BIST 9.663
DOLAR 35,22
EURO 36,73
ALTIN 2.961,64
HABER /  GÜNCEL

BTP'nin sözde soykırım tepkisi

BTP Genel Başkanı Haydar Baş, sözde Ermeni soykırım iddiaları konusunda “Böyle bir şey yok. Olan karşılıklı vuruşmadır. Siyasi irade de bu tezi savunmalı” dedi

Abone ol

BTP Genel Başkanı Prof. Dr. Haydar Baş, Ermeni soykırım iddiaları karşısında özgün tez geliştirmekte zorlanan AKP Hükümeti’ne ve Dışişleri Bakanlığı yetkililerine çarpıcı önerilerde bulunarak, “Bu konuda milli duruşun ortaya konulup bağımsızlığımız yüksek sesle haykırılmalı” dedi. Meselenin özü ve aslı BTP Lideri, olayın aslını şu sözlerle izah etti: “Ermeni teşkilatlarının, Hınçak, Taşnak teşkilatlarının organize ettiği, ayaklandırdığı Ermeniler kışkırtmalar neticesinde, baskınlar yapıyorlar, evleri basıyorlar, yolları kesiyorlar. Yani Türkler, Ermeniler tarafından öldürülüyor. İşte bu yol kesen, ev basan insanlara karşı çıkılmıştır. Bu, karşılıklı vuruşmadır. Bu vuruşmada senden de adam gidecek, ondan da adam gidecektir.” Beklenen tavır Prof. Dr. Baş, bugün siyasetten beklenmesi gereken tavrı şu şekilde ortaya koydu: “Bu mukateledir. Biz, ölenlerin hiç birini kabul etmiyoruz. Ama bu mukatelede müsaade et de benim elim taş toplamıyor, ben de üzerime düşeni yapayım. Nitekim de bu yapılmıştır” diyeceği yerde ‘biz tarihçileri getirelim konuşturalım’ diyorlar. Burada CHP’nin tavrı da yanlış.” Mevcut iktidarın özellikle ABD ile ilişkilerinde görülen teslimiyetçi hariciye politikası, işi ABD’nin Ankara Büyükelçisi Edelman’ın “Cumhurbaşkanı Sezer Suriye’ye gitmesin” anlamına gelen içişlerimize doğrudan müdahaleye kadar getirmesi Türkiye’nin içine sürüklendiği durumu bir kez daha gözler önüne serdi. İşte bu noktada tam bağımsızlıktan yana tavır koyan, kuvay–ı milliye gerçeğini milletimize hatırlatmak için Anadolu’yu karış karış arşınlayan Bağımsız Türkiye Partisi (BTP) kadrolarının lideri, Genel Başkan Prof. Dr. Haydar Baş, gelişmeleri değerlendirdi. İbrahim Berk’in sorularını cevaplandırarak ülkemizin karşı karşıya bulunduğu yeni vahim oyunlara karşı önemli uyarılarda bulundu. İbrahim Berk– Muhterem Hocam, Türkiye özellikle 2001 yılından sonra hem içeriden hem dışarıdan tam bir kıskaca alınmış durumda. O günden bu yana da siz konu ile ilgili değerlendirmelerde, ikazlarda bulunuyorsunuz. Özellikle dış politikada ABD ile ilişkilerden başlayarak konuyu açmak istersek, Türkiye, Irak’ı işgal sürecinde Amerika’ya her türlü desteği verdiği halde Türkiye’nin istediği yakınlığı bulabilmiş değil. Tam tersine cezalandırılıyor. Bu ilişkinin geldiği noktayı değerlendirir misiniz? Prof. Dr. Haydar Baş– ABD ile Türk siyasetinin yakınlığı yeni değildir. Epey bir geçmişi vardır. Ancak bu iktidar döneminde daha farklı bir döneme girdi. İktidar olmadan evvel AKP kadrolarının Beyaz Saray yetkilileri ile yaptığı ahitleşmede şayet iktidar olunursa istediklerini Türkiye iktidarından alabilecekleri vaadlerinde bulundular. Hatta bu konuda Beyaz Saray yetkilileri ile birlikte mutabakat metinleri de hazırlandı. Malumunuz seçim sonrası henüz daha sayın Başbakanımız Meclis’e girmeden bile Beyaz Saray tarafından taltif edilen, kabul edilen ve de devlet başkanı ile görüşebilme imkan ve fırsatını elde edebilen bir insan konumunda kamuoyunda tanıtıldı, tanındı. Diplomatik gelenekler bile hiçe sayıldı İbrahim