BIST 9.550
DOLAR 34,54
EURO 36,01
ALTIN 3.005,46

Bundan sonra neler olacak?

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın açıklamalarına bakılırsa bu hafta ve bundan sonraki haftalar bir hayli hareketli geçecek.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın açıklamalarına bakılırsa bu hafta ve bundan sonraki haftalar bir hayli hareketli geçecek. Seçimlerde en yüksek oyu alan iki partinin liderleri bu hafta Beştepe'deki Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'ne davet edilecek.

Her iki partinin programları, acil eylem planları sorulacak ve duruma göre koalisyon hükümeti kurmaları için görev verilecek.

Cumhurbaşkanı, "Önce seçimlerden birinci çıkan partiye, eğer başarısız olursa bu kez ikinci partiye görev vereceğim" diyerek Davutoğlu ve Kılıçdaroğlu'nu işaret ediyor. Erdoğan'ın görevlendirme için çağırmayı düşünmediği Bahçeli'nin, "Zaten beni görevlendirme için çağırırsa gitmem" demesi bu anlamda fazla gülünç bir durum oldu.

"Bu hafta ve bundan sonraki haftalar hareketli geçecek" dememdeki neden sadece koalisyon çalışmalarına resmi start verilecek olması değil.

Davutoğlu'nun hükümeti kuramaması durumunda önümüze bambaşka bir tablo çıkacak ve Türkiye o tabloyu ibretle izleyecek.

Bugüne kadar Beştepe'deki Cumhurbaşkanlığı Külliyesi için, "Orası kaçak saray. Haram paralarla yapıldı. Ben oraya girmem" diyen Kemal Kılıçdaroğlu'nun önünde iki seçenek var.

Ya meşruiyetini tartıştığı Cumhurbaşkanı'nın görevlendirme çağrısına cevap verip saraya gidecek.. Ya da Deniz Baykal'ın "Dışişleri konutunda görüşelim" ricasından feyz alarak Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'ne çıkmak istemeyecek.

Böyle bir hareket, yüzde 52 gibi bir oranla Erdoğan'ı oraya gönderen seçmenlerin iradesini tanımamak anlamına gelecek. Seçmenin, iradesine saygı duymayan liderlere yaşattğı sonu hatırlayacak olursak, Kemal Kılıçdaroğlu'nun bu gazaptan nasiplenmemek için Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'ne çıkmaktan başka şansı yok.

Zaten Cumhurbaşkanlığı Külliyesi dışında yapılacak bir görüşme, kamuoyunda büyük taviz olarak görüleceği için Erdoğan'ın böylesi bir çağrıya olumlu cevap vermesini beklemek yanlış olur.

AK Parti dışındaki partilerin liderleri, Erdoğan'ın pasif Cumhurbaşkanı olmasını kırmızı çizgileri olarak açıklıyor. Öğrenebildiğimiz kadarıyla bu yönde bazı çalışmaları bile var.

Erdoğan'ın Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nden çıkarılıp Çankaya'ya gönderilmesi için Meclis'te daha hükümet kurulmadan bir çalışma içine giriştikleri yönünde bazı söylentiler var.

Söyleyeceklerim size fazla iddialı gelebilir ama bana göre böyle bir çalışma, yani Erdoğan'ı kendinden önceki cumhurbaşkanları gibi Çankaya'ya hapsetme çabaları, beklenmedik bir tepkiyle son bulabilir.

Cumhurbaşkanlığı'na aday olurken "Ben Çankaya'da oturan Cumhurbaşkanları gibi olmam" diyen Erdoğan, kendisine biçilen bu figüranlık rolünü kabullenecek biri değil.

Yeni Anayasa ve Başkanlık sisteminin rafa kalktığı bir dönemde Çankaya'nın noteri olmayı kabullenemeyecek olan Erdoğan, yeniden aktif siyasete dönmeye karar verirse sakın ola şaşırmayın!

"İmkansız" demeyin...

Sayısız savaştan galip çıkan Erdoğan'ın, siyasi geçmişinde nice mümkün olmayan olayları mümküne çevirdiğine hepimiz şahitlik ettik.

Yeri gelmişken hatırlatalım...

AK Parti dışındaki diğer partilerin, Hakan Fidan'ı MİT Müsteşarlığı koltuğundan düşürebilmek için çareler aradığını duyuyoruz. Görünen o ki devlet sırlarını birer birer deşifre etmek ve paralel yapı desteğiyle Erdoğan'ı açığa düşürmek.

Hedef; bir yanda İran'la işbirliği yaptığını yayarak "Vatana ihanet" suçlamasıyla Yüce Divan'da yargılatmak, diğer yanda terör örgütlerine destek veren lider gibi gösterip uluslararası mahkemelerde yargılatmak!

MİT Müsteşarlığı'na atama yapmak her ne kadar Erdoğan'ın yetkisinde olan bir durum olsa da, şeytani oyunlarla bunu başarabileceklerini unutmamak gerek.

