Bu hafta ne okumalı?
İşte size Mart'ın ikinci yarısında piyasaya sunulmuş birbirinden ilginç kitaplar.
Abone olTUHAF ZAMANLAR
-Bir 20. yüzyıl hayatı -
Eric Hobsbawm
20. yüzyıl tarihini diğer asırlarınkinden ayıran en önemli izler; dünya savaşları, siyasal devrimler, imparatorluklardan ulus devletlere geçişler, kültürel alt üst oluşlar, toplumsal çatışmalar, iktisadi düzenler ve düzensizlikler ve tüm bunların etrafında oluşan modern kültürel bir hayat içerisinde sürülür.
Eric Hobsbawm, bu yüzyıl boyunca sayılan değişimlere adeta ilk elden tanık olan, kişisel olarak değişimlerin insanlar üzerindeki etkilerini bizatihi yaşamış önemli Marksist tarihçilerden biridir. Tuhaf Zamanlar Viyanadan Berline, Londradan São Pauloya, Moskovadan Kübaya, Manhattandan Brezilya sokaklarına sadece kitaplarda yer alan büyük olayların küçük kahramanları olarak değil, olayların fiili kahramanları olarak yer almış insanların hikâyelerini büyük bir tarihçinin hayatına dahil ediyor.
İspanya İç Savaşından LSEye, caz kulüplerinden müzisyenlere, Komünist Partilerden İngiliz Marksist Tarihçilerine, faşizmden demokrasiye, sokaklardan üniversite anfilerine uzun ve dolu dolu yaşanmış bir hayatın mahir bir tarihçinin kaleminde nasıl bir araya geldiğine şaşıracak, Hobsbawmun yaşam öyküsünü zevkle okuyacaksınız.
Önsözden
...Bu kitap, yazarının bir resmi savunması niteliğinde değil. 20. yüzyılı anlamak istemiyorsanız, kendi kendini aklayanların, kendisinin avukatlığına soyunanların ya da tam tersi nedamet getiren günahkârların otobiyografilerini okuyun. Bunların hepsi de ölüm nedenini bizzat cesedin araştırdığı otopsilerdir. Bir aydının otobiyografisi düşüncelerini, eylemlerini, duruşunu içermeli ama bir savunma dosyası olmamalıdır. Ömür boyu komünizme bağlı kalan, sıradışı Marksist teorisyen Hobsbawmla ilgilenenler ve gazetecilerin sıklıkla sorduğu sorular için sanırım bu kitap yanıtlar içeriyor. Gerçi hedefim bunları yanıtlamak değildi. Tarih, siyasî hayatımı yargılayacaktır -ki zaten bunu doyurucu bir şekilde yerine getirmiştir- ve okurlar da kitaplarımı değerlendirecektir. Peşinde olduğum tarihsel idraktır, onaylanmak, hemfikirlik ya da duygudaşlık değil...
ERIC J. HOBSBAWM
1917de Viyanada doğdu. Çocukluğunu Viyana, Berlin ve Londrada geçirdi. Üniversite eğitimini Cambridge Üniversitesinde tamamladı. İtalya, Amerika, İngiltere ve Güney Amerikada çeşitli üniversitelerde dersler verdi.
İngiltere Komünist Partisi Tarihçiler Grubu üyesiydi. 1956da partiden ayrılan diğer üyelerden farklı olarak 1991 yılına kadar parti üyeliği devam etti.
Kitapları İngilizce, İtalyanca, İspanyolca, Almanca, Çekçe, Macarca ve Arapça olarak yayınlandı.