Berk– Diplomatik geleneklere uymayan bir biçimde değil mi? Prof. Dr. Haydar Baş– Sadece Türkiye’nin diplomatik görenek ve geleneklerinde değil dünya diplomatik gelenek ve göreneklerinde böyle bir şeyin olduğu görülmedi. Bu, bilahare izah edildiğinde “zaten bu mutabakat, bu anlaşma seçim öncesi yapılmıştır. Seçim sonrası da bunlar gündeme gelecek, hayat bulacak” denilmiştir. Artık o gün kendilerinin verdikleri sözden hareketle “Biz büyük bir destek verdik. Dolayısıyla bunun da karşılığını seçim sonrası isteriz” diye Türkiye’den taleplere başlandı. Hatırlarsanız bazı havaalanları da dahil olmak üzere sanki tezkere geçmiş, her şey olup bitmiş gibi ABD’nin Türkiye üzerindeki talepleri hukuki bir zemine kavuşmadan fiili bir zemine kavuşmuştur. Yani fiili bir ortamda onlar hazırlıklar yapmıştır. Bütün bunlar olurken ABD’nin istedikleri Türkiye’nin menfaatlerine de aykırıdır. Tabiî Türkiye’nin menfaatlerine aykırı olan bu talepler, her ne kadar söz verilmiş ise de bazı kurumlar tarafından kabul edilmedi. En azından bunun bir uyarlı yolunun bulunması gerektiği ifade edildi. Kısaca ne sivilin, ne kamuoyunun, ne de askerin kabul edemeyeceği istekler doğrultusunda bu sefer sözle iktidara gelen bugünkü hükümetimiz sıkıştı. Dolayısıyla aşağı tükürse sakal, yukarı tükürse bıyık. İstiyor ama önünde birçok engeller var, veremiyor. Karşı taraf da bastırıyor. Bu, işin bir versiyonu. İşin bir tarafı böyle. İktidar kırmızı çizgileri yok etti Bir de ABD’nin çıkarları ile Türkiye’nin çıkarları Kuzey Irak bölgesinde paralellik arzetmedi. Onlar fiilî mânâda bir Kürt devletinin bu bölgede kurulmasını talep ederken daha evvel Kıvrıkoğlu döneminde başlayan ve olması da zaruri olan kırmızı çizgiler belirlenmişti. Bir taraftan ABD’nin istediği, bir taraftan devletin devlet olarak koyduğu esaslar karşı karşıya gelince iktidar, içinden çıkamayacağı bir durum içerisine girdi. Kuzey Irak bölgesindeki tavizler, kamuoyu incitilmesin, asker darıltılmasın diye yumuşak geçişlerle verildi. Yani verilmemesi gereken büyük tavizler verildi. Malumunuz Kerkük bir Türk şehridir. Aynı zamanda Kerkük, Musul, Türk coğrafyasıdır. Ve Türklerin tapulu malıdır. Şimdi böyle bir %100 Türk milletine ve devletine ait olan coğrafyadan da maalesef iktidar sayesinde milletimizin vazgeçme durumu söz konusu oldu. Bunu da gören iktidar ne yapacağını şaşırdı. “Evet! Biz burada ciddi tavizler veriyoruz ama bir de arkamızda bize oy veren bir kitle var. Siyasi rakiplerimiz var” diye hülasa iki arada bir derede kaldı. Amerika da “Yardımı ben sana yaptım. Bunun karşılığı bu olamaz” diye bastırdı. Teslimiyetçi hariciye politikasının sonucu İbrahim Berk– Hocam, Amerikan Savunma Bakan Yardımcısı “bizi işgale Başbakan Tayyip Erdoğan cesaretlendirdi” dedi. Prof. Dr. Haydar Baş– “Evet, niyetimiz vardı ama nasıl olacağı hususunda endişemiz var iken Tayyip bey bizi bu konuda ikna etti” diye dediğiniz gibi ifadelerde de bulundular. Olayın bir farklı yönü daha var. ABD’nin bu coğrafyada bu kadar iştahlı olmasının bir başka sebebi, Türk siyaseti üzerine gelmesinin bir başka mânâsı da mevcut iktidarın gözü kapalı bir hariciye politika uygulamaya başlamasıdır. Bu gözü kapalı hariciye politikası öyle bir teslimiyetçi politika ki ne iç şartlar düşünüldü, ne dış şartlar düşünüldü. Ne denilirse “evet” sözü vermek gibi