BIST 9.390
DOLAR 34,43
EURO 36,29
ALTIN 2.837,00
HABER /  MEDYA

Bu röportaj yüzümüzü kızarttı

Medyanın en haşmetli kavgası nasıl oldu, nasıl gelişti.. Haşmet Babaoğlu anlatıyor.

Abone ol

Eylemlerinin süreceğini söylüyor Haşmet Babaoğlu, yani hıncını alamadığını, Nişantaşı'ndaki kavganın kendisini kesmediğini söylüyor Sabah'tan Şebnem Akson'a...

"Eylemlerim sürecek..."

Ne eylemi, nasıl bir eylem bu? Medyanın sakin, kendi halinde ismi Haşmet Babaoğlu'nun "eylem" dediği "sokak kavgası"ndan başka bir şey değil:

"Öyle ama bir tarafları kırılacak kesin yani, elimden kurtuluş yok. İş öyle bir hale geldi ki, benden habersiz birisi dövecek onları. İğrenç, adi, zibidi herifler bunlar yani. Korkunç herifler. Benim üstüme kalacak, en korktuğum o. Halbuki ben onlardan önce davranmalıyım."

Ve ağıza alınmayacak küfürler, bir gazetecinin ağzına yakışmayacak ifadeler. Haşmet Babaoğlu, Ahmet Hakan, Mansur Forutan'ın yanına Serdar Turgut'u da ekliyor ve çok ağır sözler söylüyor.

İşte Babaoğlu'nun Şebnem Akson'a verdiği çok seviyeli (!) röportajın tamamı:

- Geçmiş olsun Haşmet Babaoğlu, biz sizi hoşgörünüzle tanırız, ne oldu böyle?
- Ben zaten bir buçuk aydır böyle bir zaman bekliyordum, fırsatım olmamıştı. Benim derdim o gün Mansur'u dövmeye gitmekti. Aradan Ahmet Hakan'ı da çıkaracaktım, ama maalesef yanlış yerdeydim; Salamonje'de. Mesela Ramazan'ın yerinde olsaydı, yani House Cafe'de, iki tokat da ona çakacaktım, maalesef olmadı.

- Sizi bu kadar çileden çıkartan şey kompleksler mi? Nedir mesele ettiğiniz?
- Benim meselem ayrı, Ahmet Hakan'ın meselesi apayrı. Ama genel olarak şunu söyleyeyim, basında zibidi bir köşe yazarı tipi var. Bunların temel özellikleri, bütün aşağılık komplekslerini, hayattan uzaklıklarını, aslında gerçek anlamda insan ilişkilerindeki kaybetmişliklerinin acılarını, ona buna sataşarak çıkartmaları. Hepsinin de temel özelliği; senin de dikkatini çekmiştir- yalnızca Ahmet Hakan'dan bahsetmiyorum, bunu özellikle vurgula, birkaç tane adam var- mizah duygusunun arkasına saklanmaları. Bunu yapıyorlar.

- "Minicik bir espri," dedikleri mi?
- 'Minicik espri' diyorlar, 'mizah' diyorlar. "Siz zaten mizahtan bile anlamıyorsunuz," diyorlar. Esas beni en çok kızdıran tarafları da bu. Bu adamlarla mücadele ederken, bizim köşelerimizi bunlarla mücadeleye ayırmayı da doğru bulmuyorum. Ben şahsi olarak sokakta yüzleşmekten yanayım.

- Ahmet Hakan ve Mansur Forutan'la böyle bir şey yaşadınız ama başkaları da var mı?
- İstersen yazabilirsin, mesela küçük bir gazetenin genel yayın yönetmeni de var bunlar gibi mizaha sığınmak isteyen.

- Kim o?
- Serdar Turgut. O da aynı. Mizah duygusunun arkasına saklanır. Bu kadar aşağılık bir heriftir o! Patronlarını utandırıyor, okurlarını utandırıyor. "Kardeşim sen ne yapıyorsun, bu senin yazdıklarının kime ne hayrı var? Utanmıyor musun yazdıklarından?" denileceği anda, "Ben mizah yapıyorum," diyorlar. Bu ne kadar daha sürecek bilmiyorum ama bunların varlığı basını ağır bir biçimde kirletiyor.