Tuhaf Zamanlar
İletişim Yayınları, 549 Sayfa
Çeviren: Saliha Nilüfer
Dizi: Biyografi -3
Tür: Otobiyografi
DİRENİŞ ÜÇLEMESİ
-Dullar / Ölüm ve Bakire / Okuyucu-
Ariel Dorfman
Bu kitaptaki üç oyun, özgürleşme ve tahakküm denen birbirine karşıt iki deneyimin sürekli keşfedilmesi sürecinin bir parçasıdır. Sahnede ve tarihte nihai sonucunu hâlâ bilemeyip sadece tahmin edebildiğimiz, insanlığın hâlâ belirlemeye çalıştığı çözüm yolu, bu çatışma sonucunda ortaya çıkacaktır. Devlet de bu süreçte başkaldıranları cezalandırmak, henüz başkaldırmamış olanlarıysa buna cüret etmekten uzak tutmak için farklı ve birbiriyle kesişen yollara başvurur. İşte, benim oyunlarım da Devletin başvurduğu bu yolları teşhir etmeyi amaçlar: Dullarda kayıplar, Ölüm ve Bâkirede işkence ve Okuyucuda sansür. Sofia, erkeklerinin gömülmeden ve anısız bırakılmalarına izin vermez; Paulina, kendisine yapılan işkenceleri unutmaz ve topluma da unutturmamaya çalışır; Tanya ise kendisine ihanet eden kocayı gölgesi gibi izlemek ve yaptıklarını itiraf ettirmek için ölümden geri döner. Bu oyunlarımda ele aldığım asilerin hepsinin kadın olması da gayet doğaldır, tesadüf değildir. Çünkü kadınlar, çoğunlukla toplumun en az güçlü, en marjinal üyeleridir; ama bir isyan ederlerse, bunu dünyanın çatlayıp yarılmasını sağlayan bir kararlılık, öfke ve onurla yaparlar.
[Ariel Dorfman]
Direniş Üçlemesi
Agora Kitaplığı, 276 sayfa
Çeviren: Mehmet F. İmre
Dizi: Tiyatro
BAHARDA YİNE GELİRİZ
Barış Bıçakçı
Bu berbat şehirde görüp görebileceğiniz en güzel şeyin terk edilmiş bir fabrikanın kara yıkıntısı olması saçma ya da gülünç mü? Değil! İnsana özgü bir yavaşlığı, sakarlığı hatırlatan tek şey bu yıkıntı çünkü. Şehirde otomobiller, yollar ve binalar, sonunda bütün sıcaklıkların evrenin ölgün sıcaklığıyla aynı olacağı bir geleceğe doğru son hızla gidiyor, uzanıyor, yükseliyor. Ama aralarında banka memuru sevgili dostum Tuğrulun da bulunduğu sağlığına dikkat etmeyen, fazlasıyla hayalperest bazı insanlar var ki, onlar gece kurdukları saatin sabah çalışmamasını veya en iyisi geriye gitmesini gönülden dileyerek tatlı tatlı esniyorlar.
Şu gürültülü zamanda, gevezelikten ve farfaradan gına getirenlerin sığınacağı bir kuytu köşe, Barış Bıçakçının anlatıları. Minimalizmin duru güzelliği var onun her kitabında.
Baharda Yine Gelirizde de, incelikli tablolar çiziyor Barış Bıçakçı. İnsan ilişkilerinden enstantaneler; durumlara, duygulara, akıldan esenlere, gönülden geçenlere dair ince fırçalar... Uçucu intibaların izini süren bir görme ve bilme biçimi...
Baharda Yine Geliriz
İletişim Yayınları, 109 sayfa
Dizi: Çağdaş Türkçe Edebiyat - 157
LİNÇ KÜLTÜRÜNÜN TARİHSEL KÖKENİ: MİLLİYETÇİLİK
Murat Belge
Söyleşi: Berat Günçıkan
23 Mart 2005te Mersinde on binlerce kişinin katıldığı Nevruz kutlamalarında 12 ve 14 yaşlarında iki çocuğun Türk bayrağını yaktıkları gerekçesiyle başlayan olaylar, 2005 yılında Türkiye siyasetine damgasını vuran en karakteristik gelişmeydi.
Zaman içinde bir ulusal hassasiyetin kabarışıyla birleşen bu süreçte gündelik hayatımızı dipsiz bir şiddet uçurumuna sürüklemeyi arzulayan güçler, Orhan Pamuk davası ve Ermeni Konferansı gibi fırsatlardan yararlanmakta hiç gecikmediler ve her kademedeki devlet yetkililerinin de aleni teşvikiyle, linç girişimlerini ülkenin dört bir tarafına yayarak bir korku atmosferi yaratmaya koyuldular.
Berat Günçıkanın geniş bir zamana yayılan bu doyurucu ve ufuk açıcı söyleşi kitabında okuyacağımız üzere, Murat Belge bütün bu tarihin yakından takipçisi. Ona göre, yeni bir dalga halini almaya yüz tutan bu milliyetçi saldırganlığın mücbir sebebi, ulus-devlete duyulan inancın son kırıntıları. Ulus-devlet, kurulurken nasıl milliyetçiliğe yaslanarak tarih sahnesinde boy göstermişse, çağımızda da çözülürken yine milliyetçiliğe yaslanarak diklenmeye çabalıyor.
