Bu adamı tanıyor musunuz?
Ya; bu parti için, bu dava için parasını, malını mülkünü satan Abdülmecid Yücel gibileri savunacağız, ya da para için, mal, mülk ve şan için davayı satan hainleri savunacağız.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Refah Partisi İstanbul İl Başkanlığı
yaptığı yıllar... Yani bundan 32 yıl önce...
O yılları Erdoğan'dan dinleyelim:
“Sene 1985. İstanbul'da İl Başkanlığı görevine getirildim.
İstanbul'un o dönemde 19 ilçesi vardı fakat, biz toplam 8 teşkilat
kurabilmiştik. İşin böyle gitmeyeceğini biliyorduk. Arkadaşlarla
toplandık ve ne pahasına olursa olsun 19 ilçenin tamamında
teşkilatlanmamız gerektiği kanaatine vardık. Yoğun bir gayret
sonucu, 3 ay içerisinde 19 ilçenin tümünde teşkilatlarımızı
kurduk.
Erdoğan'ın hikayesini anlattığı Abdülmecid Yücel |
"Teşkilatlar her akşam 18 ile 22 arasında açık olacak" diye karar aldık. Teşkilatların açık olup olmadığını telefonlarla sürekli kontrol ediyorduk.
Bir akşam, nöbetlerin ne durumda olduğunu takip amacıyla il merkezine uğradım. Aksilik olup olmadığını sordum, "Şişli cevap vermiyor" dediler. Birkaç kez de ben aradım ve cevap alamadım. Bunun üzerine nöbetçi arkadaşıma, ”Sen aramaya devam et, ben de bir arabaya atlayıp bakayım” dedim.
Gittim ki, kapı açıldı, o zamanlar ismen tanımadığım,
gözleri yaşlı bir kardeşimiz çıktı karşıma.
“Niye ağlıyorsun?” diye sordum. “Biraz
kederlendim başkanım” diye cevap verdi. "Yahu
neyin var, belki ben yardımcı olabilirim" dedim,
"Sadece biraz kederlendim başkanım, hiçbir derdim
yok" dedi.
"Peki, telefonla aradık ama cevap alamadık,
neden?" diye sordum. Mahcup bir şekilde, “Başkanım
bir işim vardı, onun için yarım saat geç açtım teşkilatı”
dedi.
Biraz sohbet ettik ve ayrıldım. Ertesi sabah ağlamasının
gerekçesini öğrendim.
Meğer bu kardeşimin eşi o gün doğum esnasında şehit olmuş. O da
dünyaya yeni gelen yavrusunu yengesine teslim etmiş. Hanımını da
hastanenin morguna indirmiş. “Nöbetim var” diyerek
koşarak nöbete gelmiş.
O kardeşimin adının Abdülmecid olduğunu sonradan öğrendim.
Sevgili kardeşlerim. Bu davanın mayasında Abdülmecitlerin bu imanı
var. Bu davanın mayasında vefat eden eşini morgda, doğan çocuğunu
başka bir kucakta bırakıp bir sefere çıkar gibi yola çıkan
yiğitlerin inancı var, aşkı var, inancı var!”
Erdoğan'ın anlattığı hikaye burada bitiyor.
Ancak Abdulmecid'in hikayesi burada bitmiyor. Bir süre sonra,
"Ben Demirel'in kalesini düşüreceğim" inancıyla,
tek kuruş maddi destek beklemeden ve istemeden Isparta'ya taşınıyor
Abdülmecid Yücel...
Refah Partisi'nin Isparta İl Teşkilatı'nın kurulmasında büyük rol
oynuyor.
Arada bir İstanbul'a geliyor. "İstanbul'a neden bu kadar
sık gidiyorsun?" diye soranlara, "Çünkü oradaki
teşkilatlanma modelini buraya taşımadan başarılı olamayız"
cevabı veriyor.
Davasına olan inancı ve ortaya koyduğu insan üstü gayret sayesinde
partinin Ege Bölge Müfettişi oluyor. Kısa süre sonra verdiği sözü
tutuyor ve Demirel'in kalesini düşürüyor. Hemen
ardından Isparta Belediye Başkanı DYP'den istifa ederek Refah
Partisi'ne geçiyor.
