Bu iş bir bardak çayla olmaz!
Amerikalı tarihçi-yazar Katherine Branning bir bardak çayla, Türk'ü ve Türkiye'yi anlatmış ve bununla ilgili video, paylaşım sitelerinde tıklanma rekoru kırmış. 30 yıldır düzenli olarak her yıl Türkiye'ye gelen Branning, önce ''Yes I Would Love Another a
Bir bardak çayla Türk anlatılmaz
19. yüzyılda dünyaya kapalı olan Japonya'ya Batılılar ulaşmış. Amaçları Japonları ticaret için görüşmeye razı etmekmiş.
Ama Japonları hiç tanımıyorlar...
Sadece şu gözle bakıyorlar: Yabancı bir ülke, yabancı bir kültür ve kandırılması gereken bir devlet.
Batıdan gelen heyet, sandallarla kıyıya çıkmış. Çıktıkları anda bir grup Japon görevli, ellerine ne geçtiyse, Batı'dan gelenleri tartaklamışlar.
Batılılar ise ''herhalde Japon geleneği böyle'' diye düşünüp ''aman Japonları kızdırmamak lazım'' diyerek karşılık vermemişler, sadece tebessüm etmişler.
Japonlar vurmuş, onlar gülmüş, bu böyle devam etmiş... Sopalı merasim bittiğinde Batılılar ''işi bitirdiklerini'' düşünürken, Japonların heyet hakkındaki kanaati şekillenmiş:
Bunlardan adam olmaz. Dövdük/sövdük, gene de menfaatleri için hepsini sineye çektiler. Bunlar ya liberal, ya da tuhaf bir sapkınlıkları var.
Bu anekdottan birçok sonuç çıkarabiliriz. Ama beni şu an ilgilendiren kısmı şu:
Bu hikayede anlatılan batılı heyet, Japonları ve kültürünü biraz öğrenip oraya gitselerdi, sonuç daha farklı olacaktı.
Yabancı bir ülkeye gidip, birçok keşif yapabiliriz. Görülecek/gezilecek yerleri görür, gittiğimiz ülkenin yerlisinden daha bilgili olarak da dönebiliriz ülkemize. Gidilecek restoranları/tarihi yerleri her şeyi keşfetmemiz mümkün...
Ama !
Her şey bununla sınırlı...
O ülkenin insanını gerçekten tanımak, değer yargılarını tanımak, nasıl yaşadıklarını bilmek, olaylara karşı tepkilerini öğrenmek, esprilerine gülebilmek ancak onların içinde yaşamakla mümkün. Bazen bu bile yeterli olmayabiliyor.
Amerikalı tarihçi-yazar Katherine Branning bir bardak çayla, Türk'ü ve Türkiye'yi anlatmış ve bununla ilgili video, paylaşım sitelerinde tıklanma rekoru kırmış. 30 yıldır düzenli olarak her yıl Türkiye'ye gelen Branning, önce ''Yes I Would Love Another a Glass Of Tea'' isimli kitabını yayımlamış. Daha sonra ''Bir çay daha lütfen'' adıyla Türkçe'ye çevrilmiş.
Bakınız neler demiş, bir bölüm...
(En can alıcı bölümü)
"Benim gözümde bu bir bardak çay Türkiye'yi temsil ediyor. Türk çayı için tavşan kanı derler, siyah ya da yeşil değil, kırmızıdır. Tıpkı her vatansever Türk'ün damarlarından akan kan gibi. Tıpkı göklerde gururla dalgalanan bayrakları gibi. Eşsiz güzellikteki halılarındaki kırmızı yün gibi. Tıpkı ilkbaharda açan ateş kırmızısı laleler gibi. Bir kültürü tanımanın yolu evlerin içinden geçer. İnsanlar beni sürekli evlerine davet ediyorlar, tanımadıkları birini neden evlerine davet ediyorlar diye düşünüyordum. Daha sonra bunun bir yaşam tarzı olduğunu anladım. Türk evleri çok temiz, ayakkabılar dışarıda çıkıyor, yayla gibi halılar, çiçekler var, çok temiz, sade mobilyaları var. Büyük bir mutfağı var, her odada uzun uzun kanepeler var. Herkes beraber oturuyor, salonda yirmi kişilik yer var. Türk evleri arasında komşuluk var, gidip geliniyor ve her zaman çay, çay, çay... Ve Türklerde en önemli şey kahvaltı. Kahvaltı Türk evleri için vazgeçilmz. Tüm aile beraber masada oturur. Ve bir Türk evinde, her çeşit insanın giyebileceği, ayrı numaralarda otuz çift terlik bulabilirsiniz.