Biliyoruz ki, ulus-devletini kuran hiçbir ülkenin geçmişinde temiz, kansız bir tarih yatmıyor. Fakat hiçbir ulusun kendi geçmişiyle yüzleşmeden, işlediği suçları kabullenmeden uluslar ailesinde kansız bir gelecekle yer alması da mümkün görünmüyor.
Linç Kültürünün Tarihsel Kökeni: Milliyetçilik
Agora Kitaplığı, 256 sayfa
HARİKALAR ODASI
Georges Perec
Anlatı akrobatından küçük bir dev yapıt
Georges Perecin sanatsal vasiyeti diye anılan Harikalar Odasında, sahte tablolar üstüne sahte bir anlatının labirentinde ilerlerken, okur, yazarın harikalar evrenini belirleyen her öğenin tadına varacak: Oulipo, oyun, bilgi, ansiklopedi, ironi, gotik, gerçek, eğlence, hayalet, ayna, yansıma, keşif, yolculuk, masal, bengi dönüş ve diğerleri
Harikalar Odası diye anılan tablolar öteden beri büyülemiştir beni. Kendi içinde bir müze olan, imge olan, bir dizi tablonun temsilini veren bir tablo düşünün; dahası, zaman zaman bu tabloların içinde bir dizi tablonun vb. temsil edildiği bir tablo daha oluyordu, birbirini izleyen tüm tablo içinde tablolardan çok hoşlanıyordum.
Georges Perec
Harikalar Odası
Sel Yayınları, 88 sf.
Çeviren: Esra Özdoğan
Dizi: Roman
MALUM DÜNYA
Edward P. Jones
Henry Townsend kunduracılıkla geçimini sağlayan bir köleyken, eski sahibi Robbinsin ona öğrettiklerinin ışığında, köle sahibi zenci bir çiftçi olmuştur. Henrynin ölümüyle çiftlik dağılmaya başlar. Köleler gecenin örtüsüne bürünerek birbiri ardına firar ederler. Townsend çiftliğinin ötesindeki malum dünyanın çivileri teker teker dökülmektedir.
Geçmiş, gelecek ve şimdiki zaman arasında mekik dokuyan bu iddialı ve aydınlatıcı roman, özgür ve köle siyahları, beyazları ve Kızılderililerin hayatlarını tek bir kumaşta dokuyarak, kölelik kurumuyla yaratılan günümüzün çok boyutlu dünyasına daha derin bir kavrayış sunuyor.
Derin bir şefkat ve az rastlanır yeteneklere sahip bir yazardan, ironiyi, hüznü, neşeyi, acıyı, gizemi ve malum dünyanın geçici insani varoluşunun can acıtıcı esprisini, okuyucuya mucizevi bir biçimde aktaran çok etkileyici bir kitap.
[Peter Matthiessen]
Malum Dünya
İnkılap Kitabevi, 455 sf.
Çeviren: Murat Sağlam
Tür: Roman
MUHABBET EVİ
Sadık Yemni
Bilinen dünyayla bilinmeyen dünyayı harmanlayan gerilim romanlarıyla tanınan Sadık Yemninin son romanı Muhabbet Evi Everest Yayınları arasından çıktı.
Yabancılaşmaktan, duyarsızlaşmaktan, vicdansız, duyarsız tüketim canavarı çocuklar yetiştirmekten, antidepresansız yaşayamamaktan korkuyorum. En çok da gereksiz yere benden korkan yerlilerden korkuyorum. Çünkü burada yaşıyorum. Burası benim elvatanım. Böyle bilesin.
Sadık Yemni bu kez Avrupa ile Müslüman dünyanın gerilimini ele alıyor. Sinemacı Theo van Goghun Afrika kökenli bir Müslüman tarafından öldürülmesinden sonra iyiden iyiye yükselen İslamiyet karşıtı tavır ve Avrupadaki Müslüman toplumun yüzleşmek zorunda kaldığı çelişkiler bu kitabın temel izleğini oluşturuyor.
Sadık Yemni, medeni Avrupa gerçeğinin içinde barındırdığı iki yüzlü değerler karmaşasını ve bu değerlerin kimiyle uzlaşıp kimiyle çelişen yabancının çapraşık durumunun yarattığı gerilimi ele alıyor bu kitabında. Karşıt duruma itilen iki dünyanın, Doğu ile Batının birbirine değdiği, birbirini tamamladığı açılardan gözlemlendiği ilginç bir roman Muhabbet Evi.
