Bu 'liberal' isme dikkat!.
Ahmet Hakan’ın, dün Hürriyet’teki köşesine taşıdığı “Mermerci
liberalizmi”ni okuyunca, düşünmeye başladım..
Ahmet Hakan, özetle ve mealen diyordu ki: “Türkiye’de bazı sosyete
dergilerini açıp baktığımızda ister sağa dönerek okuyun ister sola
dönerek okuyun; göreceksiniz ki sosyete denilen grup neredeyse yüz
kişiyi geçmiyor.. Ve bu sosyetenin ‘etkin’ üyelerinden Ender
Mermerci’nin kızları Tansa, Yosun ve Derin ismini duymaktan artık
gına geldi..”
Ender Mermerci’nin merhum Mehmet Mermerci’nin eşi olduğunu
biliyordum..
Mehmet Mermerci’nin en önemli özelliklerinden birinin, liberalizm
hakkında kaleme aldığı ve gerçek liberalizmi yansıtan yazıları iş
ve siyaset dünyasının önde gelen isimleri ile yine önemli gazeteci
ve yazarlara mektup olarak gönderen biri olduğunu da
biliyorum..
Ancak fark ediyorum ki, merhum Mermerci, liberal felsefenin
meselelere yaklaşım tarzını aktarırken eşi Ender Mermerci’yi ihmal
etmiş..
Öyle olmasaydı, Ender Mermerci kalkıp, “Türkiye’de Kur’an kursları
açılacağına dil okulları açılsın..” ya da “Türban yasaklansın..”
gibi, “yosun” tutmuş fikirleri “derin” bir fikirmiş gibi sunup,
kendisinin ne kadar “ender” bir insan olduğu vehmine kapılır
mıydı?
Bu düşünce formasyonunun, “Torun olacaksa, Yosun’dan olmak yerine
Derin’den olsun..” ya da “Türkbükü’ne Tansa gitmesin..” demekten ne
farkı vardır?!.
Evet, Ahmet Hakan’ın bu yazısını okuduktan sonra, tesadüf oldu ve
Mehmet Barlas’ın Birey Yayınları’ndan çıkan “Latife Hanım’ın
Sırları ve Türk Sosyetesi” isimli kitabını okudum..
Kitabın ikinci bölümü, Türk sosyetesinin hayat tarzı, meselelere
yaklaşım tarzı gibi unsurlarına işaret eden hem mizahi hem de
derinlikli üslupla kaleme alınan yazılardan oluşuyor..
Mehmet Barlas’ın liberal bir demokrat olduğunu herkes biliyor;
ancak siz, kızı Eda Barlas Anter’i kendini kaybetmiş bir şekilde
“Alem” dergisinin sayfalarında hiç gördünüz mü?
Ya da eşi Canan Barlas’ın, “Türban yasaklansın..” mealindeki
herhangi bir yazısını okudunuz mu?
Oysa bu isimler hayatının hiçbir döneminde kenar semtlerde
yaşamadılar; arkadaş çevreleri “doğal olarak” hep varlıklı ve
eğitimli kişilerden oluştu..
Evet, aslında işbu yazının konusu ne Ahmet Hakan’ın yazdığı köşe
yazısı ne de Mehmet Barlas’ın yeni çıkan kitabıdır..
Aşağıda yer alan satırlar, liberal demokrat felsefenin değerler
skalasını tahlil etmekten ibarettir..
Biliniyor ki; bazı yayın organları hakaret ve sığlığı; bazı yayın
organları ise düşünceyi ve derinliği baş tacı yapar..
Sığlık veya derinlikte, adına sağ veya sol denilen düşünce
sistemine inanan kişilerin kimliği veya “durduğu yer” elbette önem
taşımıyor..
Bununla beraber, hem siyasi hem de ekonomik özgürlük taraftarı
olan, din, milliyet gibi olgulara sosyolojik bir gözlükle de bakma
ihtiyacını hisseden, sanayi toplumundan “bilgi” toplumuna
geçtiğimiz şu yüzyılda sağlıklı bir siyasal sistemde öncü kuvveti
teşkil etmesi beklenen liberal demokrat sistemin faydalarına
inanmış olan bir kesim var..
Liberal demokratik sistemin yararına inanmış olan ve benim de
savunduğum bu görüşe itibar eden insanların ortaya çıkışı
(bazılarının dediği gibi ‘piyasaya sürülüşü!’) çok eski bir tarihe
dayanmıyor..
Özellikle Liberal Düşünce Topluluğu’nun kurucuları olan Prof.
Mustafa Erdoğan, Prof. Atilla Yayla gibi insanların, liberal
demokrat düşüncenin yerleşmesine yaptıkları katkının çok büyük
olduğunu inkar etmemek gerekiyor..
Ancak basında bazı köşeleri tutmuş olan ve fikir yerine hezeyan
içinde sağa da sola da saldıran insanların, bu düşünce sahiplerine
“liboş” diyerek hem kendi sığlığını su yüzüne çıkarmaları hem de
“daha derinlere kulaç atması” ne yazık ki bazı insanların da bu
bataklığa çekilmelerini engellemiyor..
