone ol Daha çok kitle psikolojisi üzerinde duran Can Dündar, son zamanlarda yaşanan linç olaylarıyla da tribünler arasında .Yazı: Can Dündar
Kaynak:
Futbol tarihimizin rakip taraftarsız oynanan ilk derbisini izledim. Tribünde olan biten sahadakinden daha ilginçti. Ve Türkiye'de kitle psikolojisinin aşırı elektrik yüklendiği şu günlerde, sokağı anlamayı kolaylaştıran bir laboratuvar gibiydi.
* * *
Malum, güvenlik nedeniyle artık derbi maçlarına misafir takım seyircisi alınmıyor. 50 yıl önce aynı tribünde rakip taraftarla yan yana oturan seyirci, şimdi onu stada bile sokmuyor. Bundan böyle herkes kendi çöplüğünde ötecek.
Lakin rakip seyircisiz maç izlemek, tek parti rejiminde seçim izlemek kadar tatsız bir şey... Karşılıklı gümbürdeyen tribünler gitmiş, ev sahibi taraftarın tek kale oynadığı bir maç gelmiş.
Rakip gol attığında statta ölüm sessizliği oluyor. Tebdil-i kıyafet sahaya sızmayı başaran bir grup rakip taraftar, maçın başında sevinip deşifre olunca yaka paça atıldı kale arkasından... ..."Stadı terk edin o... çocukları" tezahüratı eşliğinde...
* * *
Tribün izlemenin en ilginç yanı, kitlelerin anında ve doğaçlama duruma uygun küfür üretmedeki eşsiz yeteneğini gözlemek...Ve bu öfkenin nasıl süratle hedef değiştirebildiğini görmek...
Yukarıdaki küfür, kale arkasını dövdükten sonra, hızla saha içinde gezinip şeref tribününde kendine bir "sorumlu" buldu ve geldi bu kez onu vurdu. Kelle isteyen bu "modern yeniçeri isyanı"nda, İstanbul Valisi'nin ya da kulağı çınlatılan ailesinin- yerinde olmak istemezdiniz.
* * *
Şu gözlemi eklemek gerek:
Şeref tribünündeki takım yöneticilerinin "Ayıptır" türünden bir işareti, stadı susturmaya yetebiliyor. Demek çığırından çıkmış bir öfke selinden ziyade, kontrol edilebilir bir tepkiyle karşı karşıyayız.
Nitekim rakip kalecinin annesine yönelik temenniler "Ayıptır" uyarısıyla dizginlenmediğinden maç boyu sürdü.
Buna karşın hakem, çaldığı her düdükle cinsel tercihi değişen bir mitoloji kahramanı gibiydi. "Yanlış" çaldıkça eşcinselleşiyor, "doğru" kararda alkışlarla "düzeliyor"du sanki...
Ve başta tek yumruk halinde rakibe yönelen tepki, işler kötüye gittiğinde "kontrolden çıkıp" kendi takımına da dönebiliyordu. Bir kez tetiklendikten sonra, hezeyanın yönünü ve dozajını ayarda tutmanın o kadar da kolay olmayabileceği anlaşılıyor.
* * *
Bu arada küfür arttıkça mizah azalıyor. Pankartlarda "Türkiye'de iki büyük var: Biri bizim takım, diğeri 70'lik rakı" gibisinden esprilere rastlansa da çoğunlukla kaba hakaret ya da abartılı iltifat kusuyor tribün...
Öte yandan neşeli bir erkekler korosunca farklı sözlerle okunan mehter marşı, "sivil giysili bir militarizm" kokusu yayıyor. Bundan sonrası tamamen "geçirme-yeme" ikilemine dayalı bir algılayış... Sanki yeşil çarşafta 1,5 saatlik bir halvet izliyor seyirci... Damadı stat kapısında "Tam zamanı şimdi" diye hadiliyor ve yataktaki gibi- performanstan çok skora bakıyor.
Dama asılan kanlı çarşaf misali ışıldayan tabeladaki skor kötüyse "Ah orada ben olacaktım ki" tavrıyla biraz söyleniyor, sonra başı önde çıkıp gidiyor.
* * *
Kıssadan hisse: Rakip seyircisiz maç oynatmak, mektepsiz maarif yönetmek kadar saçma... Tahammülsüzlüğü besliyor. Oysa bizim arada kapışıp küfrederek de olsa rekabeti tatmamız ve ille bir arada yaşamamız lazım. Statta da, hayatta da...