Sadık Yemninin gizemli dünyasına ilgi duyanların olduğu kadar, günümüz dünyasının bu derin yarılmasını da merak edenlerin mutlaka okuması gereken bir kitap.
Arka Kapaktan
Usta yazar Sadık Yemninin son romanı Muhabbet Evi, bu kez Amsterdamda geçiyor. Hollandada sinemacı Theo van Goghun öldürülmesiyle yükselmeye başlayan yabancı karşıtlığından yola çıkan Muhabbet Evi, Avrupa gerçeğine içeriden bakmayı deniyor. Yabancıları içine almakta zorlanan Avrupa ile Avrupalı olmakla olmamak çizgisinde sıkışmış yabancılar arasındaki gerilim, Hıristiyan dünya ile Müslüman yaşam arasındaki yabancılık bu kitabın ana temaları. Ön planda ise her zamanki gibi Sadık Yemninin fantastik dünyası ve kahramanları var.
Sadık Yemniden bir kez daha, somut dünya ile bilinmeyen, elle tutulamayan dünya arasında, gerilimle örülmüş bir roman: Muhabbet Evi.
Muhabbet Evi
Everest Yayınları, 197 Sayfa
TIFFANYDE KAHVALTI
Truman Capote
1940lı yılların New Yorkunda hareketli cemiyet hayatı öğleden sonra barlarda içilen martinilerle başlar, Tiffanyde edilen şampanyalı kahvaltılar ile son bulurdu. Bu renkli hayatın ilginç simalarından Holly Golightly, küçük dairesinde erkek arkadaşları için verdiği ev partileri ile dikkat çekiyordu. Görünüşte eğlenceli ama yüzeysel bir hayat süren bir çocuk-kadın olan Holly Golightlynin yaşamı çözülmeyi bekleyen gizemlerle yüklüydü. Genç bir yazar adayı ise bu gizemleri çözmek için çoktan yola çıkmıştı bile...
Truman Capotenin bir klasik haline gelen bu uzun öyküsü filme çekildiğinde gizemli ve hüzünlü kadın karakteri ile sinemada da yankı uyandırmış, hem okurların hem de izleyicilerin belleğinde iz bırakmıştır.
Tiffanyde Kahvaltı
Sel Yayınları, 124 sf.
Çeviren: Meral Alakuş
Dizi: Roman
SİYAMLI İKİZLER
Aydın Arıt
Bir bulmacanın şifrelerini çözmek için, başdöndürücü hızla kıtaları dolaşan bir gurup insanın polisiye maceralarını anlatan Siyamlı İkizler, türünün meraklılarını olduğu kadar, dönem kitaplarını ve tempolu maceraları sevenleri de eğlenceli bir yolculuğa davet ediyor.
İlk olarak 1953 yılında Yeni İstanbul gazetesinde tefrika edilen Siyamlı İkizler okuyucuya, Çağdaş Türk Edebiyatının kült romanlarından birini okuma şansını sunuyor.
Siyamlı İkizler
İnkılap Kitabevi, 368 sf.
Tür: Roman
DANSÖZÜN ÖLÜMÜ
Şebnem Şenyener
Dansözün Ölümü, bedeni örten tüller gibi sırlarla dolu bir yasak aşk cinayetini anlatıyor. Şimdiye dek hep erkek kalemine nasip olmuş açık saçık bir hikâye...
Şebnem Şenyenerin yeni romanı Dansözün Ölümü, soluk soluğa okuyacağınız bir polisiye. Mu, New Yorkun en ünlü dansözüdür. Gerçekçi Fransız ressam Gustave Courbetnin, Osmanlı diplomatı Halil Bey için yaptığı Dünyanın Kökeni adlı erotik yapıtı, Brooklyn Müzesinde ilk kez sergilenecektir. Açılışı yedi tül dansı ile Mu yapar. Mu, aynı gece soyunma odasında, tablodaki modelin pozunda, bir resim çerçevesine yerleştirilmiş bir halde ölü bulunur. Edebî tutkularıyla tanınan Dedektif Simontaut, şüphelilerden biyolog Hircanı yazar Godolphini, menajer Şerifi, plastik cerrahı Leroyu, oyuncakçı Testoyu ve arzunun isimsiz filozofu Homunculiyi sorgular. Birbirleriyle çelişen ifadeler, yedi tül dansının perde perde açılan tülleri gibi, tutkunun, aşkın ve utancın sürekli değişen yüzünü aydınlatırken, Simontaut, edindiği ipuçlarıyla cinayeti çözer.