Eveeet !
Bir Türk dostu olan Amerikalı yazar Branning, otuz sene boyunca her sene Türkiye'ye gelerek, Türk insanının yapısını/yaşam tarzını, böyle ifade etmiş. Ben ilk önce kendi adıma bi sağlama yapmak istiyorum bir Türk olarak...
Branning Türkiye'ye geldiğinde nerelere gidiyor bilmiyorum ve bu yazdıklarını şimdiki zaman için mi yoksa otuz sene öncesi için mi yazmış onu da bilmiyorum...
Ama anlattığı şeyler biraz geçmişte kalmış gibi...
Türkler hakikaten eskisi kadar misafirperverler mi, yoksa günümüz şartları bunu değiştirdi mi? Bana göre değiştirdi. Artık apartmanda komşular dahi birbirini tanımıyor.
'Her odada uzun uzun kanepeler var' diyor, herkes beraber oturuyor diye de eklemiş. Benim burda şu meşhur sıra geceleri aklıma geldi. Branning kesin sıra gecelerine davet edilmiş, hem de birçok defa...
Ayakkabılar dişarda çıkıyor ve uzun uzun halılar var demiş. Burada da sağlama yaptım, benim evimde hiç halı yok, dolayısıyla ayakkabı serbest (Türküm)
Türk evinde ayrı numaralarda otuz çeşit terlik bulunuyor demiş. Yine baktım evimde hiç terlik yok, yere çıplak ayakla basıyorum ki, vücudumdan negatif enerjiyi çeksin diye(!)
Vatanseverlikten bahsetmiş, damarlarımızda ki kanın rengini içtığimiz çayın rengine benzetmiş. İyi de etmiş. Burada göğsüm kabardı, o anlamış bizi...
Türkler için kahvaltının öneminden bahsetmiş. Kendi adıma kahvaltı kültürüm yok ama günümüz şartlarında artık bu kültüründe pek kalmadığını, ailede anne/babanın çalişması, çocukların okul hayatı derken, bu koşuşturmaca içinde, kahvaltı kültürüde ne yazık ki bitmiş durumda.
Branning bu kitabı yayımlamış ve bu kitabı okuyan binlerce okur Türk insanını bu şekilde algılayacak.(Kötü demiyorum) Avrupa' da ve Amerika' da, Türk'ü zaten hep böyle tanıtıyorlar, bu yeni bir şey değil. Ayrıca, Türk' ün '' aman sendecilğindende'' bahsetmiş yazar. Kısaca; Türk' ü rahatına düşkün ve koloniler halinde yaşayan bir kabile gibi göstermiş.
O kadar iyi tanımış ki Türk' ün yapısını, ''vatan/millet '' diyerek te gönüllerde taht kurmaya çalışılmış... Yersek...
Branning elbette Türk dostuda olabilir. Belki klasik olacak ama ''Türk'ün Türkten başka dostu yoktur'' lafının savunuculuğunu yapacağım...
Üstelik bir milleti, hele hele Türkiye'yi, sadece yıllık tatillerle tanımış ve anlamış olduğunu sanarak bir kitap çıkarmak ne derece doğrudur, alıntılardan anlamışsınızdır.
Yazar, bir Türk'e asla adres sormayın, adresi bilmese de tarif etmeye çalışır demiş !
Kanımcada; bu yazarın çay çıkışlı, Türk ve Türkiye tarifinden yola çıkarak, kimse,bizleri tanıdığını sanmasın.