Yine bir gün, İstanbul'daki parti çalışmasına katılmak üzere 5 dava
arkadaşıyla birlikte takaza bir otomobile binip yola çıkıyor.
Kütahya sınırlarında geçirdiği trafik kazasında hayatını
kaybediyor.
Gerçek Hayat Dergisi'ne konuşan kızı babası Abdülmecid Yücel'i şu
sözlerle anlatıyor:
"Babamı kürsüde hatırlıyorum özellikle. Babam eve geç
saatte geldiğinde, gönlümüzü almak için dolu dolu sarılışını
unutamıyorum."
Bu hikayeyi bir kez daha gündeme getirme nedenime
gelince...
Aylardır AK Parti'nin teşkilat ve belediyelerinde yaşanan nahoş
olayları yazıp duruyorum. Üstüme vazife değil ama
yapmaktan geri duramıyorum.
Hayatım boyunca görmediğim, belki de hayatımın sonuna kadar
görmeyeceğim insanların öfkesini ve nefretini kazanıyorum bunları
yazmakla...
AK Parti'ye gönül veren pek çok kardeşim, "Sen bu
yazdıklarınla partiye zarar veriyorsun" diye azarlıyor
beni...
Buna rağmen, bu mesele benim boynumun borcuymuş gibi, namus
borcummuş gibi hissediyor, yine ve yeniden yazıyorum.
Aklıma 7 Haziran seçimleri geliyor.
Selahattin Demirtaş'ın, "Korkma, seni adil
yargılayacağız" dediği, Fetö'cülerin, "Onursuzca
indirip yargılamalıyız. Sarayı kuşatın ki kaçmasın" diye
tweet attığı, CHP'lilerin HDP ile birlikte iyi salladığı 7 Haziran
seçimleri...
O uğursuz gece, "AK Partililer neden ağlıyor?"
başlıklı bir yazı yazmış ve şunları yazmıştım:
"Hale bakın. Yüzde 41 oy alan AK Parti seçmeni kan ağlıyor. Davası ümmet olanın, derdi de böyle büyük oluyor işte!
Sakın bir kaç puanlık oy için ağladıklarını düşünmeyin çünkü,
kendilerini ağlatan bir seçimin kaybı değil. Niye ağlıyorlar
biliyor musunuz?
Çünkü Filistin ağlıyor. Gazze, Ramallah, Kudüs, El Halil,
Beytüllahim ağlıyor. Çünkü Somali ağlıyor. Çünkü Mısır, Irak,
Suriye ve Arakan ağlıyor. Lübnan, Ürdün, Yemen ve Doğu Türkistan
ağlıyor...
AK Partililer, yıllardır ateş ırmaklarında yakılan o mazlumların
son umudu ellerinden kaydı diye ağlıyor. Onların hıçkırıklarına
eşlik ediyor."
Eleştirilere, kırgınlıklara ve kızgınlıklara rağmen yazmamın nedeni
bu satırlarda yatıyor.
AK Parti'nin iktidarda kalıp kalmaması artık sadece Türkiye'nin ya
da Türkiye sınırları içinde yaşayan insanların sorunu
değil.
Türkiye sınırlarının dışında yaşayan ve Türk kimliği taşımayan
milyonlarca insanın da sorunudur AK Parti. Onların da davası,
onların da sevdasıdır AK Parti...
"Osmanlı'nın artığısınız dediklerinde
kahroluyorum" diyen Kerküklü
teyzenin... "Bizi kimlere bırakıp gittiniz be
oğlum?" diye haykıran Halepli dedenin... "Siz
çağrılan değil, beklenen milletsiniz" diyen Bosnalı
annenin... Parmağını, kendisine silah doğrultmuş İsrailli askerlere
cesaretle sallayıp, "Bir gün gelecekler" diye
bağıran Gazzeli çocuğun, "Türkiye'nin nükleer silah
üretmesine gerek yok. Çünkü onların nükleer silahı
bizleriz" diyen Pakistanlıların umududur AK Parti...