İnsan zaman zaman durup bir düşünmek, nefes almak, rahatlamak ihtiyacı duyar. Bazen, mavi bir ufka bakarken, siyah bir göktaşına dokunduğumuzda, yüksek bir kayanın gölgesinde serinlerken ya da bir yelken direğinin altında sert bir rüzgârı göğüslediğimizde, karanlık bir mağarada damlayan suyun yankısında, yabani bir sesin tınılarında ya da gece karanlığında bazen bir kadınla bir erkek arasında giderilebilir bu ihtiyaç. Vaktiyle, milyonlarca yıl önce, atalarımızın yaşadığı vahşi topraklardaki hayatın yankısıdır bizi çağıran. Bu mercekte medeniyet ile tanışıklığımız henüz çok taze, hala çok genç. Yeni pabuç gibi dar. Yüreğimizi sıkıp sıkıştıran türden. Alıp veremediğimiz pek çok hesap içindeyken, vakti zamandan çalınacak bir nefes, kısa bir tatil bedenimizi kökenine yaklaştırır, özvatanına yatırır. Orada zevk hariç, boşaldığının hiç farkına varamadığımız, tarih öncesine ait bir yığın his yeniden dolar, tatmin bulur. Orada, onca sürede birikip de medeni karakterimize vuran deneyimin aksini görme, merhabalaşma imkanına kavuşuruz kısa bir anlığına da olsa. Şansımız varsa bu ziyaretten beş aşağı beş yukarı, yarım yamalak, belli belirsiz bir ifade yakalarız. Esip geçen bir koku, akıp giden bir su, düşüp eriyen bir kar tanesi türünden varlığı ile yokluğu kısacık anlara mahsus bir ifade. Kökene ait bir ifade. Okuyacağınız bu hikâye o ifadenin peşindedir. Beynimizde hani adresini hâlâ bir türlü bilemediğimiz, anahtarları, kilitli kapılarının arkasında asılı duran yığınla köşkten birisine nihayet bir giriş yolu açan ifade.
1866da Paris komününün gerçekçi ressamı Gustave Courbet de, Osmanlı diplomatı Halil Bey için Dünyanın Kökeni tablosunu yaptığında aynı ifadenin peşindeydi, bir köken arayışı içindeydi kuşkusuz. Modelinin başını, yüzünü, ayaklarını dışarıda bırakarak örttüğü bir gerçek yerleştirdi tablosunun merkezine. Bugün hâlâ kimsenin kimliğini tam olarak bilemediği kadın. O yıllarda yanında kalan ve dönemin iddialı pek çok ressamına modellik yapan İrlanda asıllı Joanna Hiffernan da olabilirdi bu model. Yüzü görünse de görünmese de ressamını kuşkusuz etkisi altına alan, Beyaz Senfoninin, Uyuyanların ve daha pek çok aynı dönem tablosunun başarısında rolü küçümsenmeyecek bir kadın. Uzun kızıl saçları, kalpleri ölümcül ağıyla kuşatan türden. Aynı yıllarda, kutsal yazımın kayıp yaratılış hikâyelerinin Lilithini kızıl saçları ve elinde aynasıyla resmeden Daniel Gabriel Rossettiyi etkisine alan estetik. Halil Beyin Paristeki metresi, salonunda, Flaubert gibi etkin sanatçıları, politikacıları, diplomatları ve tüccarları ağırlayan Jeanne de Tourbet de olabilirdi Courbetnin gerçekçi resminin altında yatan. Kısaca kimliği hâlâ tartışmalı, dolayısıyla bugün hâlâ tabii bir mahrem Dünyanın Kökeni.
Courbetden sonra, ilk sahibi Halil Şerif Paşa tabloyu kendi örf ve âdetlerine uygun yeşil bir örtüyle örttü. Sanat koleksiyonuyla kuşaklar boyu ailesini doyuran, Mısır doğumlu, Paris eğitimli, Yeni Osmanlıların koruyucularından olan Halil Beyin giyinme odasında tuttuğu tabloyu özel misafirlerine yemek üstüne gösterdiği anlatılır.