“Sen kendinle çelişkiye düşüp, nasıl olur da senin düşünceni
beğenmeyen insanın düşüncelerini bataklık olarak değerlendirirsin?”
diyenler olabilir, ki liberal demokratik düşüncenin bir faydası da
bu tür kendi içinde mantıklı sorular sorulmasına imkan
sağlamasıdır!.
İtiraz ettiğim husus, hakaretin ne yazık ki prim yapıyor olması ve
prim yapıyor oluşundan dolayı işin pervasızlığa doğru son sürat
götürülüyor olmasıdır.
Bu arada belirtmek gerekiyor ki liberal felsefe, ne “altta kalanın
canı çıksın” demektir; ne “başıboşluğa” kapı aralanmasıdır; ne de
sair düşüncelerin toplumdan dışlanmasına zemin hazırlamaktır..
“Birey hakkına” sahip çıkmak elbette “bencilliğe methiye”
değildir..
Tıpkı, serbest piyasa özgürlüğünü savunmanın “serbestçe hırsızlık”
yapmak anlamına gelmediği gibi..
Liberal demokrat düşünce;
“Bunların başındaki örtü, yobazlığın simgesidir" diyerek inanç
sahiplerini rencide etmez..
Hatta o baş örtüsünü inanmadan takan varsa o insanların "inanmadan
başörtüsü takma" hakkına dahi müdahale etmez..
“Millet iradesi mi, geçiniz efendim bunlar ıvır zıvır şeyler"
diyerek acayip derecede dokunaklı "hukuki mütalaa" vermez..
Erdoğan Teziç gibi kalkıp “Devlet iktidarı ile hükümet iktidarı
arasındaki denge devlet iktidarı aleyhine işlemektedir” diyerek,
kamu hukuku, anayasa hukuku, idare hukuku, demokrasi gibi
kavramları lastik gibi çekiştirmez..
İlk Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt’un yaptığı gibi, “Öz Türk
olmayanların Türk vatanında bir hakkı vardır; o da hizmetçi ve köle
olmaktır.. Türk’ün en kötüsü Türk olmayanın en iyisinden iyidir..”
gibi bir cümleyi kitabına yazmayı bırakınız, telaffuz dahi etmez,
hatta aklının bir köşesinden dahi geçirmez..
“Aleviler, mumsöndücü Kızılbaş’tır; anasıyla bacısıyla yatmaktan
çekinmezler; çünkü bunların hepsi Allahsız’dır..” demez..
Tabii ki “Petrus şarabı” içmek insanı liberal yapmıyor!.
Bunun gibi sıvı niyetine sadece “zem zem suyu” içmenin o kişiyi iyi
bir Müslüman ya da “kımız” içmenin o insanı iyi bir Türk
milliyetçisi yapmadığı gibi..
Bugün yaşanılan sıkıntının temelinde, ne yazık ki bu kategorik
anlayışın egemen olması yatıyor..
Türkiye gibi her türlü dinsel ve etnik kimliğin bir arada yaşadığı
bir ülkede, elbette 6.yüzyılın şartlarına veya 1930’lu ve 1940’lı
yılların şartlarına göre yaşayanlar olacaktır..
Bu sosyolojik gerçek yanında, bugün Türkiye’de 100 yıl sonraki
şartlara göre yaşayanların olması da bir realitedir..
Zira etki, tepkiyi doğurmaktadır ve bu da sosyolojik bir
vakıadır..
İşte liberal düşüncenin çıkış noktası, bu sosyolojik vakıaya olan
inancı ve bunun bir dayatmayla ortadan kaldırılmasının bilimsel
gerçeğe uymadığına dair ortaya koyduğu sosyolojik yaklaşımdır..
Peygamberimiz döneminde dahi herkesin Müslüman olmadığı; Kanuni
Sultan Süleyman döneminde dahi tüm dünyanın fethedilemediği;
Cumhuriyet döneminde dahi herkesin Atatürk’ün kurduğu partiyi
serbest seçimlerde desteklemediği bir vakıa değil midir?
Bu vakıa, "İslam-Osmanlı-Cumhuriyet vak'asının" kıymetsiz olduğuna
muhakkak ki işaret etmiyor..
Ama siz eğer bu bir vakıa değildir diyorsanız, liberal demokrat
düşünce, "vakvakları" ürkütme pahasına buna dahi saygı duyar..
Bir toplumda çarşaflı da, peçeli de, göbeği açık da olacaktır..
Hatta “baldırı çıplak” insanlar da olacaktır!.
Bunun gibi, bu memlekette viski içen de olacaktır, zemzem suyu içen
de olacaktır, kımız içen de olacaktır..
Hatta, kan kusup kızılcık şerbeti içen de olacaktır!.
NOT: Bilinen anlamı ile Türk Sosyetesi’ne mensup olmayan ve bir
imamın çocukları olan, “bilişim çağı”nı özümsemek ve içselleştirmek
bir yana, İnternet medyası özelinde bunu tatbik de eden Süleyman
Özışık ve Mehmet Özışık’ın, www.sonsayfa.com isimli haber sitesini
yayın hayatına geçirmelerinden dolayı kendilerini kutluyor,
başarılarının devamını diliyorum..