Bana kızan, "Ama bu yazdıklarınla partiye zarar
veriyorsun" diye azarlayan kardeşlerimin görüş ve
itirazlarına saygı duyuyorum.
Ancak onlar gibi düşünmüyorum.
Çünkü ben AK Parti'yi değil, AK Parti'nin yürüttüğüne inandığım hak
davasını destekliyorum. Hiç kimseye, AK Parti'yi koşulsuz şartsız
destekleyeceğime dair söz vermedim.
Beni eleştirenlere soruyorum:
Hak davasını, para davasına, mücahit davasını, müteahhit davasına
çevirenlere göz mü yumalım?
Fetö'cü isimleri bilerek ve isteyerek işbaşında tutup, onları
koruyup kollayan nasipsiz belediye başkanlarını yazmaktan geri mi
duralım?
Abdülmecid gibi parti ve dava yolunda can verenleri bir kenara
itip, işe gitmediği halde belediyelerden ve bakanlıklardan dolgun
maaş alan gençleri mi savunalım?
AK Parti'ye zarar gelmesin diye, AK Parti çatısı altında
bulunup, HDP'yi destekleyici mesajlar atan içimizdeki hainleri
görmezden mi gelelim?
Mülakat adı altında, liyakat ve sadakat sahibi insanları eleyip,
kendi dost ahbap çevresini devlet kadrolarına doldurmak suretiyle
kul hakkına giren bedbahtları mı savunalım?
Gözüne kestirdiğini, Fetö'cü diye yaftalayarak işinden, ekmeğinden
edip, onun boşalttığı makama oturan iftiracıları mı
destekleyelim?
Siyaset hayatına atılmadan önce çulsuz olan, siyasetçi olduktan
sonra milyonlarla oynayan para tapıcılara mı destek verelim?
Bir tercih yapmamız lazım, söyleyin hangisini yapalım?
Efendim bu tür olaylar CHP'de ve diğer partilerde de oluyormuş.
Bana ne CHP'den kardeşim? Onların, "Başörtüsü yeniden
yasaklanacak. İmam Hatipler yine kapanacak. Katsayı zulmü yeniden
gelecek. Suriyeli masumlar, Filistinli, Arakanlı, Somalili,
Mısırlı mazlumlar ne olacak?" diye bir derdi yok
ki...
Ben davama yanarım, bana ne ondan bundan, şundan...
Ben, inandığım davanın bayraktarlığını yapan partiyi, yaptığı
hatalarla uçuruma sürükleyen insanları yazarım. Bana ne seks
kasetleri marifetiyle lider değiştirenlerden...Bana ne hak yolunda
davası, sevdası olmayanlardan...
Ya Allah'ı memnun etme için hak davasını, ya da içimizde
olup bize en çok zararı veren nasipsizlerin maddiyat davasını
savunacağız.
Ya; bu parti için, bu dava için parasını, malını mülkünü satan
Abdülmecid Yücel gibileri savunacağız, ya da para için, mal, mülk
ve şan için davayı satan hainleri savunacağız.
Ya yaşanan kokuşmuşluğu görüp kendi partisine muhalefet eden,
"Biz bunlarla yola devam edemeyiz" diye isyan eden
Erdoğan'ın yanında, ya da onun tam karşısında duracağız.
Karar verin, hangisini yapalım?
Dipnot 1: Şanlıurfa meselesini kapatmadım. Sosyal
medya üzerinden yapılan gülünç açıklamalara ve yaşanan
kepazeliklere hafta sonu özel bir yazı ile cevap vereceğim
inşallah.
Dipnot 2: Dikkat ederseniz bugüne dek belediye ve
teşkilatlardaki çarpıklıkları yazarken, imar yolsuzluklarına, ihale
rantlarına hiç değinmedim. Milletin arazisine, "Bize
vermezsen yeşil alan yaparım" diyerek mafyavari sistemle
konan belediye başkanları ile o arazilerin peşkeş çekildiği
müteahhitlere daha dokunmadım. Sırası gelmişken, onları da
önümüzdeki günlerde aradan çıkaralım diyorum.
SOSYAL MEDYADA TAKİP İÇİN: