BIST 10.025
DOLAR 35,16
EURO 36,68
ALTIN 2.956,54
HABER /  MAGAZİN  /  KÜLTÜR VE SANAT

Büyük Oyun'dan Dersler ölümcül gerçekleri anlatıyor

Büyük Oyun'dan Dersler kitabında Bülent Tokgöz, ölümün elinden kurtarmaya çalıştığı hatıralar yerine ölümcül gerçekleri 5 cilt halinde anlatıyor.

Abone ol

GAZETECİLER.COM -

CİHADIN MAHREM HİKÂYESİ'nin yazarı Bülend Tokgöz, bu sefer başka bir anlatılmamış hikâyeyi farklı bir üslupla terennüm ediyor. BÜYÜK OYUN'DAN DERSLER, ölümün elinden kurtarmaya çalıştığı hatıralar yerine ölümcül gerçekleri 5 cilt halinde anlatıyor.

Taliban ve Pakistanî Taliban hareketlerinin yükünü omuzlayan Peştuların askerî tarihi üzerinden gerilla ve kontrgerilla mücadelesinin tabiatını keşfe çıkıyor. Bölgeye hakim olmak için girdikleri güç yarışında oyuncuların stratejilerini ve komplolarını ne tür hamlelerle hayata geçirdiklerinin izini sürüyor.

Farklı cihad örgütlerinin hangi şartlarda neşvünema bulduğunu ve aktıkları mecraları, öncüleri, fraksiyonları, casusları, ihanetleri, kavgaları, halkla ilişkileri tek tek ele alarak analiz ediyor. Kırda ve şehirdeki savaşın evrelerini, çatışmaların iç dinamiklerini, mücahidlerin farklı hedeflere düzenledikleri saldırıların anatomisini, cihadın bumerang etkisiyle kendini vurmasını vesikalar eşliğinde tablolaştırıyor.

Şii-Sünni tefrikasının tarihsel ve güncel sebeplerini, tarafların söylem ve eylemlerini, askerî-siyasî karakterlerini, sıcak cephelerdeki durumu ve cephe gerisindeki değişkenleri irdeliyor.

BÜYÜK OYUN'DAN DERSLER tarihten söz ediyor ama geleceğe ışık tutuyor.

Olanı anlatıyor ama olması gerekene işaret ediyor. Orayı resmederken buranın su-
retini netleştiriyor. Sahada olmasına rağmen ilmî bir serinkanlılığı elden bırakmıyor. Taraf olmasına rağmen adil olma iradesinden taviz vermiyor.

Zaferin ve hezimetin alametlerine şahitlik ederken günümüz cihad kuşağıyla hesaplaşmaktan geri durmuyor.

Peştuların dövüştüğü orduyu İngiliz ordusu kılan kadroların kalitesi şu hususlarda temayüz ediyordu: Azim ve idealizm; tenkide açıklık ve kendi kendini tenkide yatkınlık; entelektüel hazırlık ve disiplin.

Peştu direniş kuşağı, İngiliz asker ve sivil kadroları için hakiki bir mukavemet testi sahası idi ve kumanda kademesi bunu tam da bu gaye için kullanabileceğini fark etmişti. Ancak en iyiler, en iyi olmayı öğrenenler ayakta kalmaya muktedir olabilirdi. Ordu dünyanın dört bir yanında çok zor şartlar altında mücadeleler vermişti ancak "gerçek şu ki, İngiliz askerleri Peştu cephesindeki kadar baş belası ve çetin bir hayat tecrübesini daha önce yaşamış değillerdi."

Tank'a geldiklerinde, Yüzbaşı Stocdale'ın günlüklerinde okunacağı üzere, "dünyanın en yüksek harareti" ile, kolera ile, "bekleyen, takip eden ve çullanan" kabileler ile sınanıyorlardı. Mesud mıntıkasına "isyancılara bir ders vermek için" geldiklerinde ise kar ve buz onları iliklerine kadar dondurmak için hazır kıta bekliyordu. Hindistan sıcağında mayışmış askerler için bu bir tür Peştu işkencesiydi.

Biz onu Amerika'dan ayırmak için var gücümüzle itelediğimizde o tek başına bizimle nasıl baş edeceği korkusuyla daha fazla Amerika'ya sarılıyordu.

Biz onu Amerika'nın dayatmaları karşısında dik durabilsin diye dövüyorduk fakat vurduğumuz her yumruk, onu Amerika karşısında daha fazla eğik ve ezik bir şekle sokuyordu. Pakistan'ı Amerika'nın dayatmaları karşısında eskisinden daha az mukavemetli kılan şey bizim yumruklarımızın şiddetiydi.

Kaos ve istikrarsızlaştırma stratejimiz, Pakistan'ın tutunacak dallarını kırıyor, onu Amerika'nın eline daha fazla bakar hale getiriyordu. Kötü yoldan çıkması için dövdüğümüz, evine barkına zarar verdiğimiz yosma, bizden kurtulmak için zorba müşterisine daha fazla yanaşıyor, daha fazla yosmalık yapıyordu. Zayıflamış, korkmuş, eğik ve ezik, dalları kırık Pakistan, ABD stratejisi için mükemmel bir partnerdi. ABD'ye stratejik üstünlük getiren bilfiil bizim stratejimizdi.

