Burası neresi, ben kimim, neler oluyor?
Erdoğan’ın seçimi kazanmasından en çok çekinen Doğan Grubu, cemaatin gazetelerini matbaasında basıyor. Meydan okuyor. Yoksa seçim sonuçlarını biliyorlar mı?
Sanki birisi kafamıza vurdu, bayıldık. Kendimize gelince de baktık ki bilinç bizi terk etmiş. Panikle başlıktaki gibi bağırmaya başladık.
Sizi bilmem, benim ruh halim bu.
İpek-Koza’ya kayyum atandı. Gerekçe maliydi. “Kara para” vs. açıklaması yapıldı.
Ve. Fakat herkes de biliyor, Davutoğlu, Erdoğan hepsi de söylüyor ki, bu Holding, FETÖ’nün kasası olduğu iddiasıyla mercek altına alındı.
Öyleyse, neden Zaman’a dokunulmadı? Bilmiyoruz.
Bir kısım insan kayyum atanmasını sorun etmiyor da, neden seçimden önce yapıldı sorusunu kafaya takıyor.
Bugüne kadar “basın özgürlüğü yok” diye tavır koyan arkadaşların, bir holdinge el konulmasından sonra “basın özgürlüğüne müdahale” diye bağırmasına bakınca, demek ki diyorsun hiçbiri değilse bile, İpek-Koza medyası özgürmüş.
Ne yani, baskı “cemaat”ten gelince iyi de, Erdoğan’dan gelince mi kötü? Birini beğenmeyince, ötekinden olmak zorunda mı insan? Bu ne acayip iş?
Bu ülkenin ana muhalefet partisi başkanı, daha düne kadar tutumuyla “cumhuriyet değerleri”ni hedef alan “cemaat medyası”na destek ziyaretinde bulunuyor.
Tamam onu anladık, Erdoğan’ın karşısına aldığı her hareketin yanında durmayı muhalefet etmekten sayıyor.
Erdoğan’ın seçimi kazanmasından en çok çekinen Doğan Grubu, cemaatin gazetelerini matbaasında basıyor. Meydan okuyor. Yoksa seçim sonuçlarını biliyorlar mı?
Tamam onu da anladık, “can derdine düşmüşler” diyeceksiniz.
İyi de, Erdoğan’a hayli yakın bir danışmanın televizyona çıkıp “seçimden sonra Sözcü’den, Doğan grubundan hesap soracağız” diye tam da seçim öncesinde tehdit savurması ne iş?
O yapıyı iyi bilen Akif Beki’nin bile şaşkınlığa düştüğü bu tehditin mantığını kim açıklayabilir?
Fox ekibi cemaat medyasına canlı yayında destek veriyor. Tamam komşu kapısına sahip çıkıyorlar onu anlarız.
Ama. Neden doğrudan aktör olacak kadar öne çıkıyorlar? Yoksa Bugün gazetesi ve televizyonu, bugüne kadar “basın özgürlüğü”nün kalesiydi de biz mi bilmiyorduk?
Bitmedi.
Daha düne kadar Mustafa Kemal’e karşı siyasi söylem geliştiren Adalet ve Kalkınma Partisi ve elbette Erdoğan, bugün ağzından Mustafa Kemal’i düşürmüyor.
Keza, göreve geldiğinde kendisine “Mustafa Kemal’e sahip çıkmadan CHP’yi büyütemezsiniz” dediğim Kemal Kılıçdaroğlu, bunca seçim ağzına bir tek kez Mustafa Kemal’i almazken, şimdi O’nun ismi geçmeyen bir tek konuşma yapmıyor.
Düne kadar, Hükümet yanlısı medyada “Laikler ve Atatürkçüler bu ülkeye büyük kötülük yapmışlardır” diye saldırgan ifadeler kullananlar şimdi “Biz ve Atatürkçüler kardeştir” diyor.
Son 15 yılda 15 kez Cumhuriyet Bayramı kutladık. Bu bayram kadar kutlama ilanlarına Mustafa Kemal koyan şirket görmedim. Sinsi sermaye dahil, toptan Kemalist olup çıktılar, neler oluyor?
Dahası. Düne kadar kol kola giden cemaat medyasıyla Hükümet medyası bugün karşı cephelere geçti. Onu anladık. Nedenlerini de anladık.
İyi de bugün, Hükümet medyasının birbirine düşmesi ne iş?
Kanal 24’ün yorumcuları neden Yeni Şafak’ın yazarlarına dirsek atıyor ya da tam tersi oluyor?
Tüm bu tuhaflıkların ortasında. 13 yaşındaki Bora’nın “Halacığım sağ ve sol ne demek” sorusunu cevaplamak zorunda kalıyorum.
“Peki CHP sol parti mi?” sorusuna “Artık hiçbir partiyi sağ ya da sol diye tanımlayamayız, ikisinin içinde de diğerinden var” diyebiliyorum.
“Peki ben neyi dikkate almalıyım, partileri değil de o partilerdeki siyasetçileri mi?” diye soruyor! Fark ediyorum ki küçük bebeğimiz büyümüş!