- "Herkes sorumlu bu kirlilikten," demişsiniz köşenizde... Bunu biraz açar mısınız?
- Okurlar da sorumlu, bizler de. En aşağılık duygularının ve dedikoduculuk şehvetlerinin gıdıklanmasından hoşlanan okurlar da sorumlu gayet tabii. İkincisi de ucuz ve kolay yollardan tiraj kapma kurnazlığına düşen genel yayın yönetmenleri... Bu iki unsur sayesinde oluyor bunlar. Mesela Ahmet Hakan'ın bir SABAH'taki haline bak, bir de Hürriyet'teki haline bak.

- O gün Nişantaşı'nda olanları tam olarak bana anlatır mısınız?
- Ben Mansur'u dövmeye gitmiştim açıkçası. Salamonje'nin kapısında Allah bana sordurdu işte, "Mansur burada mı?" dedim, "Burada," dedi çocuk da. Orası da Erol Kaynar'ın yeri, benim çok sevdiğim bir yer. Mansur da beni görünce "Gel Haşmet Abi otur," falan dedi. "Ne abisi ulan!" dedim. "Hani yazmıştın, ben artık abin falan değilmişim diye... Konuşma!" derken baktım Ahmet Hakan da var. Ona da alaycı bir ses tonuyla dedim ki, "Senin de bugünkü esprini çok beğendim, sonra onu da konuşacağız." Fakat hayatta gördüğüm en korkak adamlardan birisi Ahmet Hakan.

- Nereden anladınız o an Ahmet Hakan'ın korktuğunu?
- Bu Ahmet Hakan biz nerede dolaşıyorsak orada değil mi, üç dört yıldır? Kaç defa 'Haşmet Abi'nin yol yazıları, 'Haşmet Abi'nin Alaçatı yazıları' falan diye notlar düştü, değil mi? Hiçbir karşılaşmamızda doğru düzgün bir selam bile vermedi. Hem korkak, hem alçak bir adam olduğu oradan belli. Cesur ve kendinden emin adamlar, adam gibi selamlaşırlar. Bir defa ben nereden onun Haşmet Abi'si oluyorum? Hani "İlhan Abi..." diye de yazmıştı ya bu salak... Ben bu salağı defterden nasıl sildiğimi söyleyeyim mi?

- Söyleyin tabii...
- Her insan fikir değiştirir, her insan sosyal, siyasal kamp değiştirir ama ulan ne zaman İlhan Selçuk senin İlhan Abin oldu? Oturdu "İlhan Abi'ye..." diye yazı yazdı. Hasan Abi, İlhan Abi falan... Bu zavallı bir adam.

- Tartışmanız ne kadar sürdü o gün?
- Orada 15 dakika sürdü bu olay. Ahmet Hakan'a "Sen kalk bakayım, boyunu göreyim istedim. Kalk bakayım bi," dedim. Ben yine takılmayacaktım, ama "Sen kimsin?" gibi laflar etti bana. Ben öyle bir laf duydum mu, zaten deliririm. Ya, 15 dakika boyunca yerinden kıpırdayamadı. Cep telefonuyla bir yerleri arar gibi falan yaptı. Ben de fazla uzatmadım. Çünkü gıcık olduğum Mansur, araya giren, yatıştıran görüntüsüne büründü birden. Onun da elindeki suya falan bir tane vurdum. "Yatın kalkın dua edin ki burada karşılaştık, ama dışarda karşılaşsaydık..." deyip öyle çıktım. Ve şu da var, eylemlerim sürecek...

- Ama çok tatsız değil mi bu durum?
- Öyle ama bir tarafları kırılacak kesin yani, elimden kurtuluş yok. İş öyle bir hale geldi ki, benden habersiz birisi dövecek onları. İğrenç, adi, zibidi herifler bunlar yani. Korkunç herifler. Benim üstüme kalacak, en korktuğum o. Halbuki ben onlardan önce davranmalıyım.

- Belki sakinleşirsiniz...
- Yok yok, iki tokat atmadan olmaz. Ali Boratav aradı, "Hemen geliyorum ben de iki tokat atayım," dedi.