Burası adamı delirtir
Kimi zaman şakalarımıza konu olan, bazen de sadece önünden geçtiğimiz "Bakırköy Akıl Hastanesi'nin Gizli Tarihi"
Abone olHastanenin asıl sahipleri
Bakırköy Akıl Hastanesi’nin Gizli Tarihi kitabının doğuş sebebi ise, az evvel Mumcu’nun kaleminden aktardıklarımdan farklı değil.. Kitapta, “olan bitenin nesnesi” olanlar, yani doktorlar, hemşireler, başhekimler, hatta bahçıvan, hastabakıcı, teknisyenler, kendi yaşamlarından kesitleri, gözlemlerini, düşüncelerini de “işin içine katarak”, yollarının Bakırköy’den geçtiği dönemi anlatıyorlar. Bir de kitapta imzası bulunmayanlar var; hastanenin asıl sahibi olan hastalar... Onlar, unutulmaz karakterleriyle, hüzünlü ve gülümseten yaşamlarıyla, yazıya dökülen anılarda can buluyorlar.
100’e yakın kişinin tanıklığından oluşan gizli tarih, okurlara Bakırköy’le ilgili farklı yönlerden bilgiler veriyor. Bazı yazılar, hastanenin zaman içindeki değişimini gözler önüne seriyor. Bazıları, hastalar ve diğer çalışanlarla ilgili anekdotlara odaklanıyor. Çoğunluğu ise, “Bakırköylü” olmanın, yaşanmadan bilinmesi çok zor yanlarını, az da olsa anlamaya olanak sağlıyor.
Editörlerinden Betül Yalçıner, önsözü “Hiçbir şey Bakırköy kadar şaşırtıcı değildir, yazı hariç!” cümlesiyle bitirmiş. Kitabı okuyunca Yalçıner’e hak vermemek elde değil. Henüz “sınırları aşıp da” Bakırköy’e yolu düşmemiş olanlar için, anlatılanların hayli şaşırtıcı olduğu kesin!
Kalk, kalk diyorlar!
Güler Derin, Hemşire: “Bir büyük kağıda bir gemi, bacası tüten bir ev, eve koşan bir çocuk resmi çizer, tişörtünün ön kısmına astırır, kantine girer, bir saat sonra, içi sigara ve bozuk para dolu bir poşetle gelirdi. ‘Kimden aldın İzzet?’ dediğimizde, ‘Resim sergime kim baktıysa aldım. Öyle bedava yok. İki defa bakandan yine aldım’ diye cevap verirdi.”
“...Yine bir gün, ‘Kızım Güher, beni şu kapıdan dış bahçeye ancak sen çıkarırsın’ dedi. Adli serviste konsültasyon vs. hariç, kimse çıkartılmaz. Neyse, yaşlı, hiçbir yere kaçamaz, refakatimde biraz gezdireyim dedim. Servis kapısından İç Bahçe’ye çıktık. Hemen bir çama yaslanarak sırtı bana dönük oturdu. Onu bırakıp, servise dönüyormuş gibi yaptım, demir kapıyı açıp kapattım, usulca arkasına oturdum. Gittiğimi sanıyordu. Minik bir çam parçası elinde cigara ağızlığı yapıyor.
Küçücük çamla nasıl da güzel ağızlık yapardı. Birden konuşmaya, ‘Ben şimdi oturdum buraya. Siz kalkın pezevenk, şerefsizler!’ demeye başladı. Etrafa baktım, kimse yok. ‘Mehmet Dede, sen kimle konuşuyorsun?’ diye sordum. ‘Ya, sen beni bıraktın gittin, tepemde bu adamlar hiç rahat vermediler bana,’ dedi. ‘Dede hangi adamlar, kimse yok,’ dedim. ‘Yok kızım, durmadan kalk kalk diyorlar,’ dedi. Anladım ki, oturduğu çamın tepesinde kargalar ‘gak, gak, gak’ ötüyorlardı. O sesleri ‘kalk’ anlamıştı. Çok güldüm. Ben onu, onların karga olduğuna inandıramazdım, o da beni adam olduklarına inandıramazdı.”
Haddimi bildim
Ali Nahit Babaoğlu, Doktor: “Bir de bir zamanlar sağlık müdürlüğünde bulunan, adının başında ‘prof’ unvanı da olan, ismi lazım değil bir zatın, gene ismi lazım değil bazı doktor beylerin hazırladığı birtakım durumları bahane ederek, gecenin bir vakti kalabalık ekibiyle gelip bizim K-3’te hastalara kızlık muayenesi yapılması var. Ama onu da anlatmayalım. Salih Yaşar’ın başhekimliği sırasında, A Blok 3. katta namus denetimi de var anlatılması gerekmeyen.”