“Sadece kendi kafanın içine bakacaksın tatlım” diyorum, “çünkü siyasetçilere bakarsan işin içinden çıkamazsın. Hiç biri dün durduğu yerde durmuyor. Yarın da bugün durduğu yerde durmayacaklar.”
Ve çocuk, soru üstüne soru sormaya başlıyor. Çünkü kurduğum her
rasyonel cümle onun gördüğü Türkiye’yi açıklamaya yetmiyor.
Daralıyorum.
İKİYE BÖLÜNDÜK
Biz çabucak önce ikiye, sonra dörde, sonra da olasılıkların tamamına kadar bölünebilen bir millet olup çıktık.
Önceki gün. Dostlarla seçim konuşurken tam ortadan ikiye bölündük. İkimiz bir tarafa, ikimiz diğer tarafa düştük.
Bu seçimde de seçmen koalisyon ister de, koalisyon kurulamaz ve yeniden seçime gidilirse ne yapacaktık?
İkimiz “yine sandığa giderim” dedi. Diğer ikimiz “Asla gitmem, dalga mı geçiyorlar” dedi.
İkiye iki kaldık.
SEÇİMDEN ÖNCE YAZMAZSAM
OLMAZ
Haziran seçiminden önce demiştik ki, Ali Taran, CHP kampanyası için doğru isim değil. Öyle de oldu.
Bu seçimde. Allahtan CHP’nin bütçesi Taran’a yetmemiş de, ucuzcu genç bir ekiple çalışmışlar.
CHP’nin bu kampanyası, Taran’ın yaptığı saçmalık ötesi “alkışlıyoruz” kampanyasından çok daha iyiydi.
HAKLI YOLDA, HAKSIZ
OLDU
Futboldan anlamayan biri bile Antep karşısında, Trabzonspor’un penaltısının verilmediğin anlayabilir.
Trabzonspor yönetimi ve taraftarları kızmakta, üzülmekte, haksızlığa uğradığını düşünmekte haklıdır.
Ancak.
Başkan Hacıosmanoğlu’nun hakemleri alıkoyması, taraftarı şiddete çağırması, kadınları aşağılaması tüm bunların üzerini örttü.
Verilmeyen penaltıdan sonra kayıp hanesine bir de bu şiddet yanlısı tavrı eklediler.
Hacıosmanoğlu böyle sert çıkmasa, bu yazıda Trabzonspor’da başkanlık seçiminden sonra yaşanacak değişimleri yazacaktım.
Ne var ki, Hacıosmanoğlu Türk futbolunda külhanbeyi tavırlı yöneticilerin kazandığını düşünüp, haksızlığın çözümünü şiddette bulmuş görünüyor.
Bu tehlikelidir. Ne güzelim Trabzon’a, ne de Hacıosmanoğlu’na yakışmaz.
TAM GOL OLACAKTI…
Galatasaray yönetimi Fenerbahçe maçıyla ilgili muhteşem bir tavır sergiledi.
Saraçoğlu Stadına gitmek istediklerini söylediler. Kardeşliğin altını çizdiler.
Türkiye’nin gerilimli günlerinde ihtiyaç duyduğumuz bir tavırdı bu.
Bu açıklamaya rağmen Fener yönetimi davette bulunmadı. Dahası “kardeş falan değiliz” dediler, ülkedeki gerilimi umursamak bir yana, bidonla benzin dökücü gibiydiler.
Dursun Özbek, yine de gurur yapmayıp kalkıp gitti.
Kendilerine “hoş geldiniz” diyen olmadı. Çay ya da su ikram eden olmadı.
Önemsizdi. Çünkü Galatasaray’ınki şık bir tavırdı. Bir bardak çayın ne önemi olurdu ki.
Fenerbahçe medyası maç yayını sırasında stattaki önemli konuğun ismini anmadı bile.
Önemli değildi. Önemli olan buzları eritmek için sergilenen bu kararlı tutumdu. Süper bir duruştu.
Maç bitti.
Galatasaray yönetimi, bu büyük tavırdan vazgeçti. “Biz de onları davet etmeyeceğiz” dediler.
Bir çuval inciri berbat ettiler.
Yine de, her şeye rağmen çıkıp “Onların bize yaptığını yapmayacağız. Kendilerini davet edeceğiz, misafirperverlikte kusur etmeyeceğiz” deselerdi, saha dışında da tarih yazmış olacaklardı.
Kim bilir belki Aziz Yıldırım ve arkadaşları da utanırdı.
Galatasaray iyi başlayıp kötü bitirdi. Gol atacakken topu taca attı. Yazık oldu.
AKLIMDA KALAN
Kelkit’teki seçim sonucu: Her şeyi hemen unutuyoruz. Daha geçende, Aydın Doğan çıktı, “Sayın Cumhurbaşkanı siz Kasımpaşalıysanız ben de Kelkitliyim” dedi. Cumhurbaşkanı da, “Sen Kelkitlisin ama Kelkitli bana oy veriyor” dedi. Aydın Bey altta kalmadı, “Ben siyasetçi değilim ki, Kelkitli beni hemşeri olarak sever” dedi. Gel de şimdi Kelkit’in 29 bin seçmeninin vereceği oyu merak etme.