bir konumda bulunuldu. Şimdi bu sözler verilirken de gerek iç baskıların, gerekse dışta tezahür eden olayların hakikaten vahameti iktidarı da irkiltti. Bunu kabul edelim. İbrahim Berk– Çünkü Amerika sadece Irak’ta Kürt devletini kurmakla Türkiye’nin onu tanımasına mecbur bırakılmasıyla da yetinmedi. Şimdi Suriye’yi hedefine koydu. Prof. Dr. Haydar Baş– Yani Türk siyaseti şu anda mevcut olan Kürt siyasi akımını tamamen kabul etmiş durumdadır. İbrahim Berk– On yıllık iddiasının tamamen tersine bir noktaya geldi. Prof. Dr. Haydar Baş– Geldi. Talabani’yi kabul ettiler. Talabani’nin Kuzey Irak bölgesinde yapacağı her türlü tasarrufa Türk siyaseti “evet” demiş durumda. İbrahim Berk– Muhterem Hocam, öyle bir anda buna “evet” dedi ki Türkiye, üç gün önce Talabani, “Biz Diyarbakır’ı da isteriz. Muş’u da isteriz” dediği bir anda Türkiye heyet göndererek adeta özür dilercesine “tamam bir federal yapıyı kabul ediyoruz” demek zorunda kaldı. Prof. Dr. Haydar Baş– Ama bütün bunların asıl sebebi baştan beri teslimiyetçi bir politika ile ABD’ye teslim olmasından kaynaklanıyor. Yani realist, akılcı bir hariciye politikası yerine ABD’ye tam teslimiyetçi bir politika ile yola çıkıldı. Elbette ki bunun sonunda senin ne kırmızı çizgin kalır, ne Kuzey Irak bölgesi politikan kalır, ne şu kalır, ne bu kalır. Vahim bir oyunla karşı karşıyayız Çok daha vahim bir şey var. ABD Kuzey Irak bölgesinde Türkiye’den istediğini almakla da kalmadı. Bu sefer baskılarını arttırarak Suriye ve İran’a yapabileceği bir askeri müdahale ile de bir noktaya gelmek istiyor. Malum Büyük Ortadoğu Projesinde 22 İslam ülkesinin tamamının şekillendirilmesi gerekiyor. Birinci Irak oldu. İkinci Suriye, üçüncü İran olsun şeklinde halkayı genişletmeye çalıştığı bir dönemin de başladığını görüyoruz. Şimdi ABD dünya kamuoyu önünde çok ciddi darbeler aldı. İslam ülkelerinden daha evvel aldığı destekleri tamamen alamaz hale geldi. Türk kamuoyunda % 85’in üzerinde “Amerika’yı istemiyoruz” baskısı ile karşı karşıya geldi. Bir de Irak’ta yaşanan çok ciddi bir tecrübe var. “Biz elimizi kolumuzu sallayarak Irak’a girer, herşeyi hallederiz” diyen Amerika hiç de işin böyle olmadığını orada gördü. Irak vatandaşlarının Amerikalı askerleri Saddam’a karşı kucaklaması beklenirken bomba, tüfekle, topla karşılandılar. Hâlâ da bu direnç devam ediyor. Bu bir kurtuluş mücadelesidir. Benim kanaat–i şahsiyem de ABD burada kolay kolay rahat nefes alamayacaktır. Belki de sonunun bu coğrafyada geleceği de mukadder olabilir. Böyle bir durumda ne Suriye ne İran’a tek başına bir çıkarma yapması, müdahalede bulunması hiç ama hiç mümkün değildir. O zaman kendisine bu coğrafyada taşeronluk yapacak bir kiracıya, paralı askere ihtiyaç var. Şu ana kadar ortaya çıkan politikalardan da benim görebildiğim manzara “bu işi biz yapsak yapsak Türkiye ile yaparız veya Türkiye’ye yaptırırızdır.” “Suriye mi önce olur, İran mı önce olur? Biz burada bir şey yapacaksak Türkiye’siz yapamayız” anlayışındalar. Benim kanaatime göre bu da yüzde yüz doğrudur. Yanlış değildir. Baskının sebebi biraz da İran üzerine, Suriye üzerine sürebilmektir. Şayet iktidar bu oyuna da gelirse Türk siyaseti zaten şu ana kadar yaptığı yanlışı Cumhuriyet tarihi boyunca değil bütün bir Türk İslam tarihi boyunca yapıldığını da tespit etmemiz, böyle bir emsali bulmamız