Faruk Bayülkem, Eski Başhekim: 07.09.1977’de yaş haddinden ben de emekliye ayrıldım. “Bu kadar sene çalıştınız, en iyi neyi bilirsiniz?” diye soranlara, “Haddimi bildim” diye cevap verdim.
Çiğdem Özkara, Doktor: “Pencerenin önündeki gözcü, bir perşembe sabahı alarm verdi: ‘Geliyooor!’ Şefimiz Yıldırım Aktuna vizite teşrif etmek üzere bahçe yolunda görünmüştü. Bu olayı huzursuzluk içinde bekleyen tüm asistanlar irkildik, hatta ben oturduğum yerden havaya fırladım. Nasıl olduysa oldu, sabah kahvaltımızın ayrılmaz parçası olan çaydanlık, sehpanın üztünden önce havaya fırladı, sonra duvara yapıştı. Telaşla ayağa kalkarken, ibiğine çarparak pike yapmasına vesile olduğum belirgin bir şekilde ortadaydı. Duvara ve Dilek’in üzerine yapışan çay tanelerini toplamaya çalışırken, kazaya neden olan alarmın da sahte olduğu anlaşıldı. Yıldırım Bey neden yıldırırdı bizleri? “
İki gün sonra fark edilen ölü
Ayşe Altınyurt, Hemşire: “1976 yılında Bakırköy’e, Raşit Tahsin, Akut Psikiyatri Servisi’ne atandım. ... Yeterli hemşire yoktu. ... Lambalar yanmazdı. TV ışığında tedavi yaptığımı hatırlıyorum. Enjeksiyon yapmak için yeterli iğne ucu yoktu, aynı iğne ucunu birkaç hastaya kullanırdık. İğne uçları artık kütleşmişti, yamulanı düzeltip yine kullanırdık. Serviste kaşık yoktu, tabak yoktu, tek bir kapta yemek papara yapılıyor ve hastalar elleriyle yiyorlardı. Hastaların giysileri de yoktu ve hepsi bitlenmişti.
Beni 14-B’ye verdiler. Burada iki büyük koğuş ve iki yüz elli civarında hasta vardı. Bitler duvarlarda yürüyordu. Az sayıda ranza vardı ama hastaların çoğu yine yerde yatıyordu. Bir battaniyeyi birkaç hasta paylaşıyor, battaniyeyi kaldırdığımızda altından dört beş hasta çıkıyordu. Kalabalık olduğundan hastaların adını bilemiyorduk. Ölen bir hastanın fark edilmesi bazen bir iki günü buluyordu.”
42 yıl sonra eve dönüş
Cüneyt Evren, Doktor: “İkinci hikâye, bir uzmanla şizofren bir hasta arasında geçen diyalog. Uzman, lateralizasyon ile ilgili bir çalışma için soru soruyor. Hastanın hangi elini kullandığını anlamak için ‘İğneden iplik geçir’ diyor. Uzun bir sessizlik oluyor. Uzman ‘Hadisene!’ diyor. Hasta ‘İğne iplik yok ki, nasıl geçireceğim?’ diye soruyor. Uzman da ‘İğne iplik yoksa hayal de mi edemiyorsun?’ diye ısrar ediyor. Uzun bir sessizlik daha oluyor, uzman sinirleniyor: ‘Hadisene! Hayal etsene!’ Hasta da sinirleniyor: ‘Ettim ya!’ O gün, hastaları hafife almamam gerektiğini daha iyi anladım.”
Şaban Demirel, Hastabakıcı: “Kırk iki yıldan beri BRSHH’de kapalı servislerden birinde yatan bir hastayı, yıllar sonra evine teslim ettim. Sosyal hizmet uzmanı araştırmış, hastanın Kütahya ili Tavşanlı ilçesinde doğduğunu öğrenmiş. Hastayı özel araba ile götürdüm, muhtarı buldum, durumu anlattım. Meğer bu hasta yirmi yaşındayken köyünden kaçmış, annesine de öldü demişler. Hasta hafif mental retarde. Annesi 93 yaşında dinç bir kadın, tarlada çalışıyor. Oğlunu tanıyamadı, bize inanmadı zaten. Ancak yakınları ile ilgili sorulara cevap verince, oğlu olduğuna emin oldu.” (Aslı Uluşahin)