BIST 9.900
DOLAR 34,12
EURO 38,12
ALTIN 2.872,54

Bu 'liberal' isme dikkat!.

Ahmet Hakan’ın, dün Hürriyet’teki köşesine taşıdığı “Mermerci liberalizmi”ni okuyunca, düşünmeye başladım..

Ahmet Hakan, özetle ve mealen diyordu ki: “Türkiye’de bazı sosyete dergilerini açıp baktığımızda ister sağa dönerek okuyun ister sola dönerek okuyun; göreceksiniz ki sosyete denilen grup neredeyse yüz kişiyi geçmiyor.. Ve bu sosyetenin ‘etkin’ üyelerinden Ender Mermerci’nin kızları Tansa, Yosun ve Derin ismini duymaktan artık gına geldi..”

Ender Mermerci’nin merhum Mehmet Mermerci’nin eşi olduğunu biliyordum..

Mehmet Mermerci’nin en önemli özelliklerinden birinin, liberalizm hakkında kaleme aldığı ve gerçek liberalizmi yansıtan yazıları iş ve siyaset dünyasının önde gelen isimleri ile yine önemli gazeteci ve yazarlara mektup olarak gönderen biri olduğunu da biliyorum..

Ancak fark ediyorum ki, merhum Mermerci, liberal felsefenin meselelere yaklaşım tarzını aktarırken eşi Ender Mermerci’yi ihmal etmiş..

Öyle olmasaydı, Ender Mermerci kalkıp, “Türkiye’de Kur’an kursları açılacağına dil okulları açılsın..” ya da “Türban yasaklansın..” gibi, “yosun” tutmuş fikirleri “derin” bir fikirmiş gibi sunup, kendisinin ne kadar “ender” bir insan olduğu vehmine kapılır mıydı?

Bu düşünce formasyonunun, “Torun olacaksa, Yosun’dan olmak yerine Derin’den olsun..” ya da “Türkbükü’ne Tansa gitmesin..” demekten ne farkı vardır?!.

Evet, Ahmet Hakan’ın bu yazısını okuduktan sonra, tesadüf oldu ve Mehmet Barlas’ın Birey Yayınları’ndan çıkan “Latife Hanım’ın Sırları ve Türk Sosyetesi” isimli kitabını okudum..

Kitabın ikinci bölümü, Türk sosyetesinin hayat tarzı, meselelere yaklaşım tarzı gibi unsurlarına işaret eden hem mizahi hem de derinlikli üslupla kaleme alınan yazılardan oluşuyor..

Mehmet Barlas’ın liberal bir demokrat olduğunu herkes biliyor; ancak siz, kızı Eda Barlas Anter’i kendini kaybetmiş bir şekilde “Alem” dergisinin sayfalarında hiç gördünüz mü?

Ya da eşi Canan Barlas’ın, “Türban yasaklansın..” mealindeki herhangi bir yazısını okudunuz mu?

Oysa bu isimler hayatının hiçbir döneminde kenar semtlerde yaşamadılar; arkadaş çevreleri “doğal olarak” hep varlıklı ve eğitimli kişilerden oluştu..

Evet, aslında işbu yazının konusu ne Ahmet Hakan’ın yazdığı köşe yazısı ne de Mehmet Barlas’ın yeni çıkan kitabıdır..

Aşağıda yer alan satırlar, liberal demokrat felsefenin değerler skalasını tahlil etmekten ibarettir..

Biliniyor ki; bazı yayın organları hakaret ve sığlığı; bazı yayın organları ise düşünceyi ve derinliği baş tacı yapar..

Sığlık veya derinlikte, adına sağ veya sol denilen düşünce sistemine inanan kişilerin kimliği veya “durduğu yer” elbette önem taşımıyor..

Bununla beraber, hem siyasi hem de ekonomik özgürlük taraftarı olan, din, milliyet gibi olgulara sosyolojik bir gözlükle de bakma ihtiyacını hisseden, sanayi toplumundan “bilgi” toplumuna geçtiğimiz şu yüzyılda sağlıklı bir siyasal sistemde öncü kuvveti teşkil etmesi beklenen liberal demokrat sistemin faydalarına inanmış olan bir kesim var..

Liberal demokratik sistemin yararına inanmış olan ve benim de savunduğum bu görüşe itibar eden insanların ortaya çıkışı (bazılarının dediği gibi ‘piyasaya sürülüşü!’) çok eski bir tarihe dayanmıyor..

Özellikle Liberal Düşünce Topluluğu’nun kurucuları olan Prof. Mustafa Erdoğan, Prof. Atilla Yayla gibi insanların, liberal demokrat düşüncenin yerleşmesine yaptıkları katkının çok büyük olduğunu inkar etmemek gerekiyor..

Ancak basında bazı köşeleri tutmuş olan ve fikir yerine hezeyan içinde sağa da sola da saldıran insanların, bu düşünce sahiplerine “liboş” diyerek hem kendi sığlığını su yüzüne çıkarmaları hem de “daha derinlere kulaç atması” ne yazık ki bazı insanların da bu bataklığa çekilmelerini engellemiyor..