ABD, teşekkürlerini üzerimize gönderilecek yeni Pakistan birliklerinin lojistiğini temin ederek ve yeni akıllı bombaları kafamıza atarak iletiyordu.



Fazlullah, hanların despotizminden mustarip yığınların sözcülüğünü de üstlenir. Şeriat'ın hızlı adaleti retoriğini, sosyal adalet retoriğiyle ustaca sentezlemiştir. Kendilerini bekleyen cennetle yatışmalarını öğütleyen mollalardan farklı olarak fakirlere burada ve hemen şimdi adaleti vazeder.

Svat'ın her yanında fukaralar, hanların bahçelerine, çiftliklerine, hanlarına hamamlarına el koymaya başlarlar. Karşı koymaya çalışan hanları muhtelif stillerde öldürerek. Molla FM arkalarında nasıl olsa. Svat'ın en büyük ağaları dahil pek çoğu canını kurtarmak için neyi varsa bırakıp kaçar.

Hareket bu fiilleri tasvip ve teşvik etmeye başladığında mıntıkadaki pek çok gangster ve çete de varlıklarını başka bir surette devam ettirebilecekleri muteber bir kisve bulmuş olur. Hareket mi onları değişime tabi tutmuştur yoksa onlar mı hareketi değişime tabi tutacaktır? Fazlullah sosyolojiyi sosyologlara bırakmış gözükmektedir. Bu hercümerçte İslami adalet namına çokça şahsi intikam da alınır. Fazlullah sadece teşvik edici değildir. Askerileşen taraftarlarıyla birlikte hanları hedef alan pek çok suikastın bizzat azmettiricisi ve planlayıcısıdır.

Batılı muharrirler, bu durumu "Sağcı bir ideolojinin solcu metotlar kullanması" olarak tasvir etmiştir.

Ben ölüyorsam sen de öleceksin. Hem de daha çok acı çekerek. Durmamı istiyorsan önce sen dur. Jetlerinle helikopterlerinle tanklarınla gelirsen bizim fedailer de yeleklerini giyer, nere gideceklerini bilirler. Sen benim coğrafyama ne kadar sokulursan senin coğrafyana da tarihine de kültürüne de dinine de o kadar sokulurum.

Şimdi durmayacak olursan benim tırmandıracağım iç harpleri bir daha hiç durduramayabilirsin. İstersen devam et, ben manevralarla kendi coğrafyamda bir şekilde tutunmayı sürdürebilirim fakat kim daha kırılgan, bir kez daha düşün. Halkının çığlıkları arasında. Karar senin.

İntikam hisleri, Devlet'in cürümlerine sessiz kalan herkesi hedef alacak şekilde bünyeyi sarınca olanlar oldu. Devleti cezalandırmanın en basit, canını acıtmanın en kolay yolunun halka vurmak olduğunu düşünmeye başladılar. Zamanla gerçek suçlunun halk olduğunu, bu halk olmasa bu devletin bunları yapamayacağını, asıl canı acıtılması gerekenin halk olduğu noktasına vardılar.

Halk, katliam ve taarruzları niçin ya sessizce münasip görüyor veya yüksek sesle destekliyordu? Ancak iki sebebi olabilirdi: Ya kâfirliğinden ya korkaklığından. Eğer korkaklığındaydıysa onlara asıl kimden korkması gerektiğini vurarak gösterelim. Yok, kâfirliğindense zaten vuralım. Vuralım, darbe kayıp gitmesi gereken yere zaten gider...



Karşılıklı suikastlar devresi başlamıştı ama korkmuşa benzemiyordu. Namazlarda sesli olarak bu yolda öldürülmek için dua ederken Humeyni'ye uzun ömür diliyordu. 1988'in 5 Ağustos'unda duasının ilk kısmı kabul oldu.

Medresesinde gece geç saatlere kadar hesap kitap işleriyle ilgilenmişti. Yeni gelen humus paraları vardı, ayrıca "Dubaili müminler" Gilgit'teki Sünnilerle olan çatışmalara yetiştirilmek üzere acil havale yapmışlardı. Yardımın ulaştırılması için gecenin 2'sinde adamlarına talimat vermişti.

Sabah namazını kılmak için medresenin camiine giderken yanında koruması yoktu, belki bir iş için onu da başka bir yere göndermişti.

İki suikastçı açık unutulan kapıdan medreseye sızmış, dosdoğru onun odasına gitmişti. Davetsiz misafirleri üst katta iken kendisi alt katta idi ve suikastçılarının daha fazla aksiliğe tahammülleri yoktu. Tek el bile olsa ateş etmeliydiler. Tek kurşun, kalbe. Şii ravilere göre suikastçı daha da ateş etmek istemişti fakat eline felç girmiş, sonraki yıllarda da felçli kalmıştı.

"Ateş edebilmek için onun yüzündeki nura bakmaması gerektiğini bildiğini" militana "itiraf" ettiren aynı raviler felçteki gecikmenin sebebini açıklamıyorlar. Nasıl olur olsun, 42 yaşındaki hüccetülislam ambülansta son nefesini verir.