Budapeştede Baron Francis Hatvanynin koleksiyonuna geçtiğinde Dünyanın Kökeninin üzeri bu sefer karlı bir şato tablosu ile örtüldü.
Dünyanın Kökeninin son sahibi cinselliğin cinselliği teziyle tanınan felsefeci Jacques Lacan. Tablonun bilinen son örtüsü ise onun eşi Slyvia Lacanın fikri.
Dünyanın Kökenini, George Batailledan boşanmasına yol açan aşkı Lacana doğum günü hediyesi olarak veren sinema oyuncusu Slyvia, tabloyu Guitrancourtdaki banliyö evinde ziyaretçileri rahatsız etmeyecek şekilde rahatça asabilmek için, kızkardeşinin birlikte yaşadığı sürrealist ressam Massondan yardım istedi. Sürrealizmin iddialı üyelerinden biri olan Masson, Dünyanın Kökeninin soyut bir kopyasını böyle üretti. Ve Courbetnin gerçeği Massonun gerçekaltına yerleşti. Çerçevenin kenarından açılarak sürülebilen bir gizli mekanizma sayesinde.
Bugün görsel dağarcığımıza yerleşen pek çok ressamın çıplak modeline referans noktası olan Dünyanın Kökeni, sanatın gerçekle hesaplaşması çerçevesinde son derece önemli bir yer sahibi. İnsanın köken arayışının bir ifadesi olarak. Sonu körlükle biten her destandaki gibi bu arayışın sürekli örtüleduran üstünün hikâyesi.
Tablodan ilham alarak yapılan 20. yüzyılın belli başlı sanat eserleri en büyük müzelerde başköşede sergilenirken Dünyanın Kökeni üstü örtülü hayatını sürdürdü 1987ye dek. 1987de New Yorkta Brooklyn müzesinde Courbetye yeni bir bakış adlı sergide diğer eserlerin yanında, nihayet, ilk kez örtüsüz yerini aldı.
Nasıl oldu bu iş demeye gerek yok. Bu hikâyeyi bize, edebiyatta kökeni kaybetme endişesinin en önemli ürünü olan detektif anlatacaktır. Mahremi tamamen örtüsüz bırakan tek şey bir cinayettir çünkü. Cinayetle bozulan düzeni, adaletsizliği ise yeniden kurabilecek, düzeltecek tek kişi ise detektif. Bizim detektifimiz böyle doğdu, rahmetten. Ölüm dünyasının haritasından. Başkentli bir detektifin hatıratından. İhtiras, aşk, arzu ve nefretin yedi yüzü ile tanıştı Munun dansında, onu örten tüllerin ardında.
Bu kitapta okuyacağınız hikâye insanın başına aniden vuran, onu alıp hayattan kaçıran, habersiz zamansız yakalayan, pençesine alan, beklenmeyen, asla sönmeyen, söndürülemeyen yasak bir aşka dairdir. Terleyen ellerin, titreyen nefesin, kızaran yüzün, sevincin, heyecanın, endişenin, korkunun, utancın, yürek çatlatan acıların ve insanın doktoru ile bile zor konuşabileceği arzuların sebebi bir aşk.
Kimyacıların, molekül biyolojisi, sinir fizyolojisi uzmanlarının içinden çıkamadığı, beynin en az on bir bölgesinde otuzdan fazla biyolojik kimyasal mekanizmanın ve yüzlerce özel genin devreye girmesiyle beliriveren tuhaf kaza ya da mucizedir bu hikâyenin sebebi. Bu konuda söylenmiş en eski sözden yola çıkıp tutkunun ve cinselliğin tehlikeli, karanlık, sisli, yokuşlu yollarında ölümle sonuçlanan bir serüvendir bu. O halde, hikâyenin anlatıcısı, cinayetle bozulan düzeni, adaletsizliği yeniden kurup, dengeyi sağlamaya yeminli detektiftir. Utancın, gizli duyguların üstünü örten örtüleri açarak cinayeti çözecektir detektif Bizim detektifimiz böyle doğdu, rahmetten. Ölüm dünyasının haritasından. Başkentli bir detektifin hatıratından. Sevdanın yedi yüzü ile tanıştı Munun dansında, onu örten tüllerin ardında.
Dansözün Ölümü
Can Yayınları, 152 sf.
Dizi: Polisiye
Tür: Roman
NTV