da mümkün değildir. Artık bu yanlış böyle bir yanlış hareketle de desteklenir, daha doğrusu Türk Silahlı Kuvvetleri bu saydığımız ülkelere karşı kullandırılma aşamasına gelirse artık bu ciddi bir cinayet aşamasına ulaşır ki Türk siyaseti o zaman kamuoyuna da derdini anlatamaz. Kendisini katiyetle temize çıkartamaz. Onun için Türk siyasetinin şu anda geldiği nokta çok nazik bir noktadır. Esasen bu nazik noktaya Türk siyasetini getiren de bizzat siyasilerin kendisidir. Allah milletimize yardım etsin, bu arkadaşları da ayıktırsın, diyorum. ABD’nin yanıldığı nokta İbrahim Berk– Amerika, Türk kamuoyunun Amerikan politikalarından nefret etmesinden kaygılı olduğunu ifade ediyor ve hükümete “sen halkına Amerika’yı, politikalarımızı sevdireceksin” diyor. Galiba bu aşamada bu vazifeyi vermesinin sebebi de sizin ifade ettiğiniz gibi Amerika’nın Irak’ı işgalle yetinmeyerek yeni işgallere hazırlanırken içeriden bir direnç görmek istememesi. Ama Türkiye’de bir güzel gelişme var. Amerika’yı asıl endişelendiren herhalde bu. İlk defa devletin stratejik analizleriyle, devletin o devlet geleneğinden kaynaklanan endişeleriyle milletin endişeleri buluşmaya başladı. Prof. Dr. Haydar Baş– Zaten bugüne kadar bizim de üzerinde durduğumuz başta gelen konulardır bunlar. Devlet ve milletin arasını açabilmek istediler. Ama bu hadiseler devlet ve milleti buluşturdu. Artık birbirini yargılamak yerine birbirinin güzelliklerine bakmak gibi Allah’a şükürler olsun, güzel de bir tablo ortaya çıkmaya başladı. Devletle milletin arasının daha da fazla açılacağını beklerken tamamen bunun aksi oldu. Bilakis devlet ve millet kaynaşması Türkiye’de gelişti. Bu durum, iki kurumun da siyasetin dışında ABD’ye karşı tavır alması şeklinde şu anda tezahür ediyor. Bu da onları ciddi şekilde endişelendirmektedir. Ayrıca ABD’nin yanıldığı bir nokta daha var. Türk siyasetinin kamuoyunu, devlet erkanını, ricalini bu konuda ikna edeceğini zannediyor. İbrahim Berk– Orada biraz her halde bu şeyi gerçekleştirebilmek için iktidarla kendi arasında problem varmış gibi bir tatlı sert kavga görüntüsü vererek bunu sağlamaya çalışıyor. Prof. Dr. Haydar Baş– Doğrudur. Bunu devreye koymaya çalışıyor. Ama bunda da yanılıyor. Çünkü burada milli menfaatlere karar vermiş bir kamuoyu, milli menfaatlere karar vermiş bir devlet iradesi var. Bunu aşmak şu görüntüde zor bana göre de imkansızdır. Yani aslında ABD’nin girdiği süreç de eğer basiretli siyasileri varsa geri dönmek olması lazım. “Evet biz yanlış yapıyoruz. Asırlar boyu devam eden bir tecrübe neticesinde vücuda gelmiş bu devleti kolay kolay bu coğrafyada biz oyuna getiremeyiz. Siyasilerini bir noktaya taşırız. Ama o devlet tecrübesini bir noktaya taşıyamayız” diye ayıkıp da bana göre bir rücu hareketini başlatması lazım. İbrahim Berk– Yani Türkiye, 400 sene savaşmadığı bir komşusu ile Amerika istedi diye savaşamaz ve savaştıramaz. Çünkü Türkiye öyle 100–200 senelik bir devlet değildir. Prof. Dr. Haydar Baş– Türkiye bu coğrafyada bir kaç devletten birisidir. Dolayısıyla binlerce yıl beraber olduğu komşularını taa okyanusun ötesinden gelebilecek bir teklifin hatırına terk etmesi, hele ona karşı düşmanca bir tavır ortaya koyması kesinlikle beklenemez. Böyle düşünenler de zaten eninde sonunda yanıldığını görecek ama bu yanılgı da faturasız olmayacaktır.