“Sen kendinle çelişkiye düşüp, nasıl olur da senin düşünceni beğenmeyen insanın düşüncelerini bataklık olarak değerlendirirsin?” diyenler olabilir, ki liberal demokratik düşüncenin bir faydası da bu tür kendi içinde mantıklı sorular sorulmasına imkan sağlamasıdır!.

İtiraz ettiğim husus, hakaretin ne yazık ki prim yapıyor olması ve prim yapıyor oluşundan dolayı işin pervasızlığa doğru son sürat götürülüyor olmasıdır.

Bu arada belirtmek gerekiyor ki liberal felsefe, ne “altta kalanın canı çıksın” demektir; ne “başıboşluğa” kapı aralanmasıdır; ne de sair düşüncelerin toplumdan dışlanmasına zemin hazırlamaktır..

“Birey hakkına” sahip çıkmak elbette “bencilliğe methiye” değildir..

Tıpkı, serbest piyasa özgürlüğünü savunmanın “serbestçe hırsızlık” yapmak anlamına gelmediği gibi..

Liberal demokrat düşünce;

“Bunların başındaki örtü, yobazlığın simgesidir" diyerek inanç sahiplerini rencide etmez..

Hatta o baş örtüsünü inanmadan takan varsa o insanların "inanmadan başörtüsü takma" hakkına dahi müdahale etmez..

“Millet iradesi mi, geçiniz efendim bunlar ıvır zıvır şeyler" diyerek acayip derecede dokunaklı "hukuki mütalaa" vermez..

Erdoğan Teziç gibi kalkıp “Devlet iktidarı ile hükümet iktidarı arasındaki denge devlet iktidarı aleyhine işlemektedir” diyerek, kamu hukuku, anayasa hukuku, idare hukuku, demokrasi gibi kavramları lastik gibi çekiştirmez..

İlk Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt’un yaptığı gibi, “Öz Türk olmayanların Türk vatanında bir hakkı vardır; o da hizmetçi ve köle olmaktır.. Türk’ün en kötüsü Türk olmayanın en iyisinden iyidir..” gibi bir cümleyi kitabına yazmayı bırakınız, telaffuz dahi etmez, hatta aklının bir köşesinden dahi geçirmez..

“Aleviler, mumsöndücü Kızılbaş’tır; anasıyla bacısıyla yatmaktan çekinmezler; çünkü bunların hepsi Allahsız’dır..” demez..

Tabii ki “Petrus şarabı” içmek insanı liberal yapmıyor!.

Bunun gibi sıvı niyetine sadece “zem zem suyu” içmenin o kişiyi iyi bir Müslüman ya da “kımız” içmenin o insanı iyi bir Türk milliyetçisi yapmadığı gibi..

Bugün yaşanılan sıkıntının temelinde, ne yazık ki bu kategorik anlayışın egemen olması yatıyor..

Türkiye gibi her türlü dinsel ve etnik kimliğin bir arada yaşadığı bir ülkede, elbette 6.yüzyılın şartlarına veya 1930’lu ve 1940’lı yılların şartlarına göre yaşayanlar olacaktır..

Bu sosyolojik gerçek yanında, bugün Türkiye’de 100 yıl sonraki şartlara göre yaşayanların olması da bir realitedir..

Zira etki, tepkiyi doğurmaktadır ve bu da sosyolojik bir vakıadır..

İşte liberal düşüncenin çıkış noktası, bu sosyolojik vakıaya olan inancı ve bunun bir dayatmayla ortadan kaldırılmasının bilimsel gerçeğe uymadığına dair ortaya koyduğu sosyolojik yaklaşımdır..

Peygamberimiz döneminde dahi herkesin Müslüman olmadığı; Kanuni Sultan Süleyman döneminde dahi tüm dünyanın fethedilemediği; Cumhuriyet döneminde dahi herkesin Atatürk’ün kurduğu partiyi serbest seçimlerde desteklemediği bir vakıa değil midir?

Bu vakıa, "İslam-Osmanlı-Cumhuriyet vak'asının" kıymetsiz olduğuna muhakkak ki işaret etmiyor..

Ama siz eğer bu bir vakıa değildir diyorsanız, liberal demokrat düşünce, "vakvakları" ürkütme pahasına buna dahi saygı duyar..

Bir toplumda çarşaflı da, peçeli de, göbeği açık da olacaktır..

Hatta “baldırı çıplak” insanlar da olacaktır!.

Bunun gibi, bu memlekette viski içen de olacaktır, zemzem suyu içen de olacaktır, kımız içen de olacaktır..

Hatta, kan kusup kızılcık şerbeti içen de olacaktır!.

NOT: Bilinen anlamı ile Türk Sosyetesi’ne mensup olmayan ve bir imamın çocukları olan, “bilişim çağı”nı özümsemek ve içselleştirmek bir yana, İnternet medyası özelinde bunu tatbik de eden Süleyman Özışık ve Mehmet Özışık’ın, www.sonsayfa.com isimli haber sitesini yayın hayatına geçirmelerinden dolayı kendilerini kutluyor, başarılarının devamını diliyorum..