Hakan Fidan'ın milletvekilliği adaylığına itiraz eden Erdoğan'ın ne kadar haklı çıktığını şimdi daha iyi anlıyorsunuz değil mi?

Yine yeri gelmişken yazayım...

4 bakan için yeniden yolsuzluk komisyonu kurulması tartışmaları da gündemde. Ta başından beri savunduğum gibi; adı geçen bakanların Yüce Divan'a gönderilmeleri AK Parti'nin aleyhine değil, lehine bir durum olur.

Önümüzdeki haftaların sıcak geçecek olmasının ana nedenlerinden biri de HDP'nin durumu...

HDP'ye baraj atlattırarak ülkeyi AK Parti'den kurtarmaya çalışan ittifakın söylemlerindeki değişiklik yavaş yavaş kendini göstermeye başladı.

Her zaman söylediğim gibi...

İnanışların gerçeğin önüne geçtiği noktada büyük problemler yaşamak kaçınılmaz. HDP'nin barajı geçmesiyle birlikte Türkiye'ye demokrasi geleceğine inanan kesimler, sanırım gerçeği şimdi daha iyi görüyordur. Kuşku yok ki bundan sonra çok daha fazlasını göreceklerdir.

Bakın şuraya yazıyorum.

Önümüzdeki dönem, HDP'nin, "Keşke barajı aşmasaydık" diyeceği dönem olacak.

Dikkat ederseniz seçim öncesi kendisiyle ittifak yapan CHP ve MHP, şu sıralar HDP'ye neredeyse vebalı parti muamelesi yapmaya başladı. Çünkü her iki parti de HDP'nin içinde olduğu bir koalisyonda yer almanın kendilerini siyaset sahnesinden ebediyyen sileceğini biliyor.

Bundan böyle "Türkiyelilik" söylemi ile Kandil'den gelen emirler arasında ezilen bir HDP göreceğiz.

Bunun emarelerini daha şimdiden görmeye başladık. 

Selahattin Demirtaş, "Bize verilen emanet oyların farkındayız" diyor. KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu, "Emanet oylar yoktur" diye fırça atıyor. Demirtaş da bu fırça sonrası çareyi çarketmekte buluyor. 

Selahattin Demirtaş, "Abdullah Öcalan silah bırakma çağrısı yapmaya hazır" diyor. Cemil Bayık anında, "Silah bırakma kararı Öcalan'ın değil, bizim vereceğimiz bir karardır" diyerek onu tekzip ediyor.

Aynı Cemil Bayık, MHP gibi milliyetçi bir parti ile koalisyonun tartışıldığı bir süreçte "Abdullah Öcalan'ı serbest bırakırsanız çözüm süreci devam eder" diyerek aslında kan susuzluğu çektiğini ve barış istemediğini açık açık ilan ediyor.

Normal şartlarda Kandil'e  tepki göstermesi gereken, "Biz barış vaadi karşılığında milletten oy istedik. Konuşmak size düşmez" Demirtaş'tan "gık" çıkmıyor!

Aylardır HDP için yanıp tutuşanlara göstermeye çalıştığımız büyük fotoğraf nihayet belirginleşmeye başladı.

Umarım Selahattin Demirtaş'ın aslı astarı yokken ikide bir, "AK Parti hükümeti IŞİD'e yardım ediyor" söylemlerinin, "Kobani de Kobani" diye tutturmasının gerçek niyetini anlamışsınızdır.

Ve umarım AK Parti iktidardan düşer düşmez Obama'nın, "Türkiye IŞİD ile mücadele konusunda yeterli desteği vermiyor" sözlerinin niyetini çözmüşsünüzdür.

Bölgede IŞİD'i bombalaması gereken ABD'nin Arap köylerini bombalaması ve Kürtlerin bu bölgelerde anında hakimiyet kurması size hiç bir şey anlatmıyorsa, ben söyleyeyim. 

AK Parti iktidardan düşer düşmez Arap köylerinin bombalanması, oralardan kaçan Arapların Türkiye sınırına yığılması bir tesadüf değil. Amaç, Kobani ile Cizre'yi ve şu aralar bombalanan Arap bölgelerini  topyekün bir kanton haline getirmek...

"Bunlar ülkeyi bölecek" suçlamasıyla AK Parti'yi iktidardan düşürenlerin sayesinde, ülke işte tam da şimdi bölünmenin eşiğine geldi.

Şimdi soralım...

"Halkların kardeşliği" için HDP'ye oy verenler...  Selahattin Demirtaş'ın saz çalışına tav olanlar... "HDP gelirse demokrasi gelir" diyenler... "Ohh ne güzel bir gün, Erdoğan konuşmuyor" naralarıyla sevinenler...

Henüz temin edemediyseniz kınalarınızı nereye gönderelim?